İş tatilinde ıstakoz muhasebesi

Zagreb’de tanımadığım bir eczacıya özür borçluyum sanırım.

Şimdi bu kendi içinde manasızlık abidesi olan cümleyi açıklamaya çalışayım.

İşe durumu daha da karıştırarak başlamaya ne dersiniz?..

*

Hürriyet, bir süre önce Rusya, Balkanlar ve Baltık bölgesinde çok etkili bir medya şirketi olan TME’nin (Trader Media East) büyük hissedarı haline geldi.

Bu haberi ilk duyduklarında benim gibi "Hıı demek öyle? Ama ne ki o?" diyen bir grup medya şahsiyeti, hadise hakkında bilgilenmek üzere Hürriyet tarafından Hırvatistan’a ışınlandı.

Ekibimiz geniş. 50 kişi kadar.

Hürriyet’ten olduğum için ev sahibi de sayılıyorum, fakat neticede ben de reklamcıların misafiriyim.

Asıl misafirler ajans temsilcileri.

Hedefimiz Zagreb’deki TME merkezi... Dersem de inanmayın!

*

Parmak arası terlik, palmiye desenli gömlek, 50 koruma faktörlü krem tüpçüklerinden dizilmiş kolye şeklinde giyinen kitle, yarım günü bile bulmayan "brifing"in ardından Dubrovnik’e uçacak.

Dubrovnik adını duyduğum anda vurulduğum, televizyonda seyrettiğimde "Gerçek olamayacak kadar güzel" diye düşündüğüm bir yer.

Hırvatistan’ın tatil cenneti.

Altı metre kalınlığındaki görkemli surlar, zamanı da durdurmuş 16’ncı 17’nci yüzyıllarda.

Daracık sokaklarıyla masal diyarlarını çağrıştırıyor.

Pırıl pırıl deniz, bol güneş, bol deniz mahsulü ve insanın aylak yanlarını ayaklandıran (Bu durumda yatırıp üstünü örten demek gerekebilir...) bir hava.

Geçen hafta niye yazmadığımı da böylece açıklığa kavuşturduk...

*

Dubrovnik’in yanı başında ayrı bir cennet köşesi olan Cavtat’a tekneyle yaklaşırken güzellik komasına girmek üzereydim.

Ufak bir tur attık ki; büyüğünü atmak mümkün değil zaten Cavtat’ta. O kadar küçük. Bu arada "Tsavtat" gibi okunuyor...

Geldik denizin yanıbaşında, lüks teknelere dikiz atabileceğimiz güzel bir restorana kurulduk.

Bu acayip otantik yerde bile Led Zeppelin’in "Stairway To Heaven"ını çalan bir minik müzik mekanizması bulup aldım; kendimle gurur duyuyorum.

Masada mekanizmayı biraz kurcaladıkdan sonra ellerimi yıkamak üzere restoranın kapalı bölümüne ilerledim.

*

Bir dükkanda çerçeveli bir yazı veya fotoğraf varsa muhakkak bakarım.

Bu çerçeveler genellikle tuvaletle kasanın arasında bir yerde durur.

Bu kez tuvaletin holündeydi.

Baktım Gerard Depardieu.

"N’aber lan Jerar Abi?" deyip geçecekken, her biri 4-5 kilodan aşağı çekmeyecek ıstakozların kıpraştığı akvaryumun arkasında Roman Abramoviç’in fotoğrafını gördüm.

Demirli yatların ne kadar lüks olduklarını da buradan anlayabiliyoruz.

*

Fotoğrafta Abromoviç’in böğrüne elini saplamak suretiyle sarılırken sabitlenmiş garsonun şef olduğunu anlamak işime yaradı.

Şefin uyanık garsonunu bizim masaya ayarladım.

Masanın isteklerini hemen sıraladım ve bir nevi masayı acil şeritten hedefe ulaştırdım.

Diğer masalar ara sıcak aşamasına geçerken ben ıstakozu bastırsın diye "Bi espresso bi grappa piliz" aşamasındaydım.

*

Istakoz, yazılarda kullanıldığında çirkin zenginlik, haksız kazanç gibi çağrışımlar yapar genellikle.

Utanmaz arlanmaz eğlence insanlarının ahlaki çöküntüsünü temsil eden bir ikonadır.

Haydi canım! Çok güzel bir kabuklu deniz canlısıdır.

Yüce bir hayvandır, saygı duyulası uzun bir ömür yaşar, belgesellerini "Vallahi bravo!" diyerek seyrederim vesaire.

Fakat karşıma çıkarsa, affetmem yerim.

"Susayım da Çeşme, Langusta’daki leşlerim konuşsun!" diyeceğim ama hepsi ölü ve ölüler konuşamaz!!! Nı-ha-ha!

Neyse, nerede kalmıştık.

Istakozla ilgili vicdan muhasebesini halletmiş biriyim fakat cüzdan muhasebesi zorlu uğraş!

Cavtat’ta hesap şirketten.

