“I Was At Glasto ‘09 When Jacko Died”
Türkçeleştirerek açıklayayım: “Michael Jackson’ın Öldüğü Gün Glastonbury Festival 2009’daydım...”
Aradan 10 yıl geçmiş. Michael Eavis’in çiftliğine ilk olarak 1999’da Joe Strummer, R.E.M., Blondie, Hole, Pavement’ın filan çıktıkları sene gelmiştim.
Efsane Festival Glastonbury’den sonra iki adet Roskilde Festival, aralarında Radiohead’in Glasgow, U2’nin Dublin, Slane Castle konseri de olmak üzere pek çok baba konser geldi geçti hayatımdan.
Ama kabul etmeliyim ki hiçbiri Glasto’nun yanından bile geçemedi.
Glasto varken diğer tüm festivallerin annenizin altın günü gibi kalması kaçınılmaz.
Bu sene 10’uncu yıldönümüm olduğu için gözü karartmıştım.
Böyle durumlarda amacıma ulaşamadan çuvallamaya müsait bir yapım var.
Fakat şanslı adammışım olaylar lehime gelişti.
Bu sene Tuborg Roxy Müzik Günleri’nin jüri üyesiydim.
Birinciliği “UFO” şarkısıyla hepimize “Of ne tatlılar, ne güzel müzik yapıyorlar, ne kadar da eğleniyorlar” dedirten Softa kazandı.
Softa’nın ödüllerinden biri de Glasto’nun ana sponsoru olan Tuborg’dan gelen “Glastonbury Festival seyahati” idi.
Hakikaten büyük ödül!
Yarışma sonrasında “Softa’ya Glasto’da ağabeylik yapar mısın?” teklifi geldiğinde hayatımın en hızlı “Evet” cevabını verdim.
Gün döndü, MJ öldü, bu fakir de Glasto’ya 10 yıl sonra yeniden erişti...
175 bin kişi. 50 küsur sahne. Yüzlerce irili ufaklı grup.
Müzik, tiyatro, kabare.
Her şeyi yapmak mümkün, hiçbir şey yapmadan durmak da..
Paralel bir evren.
Üç günlüğüne bütün amacı kafasına göre takılmak olan, dünyayı dünyaya bırakıp, kendi dünyasını yaratan bir kitle.
İçkiler İşçi Sendikaları yararına.
Gelirin büyük bölümü Greenpeace’e.
Müzik, seneye 40 yaşına basacak bu yaşayan en büyük festival için sadece bir enstrüman.
Maksat hakikaten festival.
Kendine ve özellikle başkasına zarar vermedikçe serbestsin.
İster poponu açıp gez, ister huzurlu bir şekilde çayıra çimene dal, çiftlik ortamının tadını çıkart.
Laf olsun diye değil, 7 aylık bebek ve 77 yaşındaki dedesi beraber Neil Young dinliyor.
Amacım “Vay ballı! Hem gidiyor, hem anlatıyor!” dedirtmek değil.
Kendini sıkan ve kafaya koyan gider.
Masraf listesi için tüyo vermek gerekirse. Bilet 175 pound, yani yaklaşık 450 TL filan.
Fakat 3 gün için kesinlikle değer.
Kamp malzemen varsa zaten çiftlikte kalıyorsun.
Yoksa, içeriden onu bile bulabilirsin. Ben 1999’da hippilerin çay dağıttığı bir “Oriental Çadır”a sığınıp yerde uyumuştum mesela.
İmkanı olup da gitmeyen maceradan korkuyordur filan...
Her grubu yakalamak mümkün olmuyor dev alanda.
Neil Young, Yeah Yeah Yeahs, Blur, Bruce Springsteen, Fleet Foxes, Tinariwen, Crosby Stills & Nash, The Specials, Lily Allen başta olmak üzere yine de pek çok istediğim ismi dinledim, huzura erdim.
Neil Young, Blur ve Bruce Springsteen “kafa” isimlerdi ve üçü de bu ünvanın hakkını fazlasıyla verdi.
Arada ufak sahnelerde yeni isimler tanıdım, Softa’ya “Bakın aslında ben bu Red Snapper’ı ilk olarak İstanbul’da hem de Roxy’de dinlemiştim” diyerek eski dostları tanıttım.
Softa’ya gelmişken...
Pırıl pırıl dört gence canlarını sıkmadan ağabeylik yapma şansını iyi değerlendirmeye çalıştım.
Ellerimle sağa sola dağıtsınlar diye “Softa Kartları” hazırladım.
Başarılı olacaklarına eminim. Dinleyince seveceksiniz zaten...
Glasto’ya gelince...
Seneye 40’ıncı yıl.
Şimdiden planlamaya başladım.
İmkanları zorlayın ve gidip bu deneyimi yaşayın.
Çok şeye değer, emin olun...