PAZAR akşamüstü, büyük taaruz öncesi bütün hazırlıklarını tamamlamış bir komutan edasıyla, gözlerimi ufuk çizgisine dikmiş kar yağışını bekliyorum.
Aslında böyle yazınca daha havalı duruyor diye "komutan" filan diyorum. Durumum daha çok dizine ekose battaniye örtmüş ve makyaj marifetiyle şakaklarına aklar düşürülmüş Yeşilçam jönlerini andırmakta.
Tek bir farkla, bendeki battaniye ekose değil...
Okuyacağınız günlük, pencere kenarındaki koltukta pazar gecesinden perşembe öğle saatlerine kadar tuttuğum notlardan oluşuyor.
* * *
PAZAR GECESİ: Spor programları sinirimi bozduğu için mi, yoksa soğuktan mı hafif bir titreme geldi çözemiyorum. Bu arada keşke ekose battaniye alsaymışım. Benim battaniyeyle ancak "evsiz" insan portresi çizebiliyorum. Aha! Başladı galiba...
PAZARTESİ (SABAH): Yahu benim evden en azından bir karşı apartman filan gözükürdü. Camın önüne gelip ayakta durup beyaz bir fona bakmak pek manalı değil. Havlama sesleri geliyor... Yan apartmanın bahçesindeki Sibirya kurdu coşmuş. Bakayım... Vayy, paşama bak sen; "Ooooh bizim memleket havaları gelmiş, şöyle bir döktüreyim der" gibi oynuyor karda. Anatomisi izin verse, dizlerini yere vura vura zeybek oynayacak ahlaksız!
(AKŞAM): Alt kat komşum bir St. Bernard edasıyla kapıya dayandı. Komşuyu St. Bernard’a benzetmemin sebebi; karlı havada alkol tedarik etmesinden kaynaklanmakta. Çünkü eleman boynuna konyak asmasa da elinde bir şişe burbonla geldi. "Ben kahveyle iyiyim, dur içine biraz dökeyim bari seni kırmamak için" diyerek buyur ettim. Komşunun mana içeren ilk cümlesini duyabilmek için 10 dakika beklemek zorunda kaldım; elemanın çenesi donmuş.
* * *
SALI (SABAH): Çocuklar kardan adam yapıyor; tam bulaşılacak hadise! "Ne yapıyorsunuz?" gibi manasız bir soruyla sesleniyorum çocuklara. Bayramda verdiğim 1 YTL’ye burun kıvıran eleman "Kardan adam yapıyoruz" diyor. İçimden "Ben sana kardan adam yapamazsın demedim; adam olamazsın dedim" demek geçiyor ama sevimli de hergele. Burun yerine Ice Tea kutusu saplamışlar; kardan adamdan çok "kardan domuzcuk" üretme yolunda ilerliyorlar. "Bekle" diyorum ve havuç atıyorum bir tane. "Burun yapacaksın çocuğum..." diyorum, o hala kalbine saplamaya çalışıyor. Vazgeçiyorum komut yağdırmaktan...
SALI (AKŞAM): Böyle kucakta battaniye, Eşref Kolçak gibi oturmaktan sıkıldım. Güncel iki problemi birleştirip bilim dünyasına adımı altın harflerle yazdırmak üzere tuhaf fikirler geliştiriyorum. Dört yıldır benim camın önünden beslenen kumrulara ayırdığım ekmek içlerine imuneks, ekinezya, ginko biloba, strepsils filan serpiştirmeyi planlıyorum. O sırada komşu, Play Station kapışması için arıyor. Fikrimi söylüyorum, "Kuşburnu içir diyeceğim, zaten kuş onlar ve zaten burunları var" gibi zararlı bir espri yapıyor. "Ona burun değil, gaga diyoruz di mi canım arkadaşım" demeye bile üşeniyorum. Play Station’da beni eskitiyor.
* * *
ÇARŞAMBA (SABAH): Nonfigüratif kardan adam sonrasında börek tepsisiyle kaymaya başlayan veletler, yokuşu ayna gibi yaptı. Üzerine de kar yağdı mı; yağdı... Çanak çömlek patlatan olur mu diye yokuşun başını kesiyorum. "Hınınını..." diyerek kayan ve dengeyi sağlamak için vücutlarında umulmadık bir esneklik geliştiren insanlar oluyor ama öyle vahim düşüş yok. Buna seviniyor muyum, üzülüyor muyum diye kendimi yokluyorum ve fena kalpli bir insan olduğuma kanaat getiriyorum!
ÇARŞAMBA (AKŞAM): Kapıdaki elemanı görünce "Çocukların kardan adam emeklemeyi filan atlayıp, yekten yürümeye başlamış" dedim önce. Meğer mahallemize inatla servisi sürdüren büfenin, dört yıldır tanıdığım elemanıymış. "Amiral seni biraz beyaz gördüm" dedim, "Güldürme ağbi, çenem acıyor" dedi. Termosla kahve vermeyi önerdim, onu da istemeyince içimden "Çüş!" diye bir ses geldi. Baktım vicdan sesleniyor, bahşişi gece tarifesi yaptım..
* * *
PERŞEMBE (SABAH): Amacım yazıyı evden yazıp yollamaktı. Fakat dizüstü bilgisayarı dizde hoplatmayı geçtim; boynuna sarılsam da çalıştıramadım. Dizüstü battaniyeyle vedalaştım, gazetede huzur içinde çalışanları korkutmamak için insan kılığına büründüm ve yola koyuldum. Gazete de pek sıcakmış canım...