Bu ayrı bir vicdan meselesi. Ama hem kendim gelsem de yiyeceğimi bildiğimden hem de dönüşte "Istakoz yemedim" dersem, "Öyle miii, o zaman al bu masa lambasını kafana ye!" diyecek bir Ertuğrul Özkök’le uğraşmak istemediğimden böceğin ölüm emrini verdim.

Hem eski Hürriyet’çi tayfası olarak da sağlamız: Gönül Birkiye, ben ve reklamdan Ethem.

Yan masadaki Ethem’e ıstakoz bacağıyla selam sarkıttım.

Garsonun kapsama alanı dışında kaldıkları için zeytinyağına bandırılmış ekmekle karşılık verdi.

Yedik içtik. Mali yapımı yokladıktan sonra teknelerden vazgeçip şişme botlarla ilgili gerçekçi planlar yapmaya başladım.

"Corto Maltese gibi yaşarım ben burada" noktasını geçtim, "Tepedeki evlerden birinde bir kış geçirmek ne güzel olur" hedefine doğru alçak uçuş yaptım.

*

Grappa çarpmış olacak, "Madem biz uluslararası bir şirket olduk, ben pekala Cavtat Büro Şefi olabilirim" diye düşünürken ekip dönüş hazırlığına başlamış.

Ama benim size Zagreb’deki eczacıdan niye özür dilemem gerektiğini anlatmam gerekiyor.

Hırvatistan’a gitmeden önce biraz okudum. Aklımda kalan iki şey var: Dubrovnik’in eski adı Ragusa. Ve dünyanın en eski eczanesi buralarda bir yerde.

*

Zagreb’de ekip halinde gezerken eski bir binanın altındaki eczanenin önünde bilinçaltı dürtmesiyle durdum ve fotoğraf çektim.

Kalabalık turist toplulukları şartlı refleks gösterir ve herkes fotoğraf çekmeye başlar ya; öyle oldu. İçeride sakin sakin oturan eczacı bir anda anlam veremediği şekilde 50 kişi tarafından fotoğraflanmış oldu.

Daha sonra eczanenin Dubrovnik’te olduğunu öğrendik.

Eczacının hayatını alt üst ettiğimle kalmış oldum...

Giller’de yenilik var

Giller ajanda ve takvimlerinin 2009 yılı ürünleri piyasaya çıktı. Kedili köpekli ürünlere bu sene bir yenisi eklenmiş: Giller Anne Takvimi.

Aslında tek yenilik bu değil. En ilgi çekici değişiklik, Profesör Dr. Mikdat Kadıoğlu’yla ortak yapılan bir çalışma. "Havadan Sudan" ismini taşıyan tema çerçevesinde, Kadıoğlu’nun aynı isimli kitabından alıntılar, ajandaların sayfalarını süslüyor. Bir yandan doğayla ilgili bilgiler veriliyor, bir yandan da doğayı korumak için yapılması gerekenler mizahi bir dille anlatılıyor.

2008-2009 eğitim yılını kapsayan öğrenci ajandaları, kedi köpek resimleriyle dolu ve hepsinin birer hikayesi var. Bu hikayeleri, hayvanların kendi ağızlarından, resimlerinin altında okuyabiliyorsunuz. Öğrenci ajandası, bu sene öğrencilerin isteği üzerine küçültülmüş ve böylece elde, cepte ve çantada daha rahat taşıma imkanı sağlanmış.

18 ayı kapsayan cep ajandaları da tıpkı öğrenci ajandaları gibi çok kullanışlı. Temmuz 2008’den Aralık 2009’a kadar olan dönemi kesintisiz olarak kapsayan ajanda, haftalık düzende tasarlanmış.

Giller Anne Takvimi ise bu sene ilk kez yayınlanan bir ürün. Bu takvimde kedi köpekler dışında başka hayvanlar da yer alıyor. Anne hayvanların yavrularını şefkat, sevgi, sabırla koruma ve kollamaları fotoğraflarla sergileniyor. Takvim, aileler için çok kullanışlı bir şekilde tasarlanmış. Her birey için bir sütun var ve hatırlamak istedikleri her şeyi kendi isimleri altına not alabiliyorlar. Çizer Emre Ulaş’ın çizgileriyle hazırlanan çeşitli çıkartmaları, doğumgünü, doktor kontrolü gibi unutulmaması gereken günlere yapıştırabiliyorsunuz. Ajanda ve takvimlerin fiyatları 14-20 YTL arasında değişiyor.

Giller’in sizden bir isteği var. "Giller’le 365 Gün" kedi takvimini hazırlamak için sizlerden gelecek fotoğrafları bekliyorlar. 2009 yılı için hazırlanacak takvimde böyle birşey yapmalarının sebebi, kedi sahiplerinden gelen istek. Eğer siz de kedinizin fotoğrafının Giller takviminde yer almasını istiyorsanız 15 Eylül’e kadar jpg. formatındaki fotoğrafı takvim@giller.com.tr’ye gönderebilirsiniz. Ayrıntılar için www.giller.com.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.
Yazarın Tüm Yazıları