Geçen hafta, bayram dolayısıyla "Yatın aşağı dinlenin" manasında bir program önermiştim tatili evinde geçireceklere.
Umarım rahat yastık kombinasyonları yaratabilmiş, kanepeye vücut şeklinizi kazandırmış, mecbur kalmadıkça sağ taraftan sol tarafa dönmeden ense yapmışsınızdır.
Aslında tatilimin bir bölümünü sizin tatil programlarınızı okuyarak geçirdiğimden, bu yolda büyük ilerleme kaydettiğinizin farkındayım ve hepinizle gurur duyuyorum.
*
Daha önce de "Kanepe Adam Nasıl Olunur?", "Duruyorum, Öyleyse Varım" gibi benzer temalı yazılar yazmıştım. O yazılara gösterilen ilgi dikkat çekici seviyedeydi.
Boş zamanlarda tembellik yapmak üzerine yazılanlara bu kadar sevgi ve tezahürat gösterilmesinin tek bir açıklaması olabilir: İçimizdeki tembeli seviyoruz.
Genellikle "İçimdeki" diye başlayan bir cümle duyduğumda "Amanın, koptu geliyor vatandaş! Kesin içindeki çocukla iletişime filan geçti. Endişeliyim" derim.
Fakat "içimdeki tembel" demenin bile bir huzur dalgası yaydığını düşünüyorum.
*
Aaaaah! İki kitap, bir dergi, dön dolaş dinlenen bir albüm eşliğinde, ara sıra filmlerin dünyasına da girip çıkarak geçirilen o eşsiz tembellik dünyası...
Hepimiz bayılıyoruz buna değil mi? Yolladığınız elektronik postalara bakılınca tembellikte beni aratacak ilerlemeler kaydetmiş olduğunuzu gördüm, mutlu oldum.
Özellikle "Senin yazıyı bile telefonda arkadaşa okuttum, öyle bir tembellik yaptım usta" diyen elemanı ve "Bahsettiğiniz programı ana-oğul şeklinde uyguluyoruz; oradan oraya devrilerek geçiyor günlerimiz" diyen hanımefendiyi ayrıca takdir ediyorum. Belirtmeden geçemeyeceğim.
*
Buraya kadar, gördüğünüz üzere tembelliğin nimetlerinden bahsettim.
Okul yıllarında, Karl Marx’ın damadı Paul Lafargue’ın Telos Yayınları tarafından Türkiye’de de yayınlanmış olan "Tembellik Hakkı"nı okuduktan sonra "Lafarkist’im ben arkadaş!" diye ortalarda dolaşmış olduğumdan filan bahsedip konuyu sıkıcı hale getirmeyeyim.
Ancak işler her zaman yolunda gitmiyor. Tembellik, yapan kişi dışındakileri ayar eden bir hal. Herkes kendince tembellik yapmayı sever ama başkasının tembellik yapmasını mesele haline getirir.
Bayram günlerinde başıma geldi, oradan biliyorum.
Bayram öncesi verdiğim ve kalkış saatiyle yatış saati arasında film seyretmek ve Baltalı İlah Zagor’un maceralarını okumak dışında bir faaliyet içeren programı uygulamakta zorluklar yaşadım.
*
Martı Gövö ve arkadaşları, blok flüt çalamayan komşu çocuk gibi yaşadığım muhite ait folklorik öğeler tüm gürültüleriyle varlıklarını hissettirdiler.
Çocuğun bayram ruhuyla flütü söküp Jethro Tull gibi çalmasını tabii beklemiyordum. Ama artık ailesi "misafir savar" olarak kullanma kararı mı aldı nedir bilemiyorum, çocuk durmamacasına çaldı tatil boyunca.
Martı Gövö ve arkadaşları ramazan ayı boyunca iftar saatinde patlayan top yüzünden epeyce panik yaşamıştı. Top atılıyor bunlar da bulundukları çatıları "İmüveeeee, göbörööööö" gibi seslerle terk edip, panik içinde, telaşlı bir tur attıktan sonra geri dönüyordu.
Bayram geldi, geçti fakat Martı Gövö henüz bir Saatli Maarif bilincine ulaşmış değil. Akşam ezanı okunduğu anda bunlar tekrar top patlayacak diye otomatikman çatıları terk edip "Höböröööööööv" diye tura çıkıyor.
Martı Gövö’nün heyecanlı bir deniz kuşu olacağı belliydi. O ezandan bağımsız olarak kendi imkanları dahilinde coşup duruyor zaten.
Bayram diye Martı Gövö’ye baklava ikram ettim. Onu da yedi sempatik hergele!
Enerjiyi de yüklemiş oldu tabii, gezdi durdu.
*
Bu arada "Ding Dong, biz geldik Kanat Abi" ekiplerini de unutmamak gerekiyor. Mahallenin çocukları, bir aşağı mahallenin çocukları derken bir nevi 23 Nisan havası oluştu.
Hepsini toplayıp ellerine renkli kartonlar verilse "Ne mutlu, Kanat Abi gibi bi kek var mahallemizde" yazabilecek sayıya ulaşmışlardır herhalde.
Çarşamba günü gelen son ekipte bir adet yavru gorilin de bulunduğunu görünce gayri ihtiyari "Oharey! Namımız hayvanlar aleminin bebeleri arasında da yayılmış demek, buna ne vereceğiz şimdi, meyve filan mı?" demişim.
Abartıyorum tabii, blok flüt çalamayan elemanın üst katında oturan çocuk goril maskesi almış meğer.
"Tüylü kafa, flüt sesini kesiyor mu o kafandaki maske?" dedim, "Hooongggg floooot ssi konnggot bü?" dedi.
"Maskeyi çıkar, anlamıyorum" dedim haliyle.
"Hangi flüt sesi Kanat Abi?" dedi.
"Flüt can bulsa, koşup kaçacak çocuğun zulmünden, sen duymuyor musun yani?" dedim.
"Haa o mu? Yok kesmiyor Kanat Abi. Nasıl buldun maskeyi?" dedi.
"Maymuna dönmüşsün" dedim, gülüştüler.
"Kıt kaynakları tükettiğimiz için, bu dört insan, bir goril yavrusundan oluşan ekibe yapabileceğim tek güzellik bir litrelik kola vermektir, şeker yemekten içiniz kavrulmuştur" dedim. "Tamam" dediler.
Yine kıyamadım, parayı kırışmaları ve maçlarını bayram süresince bizim sokakta değil de, aşağıdaki okulun bahçesinde yapmaları şartıyla minik bir bayram harçlığı da verdim tabii.
Tembellik hakkı için ödenmiş küçük bir rüşvet diyelim biz buna.