OKUNMAK üzere ayrılan ve daha sonra okunmak üzere ayrılan başka kitapların arasında kaybolan bir kitap...
Öyle de bir yere sıkışmış ki; çıkar çıkarabilirsen.
Kitabı okuma konusunda öyle müthiş bir istek yok aslında içimde. Ama kafayı takarsınız ya işte, ‘‘Ben bunu buradan çıkaracağım’’ diye. Tam o durumdayım.
Üsttekileri devirmeden hedeflediğim kitabı alttan çekip çıkarmam mümkün gözükmüyor. Bir elimle yukardaki kitapları itiyor, diğeriyle malum kitabı çekmeye çalışıyorum, olmuyor.
Üstteki kitaplardan, ‘‘Biraz daha zorla, bak bakalım devriliyor muyuz, devrilmiyor muyuz’’ sinyalini alır almaz vazgeçiyorum.
Mecburen, mantıklı davranmak ve üstteki kitapları bölüm bölüm indirip, alttakine ulaşmak gerekiyor. Bana imkánsız gibi gözüken bu işi 34 saniyede filan tamamlıyorum. Tembellik hakikaten zorlaştırıyor bazen işleri...
* * *
‘‘Bu kadar kafayı taktığın kitap ne peki?’’ diye soracaksınız haliyle... Hayati bir önemi yok aslında kitabın. Baskan Yayınları'nın çıkardığı yeşil sırtlı çocuk kitaplarından biri.
Tatilde evde yayılmışken bunları okumak çok güzel oluyor.
Kitabın tozunu, nasıl olsa kimse görmeyecek rahatlığıyla tişörtüme siliyorum, refleks olarak sayfalarını şöyle bir tırrrrık diye çeviriyorum.
O da ne? Bir şeyler, daha doğrusu iki tane fotoğraf düşüyor yere.
Eğilip fotoğrafları alıyorum... Vay, vay, vay!..
Tamamen unutmuş olduğum iki fotoğraf. Bir tanesinde tek başımayım. Tahminimce 9 veya 10 yaşımdayken çekilmiş.
Fotoğraf biraz yukarıdan çekilmiş. Öyleyse kesin Hisar Abi çekmiştir. Hisar Abi, Şişli'de büyüdüğüm mahallede en sevdiğimiz abimizdi. Sürekli balkondan fotoğraflarımızı çekerdi.
Bu fotoğrafta saçlarım karman çorman, elimde bir ‘‘çeyrek ekmek’’, üstümde de yakası çekiştirmekten deforme olmuş bir eşofman var. Kesin mahalle maçı sonrasında çekilmiş.
Kesinlikle o gün, ‘‘Top bel hizasının üstünden geçti, gol değildi oğlum’’ kavgası yapılmış; topun uyuz sahibi topunu da alıp, ‘‘Ben gidiyorum’’ diye çekmiş gitmiş vesaire...
Fotoğraf bende olduğuna göre, Hisar Abi çektiği fotoğrafı beğenmiş. Beğenmediklerini vermezdi bize çünkü.
Ekmeğin içinde ne var diye düşündüm. Büyük ihtimalle finger bisküvi vardır.
Mahallede ikna kabiliyeti yüksek arkadaşlardan biri, ‘‘Ekmek içinde bisküvi süper oluyor’’ demişti, biz de ona inanıp bayağı bir süre bu acayip sandviç modeline sadık kalmıştık.
Çocuk aklı işte... Bir ara da leblebi tozuyla şokellayı karıştırıp yiyorduk. Şimdi denesem kesin kusarım...
* * *
Bu fotoğraf, gördüğünüz gibi pek de hassas olmayan bünyemde duygusal tsunamiler yarattı; bir yerde hislenmiş oldum.
Fakat ikinci fotoğraf, kanımın donmasına yol açtı.
Bu fotoğraf çekildiğinde, belli ki sıpalıktan eşekliğe doğru ilerleyen yolda pergelleri iyice açmışız...
Yaşımız 15-16 filan. 1980'lerin ilk yarısı.
Kılık kıyafetin korkunçluğunu anlatmakta güçlük çekiyorum. Benim üstümdeki montu; bugün donma tehlikesi içindeki birine uzatsanız ‘‘Yahu, sağol birader, ben böyle iyiyim’’ der ve giymez.
O kadar feci bir şey. Her yerinden bir şey sarkıyor. Dar paçalı pantolona, kenarını boyayacağım diye canına okuduğum artist model bir Adidas eşlik ediyor. Atkımın rengi kırmızı.
‘‘Allahım, ne olursun atkıda bir de sarı nokta keşfedeyim; belki o gün maça gidiyordum’’ diye ümitlendim ama yok... Atkı net ve sarih bir şekilde cart kırmızı.
Kırmızı atkı takınca insan ölmüyor biz de biliyoruz ama, montun rengi de yeşil mi ne?...
İçimi tek rahatlatan şey, yanımdaki elemanların da benden aşağı kalır yanlarının bulunmaması.
Hele iki tanesi (isim vermeyeyim, tanıyan çıkar) var... Anlatılmaz, yaşanır. Elemanlar break-dance pozisyonunda poz vermişler.
Zımbalı kot giyen bir arkadaşımız da var aynı karede.
Fotoğrafın beni dehşete düşürmesinin asıl nedenini açıklayayım. O günü çok net hatırlıyorum. O yıllarda normalde ya okul kıyafeti olurdu üzerimizde, ya da basketbol oynarken giydiğimiz eşofmanlar.
Böyle soytarı gibi giyindiğimiz gün okul çayına gidiyorduk.
Fotoğrafta benimle birlikte yer alan arkadaşlarımın şu anda endişeyle okuduklarını biliyorum bu yazıyı...
Merak etmeyin çocuklar; o çayda yaşananlar o zaman söz verdiğimiz gibi bizimle birlikte gidecek bu dünyadan. Heh, heh!