Kaotik bir yılbaşı gecesi

YILLAR önce... 31 Aralık gecesi için plan yapıyoruz. Riko, Topesto, bir de benden bahsediyoruz dikkat buyurunuz... O güne kadar yaptığımız hiçbir planı başarıya ulaştıramamışız...

Yine de yapıyoruz.

Riko diyor ki; ‘‘Okuldan bir kız evde parti veriyormuş oraya çağırdı bizi...’’

Şimdi arkadaşlar; normal bir insanın bu ekibi evindeki partiye çağırması, en azından bizim açımızdan imkansıza yakın bir durum. Çünkü gittiğimiz her partide muhakkak bir abukluğa neden olmuşuz.

Portmantoya tuvalet muamelesi yapmak, aile yadigarı koltuğu kırmak (Topesto'nun manda kasa günlerinde olmuştu), parti sahibinin hamster'ını ‘‘Ana! fare’’ diyerek ezmek (Ya, bu vesileyle bir kez daha özür dileriz Ebru Abla!..), dönemin gözde akımı 'break dance'ın gazına gelip 'electric boogie' yaparken yine parti sahibinin kolunu çıkarmak (Ebru Abla, bunun için de bin kez özür diledik, bir daha dileriz...) Sabıka dosyamız bir hayli kabarık, anlayacağınız.

Bu sebepten ben çekimser oy kullandım. Riko'yla Topesto ise ‘‘Gidelim ağbi, bir şey yapmayız ya’’ diyor.

* * *

‘‘Bakın sesimizin kötü olduğunu ve hakikaten berbat dans ettiğimizi, figürlerimizle partiye katılanları dehşete düşürdüğümüzü kabul edeceğiz... Riko'cuğum, birayla gargara yapmak hoş karşılanmıyor, hatırlatırım. Topesto biraderim, birdirbir artık yaşımız itibariyle oynamamız gereken bir oyun; partidekilere böyle bir teklifte bulunmayalım olur mu canım?..’’ dedim..

Topesto ‘‘Sanki tek suçlu biziz ağbi ya... Sen niye söz vermiyorsun?.. Ebru Abla'nın kolunu biz mi çıkarttık?.. Beygirof Nedim'in anneannesinin elini öperken 'Nasılsınız Amcacım' diyen biz miydik?..’’ diye karşılık verdi.

‘‘Tamam ağbi, ben de söz veriyorum’’ dedim.

Beklenen gün geldi. Cep cihazının bulunmadığı günlerde yaşadığımız için, daha önceden belirlediğimiz bir barda buluşacağız ve partiye beraber gideceğiz.

* * *

Ben gittiğimde Topesto barda oturuyordu. Beraberce Riko'yu beklemeye başladık.

8'de buluşacaktık, saat 9'u geçti, Riko ortalıkta yok...

9,5 oldu yok, 10 oldu yok...

Bu arada biz üçer tane bira içmiş durumdayız.

Saat 10'u çeyrek geçe Riko yanında Ceset Hilmi ağbimizle çıktı geldi. Ceset Hilmi, mahallemizin bakkalı. Çok severiz kendisini. Ama parti ortamı onu, o da muhtemelen parti ortamını bozar...

Fakat ‘‘Gelemezsin Hilmi Ağbi’’ demek de olmaz... Dördümüz doluştuk taksiye, istikamet verdik.

Ceset Hilmi'nin elinde irice bir paket var. ‘‘Nedir ağbi o paket?’’ diye sorduk.

‘‘Bartiye eli boş gitmeyelüm diye hedüye aldım’’ dedi.

‘‘Ne aldın ağbi?’’ diye sordu bu kez Topesto, hafiften tedirgin bir şekilde...

‘‘Zürpriz!’’ dedi.

Partiye ulaştık.

Kapı açıldı: ‘‘Merhaba Ebru Abla, kol maşallah çok iyi...’’ dedi Riko, bir tane çaktım böğrüne tabii...

Riko kabanını çıkarınca, gecenin ilk şok dalgasını yaratmış oldu.

Çünkü babanın kazak... Nasıl diyeyim biraz yeşil. Yani neredeyse fosforlu... ‘‘Bu ne usta’’ diye eğildim kulağına, ‘‘Tezgahtar doldurdu, güzel ama di mi?’’ diye cevap verdi.

‘‘ Neon şeyi gibi... Tabelası...’’ dedim ama üstüne çok gitmedim, morali bozulur diye...

Ceset Hilmi Ağbi, paketi parti sahibine uzattı ve ‘‘Yenü yıllar küçük hanum’’ dedi.

Kız cümleyi çözmeye çalışırken ‘‘Teşekkür ederim, çok naziksiniz’’ dedi, paketi açmaya başladı.

Paket açıldığında hepimiz sarsıldık. ‘‘Ağbi bu ne ya?’’ dedi Topesto. ‘‘Hindü yenmiyor mu yeni yılda?’’ dedi.

Ceset Hilmi, yılbaşı diye hindi getirmiş ama hindi katledileli iki saat filan olmuş herhalde. Gayet çiğ...

‘‘İyi düşünmüşsün de bunun pişmesi uzun biliyor musun?’’ dedik, ‘‘Sonra yirler...’’ dedi.

* * *

Neyse, uzatmayayım... Hindi mevzusu çabucak kapatıldı.

Biz yeminliyiz ya, abartmamaya, sakin sakin oturuyoruz. Nereden bilelim felaketin çalışmadığımız yerden geleceğini...

Ceset Hilmi Ağbi, tahminimce bir ufak rakıyı bitirip, ikinciye doğru süzülmeye başladığı sırada ‘‘Öyle gazma kibi oturacağınıza, kalkun da oynayın... Bah böyle’’ dedi.

Hilmi Ağbi o dakika itibariyle partinin iplerini tamamen ele geçirdi. Ceset Hilmi ‘‘Halay çekelüm’’ diyor, halay çekiliyor... Ceset Hilmi, ‘‘Bencereyü açın, 'Böyük ikramiye bize çıhtı diye bağıralım' diyor, halk pencereden bağırıyor...

Ceset Hilmi kızları diziyor ve güzellik kraliçesi seçiyor, rock şarkılarında milletle beraber kafa sallıyor... Ceset Hilmi kendini aşıyor ve biz bir kenarda ezik ezik oturuyoruz.

Ceset Hilmi Ağbi bundan sonraki partilerin olmazsa olmaz adamı ilan ediliyor.

Gecenin sonunda manzara şöyleydi: Sebilhane maşrapası gibi dizildiğimiz kanepede sarhoş olmuşuz. Topesto'nun kaşı açılmış... Çünkü Topesto 5 dakika önce Riko'nun yeşil kazağının üstüne kusmuş, Riko da bu hareketi hoş karşılamadığını Topesto'nun kaşına indirdiği yumrukla ifade etmiş.

Topesto benim üstüme de kusmuş ama ben vurmuyorum. Çünkü vuramıyorum. Çünkü Ebru Abla intikam maksatıyla kolumu çıkarmaya çalışmış. Kol belki çıkmamış ama fonksiyonlarını önemli ölçüde yitirmiş.

Ceset Hilmi üçümüze de isim takmış ve partideki herkes bize öyle hitap ediyor. İsimlerimiz şöyle: Fosforlu Şebek (Tahmin ediyorsunuz kim olduğunu), Açıkkaş Şebek (Bu da belli) ve BugiVugi Şebeği (Eh, geriye kim kaldı...)

Herkese mutlu seneler...


Ağız çiriş çanağı...


‘‘...Ağız çiriş çanağına dönmüş, eller tir tir, uykusuzluktan kafalar ağrılı, kaybedilen sarı liraların, at nalı gibi gümüş mecidiyelerin, rehin edilen saatle kordonun, yakut yüzüğün acısı içlere çökmüş, kendi kendine lanet ve tövbe edilerek evden içeriye usulcacık girilir, sabah namazına kalkmış valide veya büyükvalidenin önünden süklüm püklüm geçilerek yatağa can atılırdı.

Ertesi gün dairede, arkadaşlar sorduğu zaman:

- Vallahi birader, öyle eğlendik, öyle eğlendik ki tarif edemem. Beyoğlu başka bir álem, vesselam! diyerek yiğitliğe halel getirmemek adetti...’’

Okuduğunuz satırlar, Cumhuriyet Gazetesi'nde 1 Ocak 1953'te yayınlanan bir yazıdan, Ercümend Ekrem Talu'nun ‘‘Eski Yılbaşlarına Dair’’ adlı yazısından.

Ben nereden buldum bu yazıyı peki? Gökhan Akçura'nın derlediği ‘‘Yılbaşı Kitabı’’ndan... Kitap hediye etmek gibi bir düşünceniz var ise, ideal bir yılbaşı hediyesi... Ünlü yazarlardan, zevkle okunacak yılbaşı yazıları. Çok güzel, çok!..


Bir özür

Geçen hafta, burada bir tanıdığımın anlattığı, ‘‘enteresan’’ gözüken bir hikayeden bahsetmiştim. Bana anlatılış şekli, gerçek olamayacak gibiydi.

Hatırlatmak bile istemiyorum ama olay Ankara'da işlenen bir cinayetle ilgiliydi.

Meğer olay gerçekmiş fakat bana aktarıldığı gibi değilmiş. Gerçekle bana anlatılan arasında dağlar kadar fark var.

Olay Hilton'da değil, Aspava'da geçiyor. 25 yaşında pırıl pırıl bir genç insan, Alper Tezcan, tartıştığı iki kişi tarafından öldürülüyor.

Öldüren şahıs yurt dışına çıkıyor. Sonra suçu başkasının üstleneceğini duyarak Türkiye'ye dönüyor.

Tutuklanıyor ve yargılanıyor ama siyasetçi tanıdıklar vasıtasıyla suçunun karşılığı kabul edilemeyecek bir cezayla kurtarıyor.

Bir kez daha söyleyeyim. Bana anlatılan hikayenin gerçekle alakası yokmuş. Başta ailesi ve arkadaşları olmak üzere herkesten özür dilerim.
Yazarın Tüm Yazıları