AĞIR bir gün yaşanıyor. Topesto, yeni aldığı bir bilgisayar oyununa kafayı takmış. Psikopat psikopat hareketler yapıyor.
‘‘Geçemedin mi o level'ı sen hala güzelim’’ dedim.
Cevap olarak sadece ‘‘Nırgh’’ gibi bir ses çıkarınca, daha fazla üstüne gitmedim.
Hani bazı günler herkesten sıkılırsınız ya, tam öyle bir gün.
Evde tek başıma sıkılacağıma Topesto'ya gittim. ‘‘Beraber sıkılmaya geldim’’ dedim. ‘‘İyi sen şu köşede sıkıl, benim bu oyunla meselem var’’ dedi.
Tabii ki gösterdiği köşeye gitmedim. Hazır o bilgisayar başındayken, gidip kanepeye yayıldım.
‘‘Okuyacak enteresan bir şey var mı?’’ diye sordum, cevap alamadım.
Bunun üzerine kalktım ve kütüphanenin yanına gittim.
Hep bildiğim kitaplar.
Bir ara Ferhan Şensoy'un ‘‘Gündeste’’sine uzandım. Yaklaşık olarak, 13 yılda 130 kere filan okumuşumdur.
Baştan sona birkaç kez okudum da, bir de karıştırmayı severim bu kitabı.
Tam o sırada Mark Leyner'in ‘‘The Tetherballs of Bouganville’’ adlı kitabını gördüm. (Nereden bulabilirim diye soracak okurlara hemen cevap vereyim. İnternette, amazon.com gibi yerlerden bulup alabilirsiniz. Bir de Türkçeye çevrilmediğini söyleyeyim, bu problemi de halletmiş olalım...)
Kitap bende de var ama daha başlamadım. Serdar Turgut, ABD'ye giderken bana birkaç kitap bırakmıştı, ‘‘Oku bunları tamam mı? Okumazsan Amerika dönüşü seni öldürürüm’’ demişti.
Ben bıraktığı kitaplardan başka bir tanesini seçip okudum. Sonra bir başkasını, sonra bir başkasını. Ama sıra buna gelmemişti.
Topesto'nun kütüphanesinden bu kitabın çıkmasını kıskandığımı fark ettim. Serdar bu kitabı biliyor ve bir de bizim Topesto biliyor... Peki ben niye bilmiyordum?
‘‘Usta sen nereden buldun bu kitabı?’’ diye sordum.
‘‘Hannngggghhsııı’’ dedi, ama benim bulunduğum tarafa bakmıyor bile.
Götürüp kitabı burnuna dayadım.
‘‘Bu kitabı, Mark Leyner'in kitabını nereden buldun?’’
‘‘Haaa onu mu? Geçen yıl Londra'ya gittiğimde almıştım. Süper bir herif. Tam ruh hastası’’ dedi. Aslında ‘‘Domatesleri ince ince doğra, üstüne de pekmez döküp ye, çok güzel oluyor’’ demiş de olabilir. Ama çıkardığı tuhaf şeylerden, ilk cümledeki gibi bir mana çıkardım.
*
‘‘Okudun yani?’’ dedim.
Baktım ‘‘Oku, oku Topesto oku. At topu at. Bak ne güzel şişe’’ gibi saçmalıyor, turşuyu rahat bırakıp kanepeye döndüm.
Kitabı karıştırmaya başladım. Konusu özetle şöyle: ‘‘13 yaşında bir çocuk asıl kahramanımız. Babası idam edilmek üzere ve çocuğun bir gün içinde büyük ödüllü bir yarışma için senaryo yazması gerekiyor.’’
Şimdi bu cümleye baktığınızda komik hiçbir şey göremiyorsunuz değil mi?
Ama hayatımda okuduğum en komik kitaplardan biriydi. Ben kitabı okurken kahkahalar filan atmaya başladım.
Bu sefer Topesto kıllandı. ‘‘Ne gülüyorsun kendi kendine’’ dedi.
Ben de ‘‘Kitaba gülüyorum, adam hakikaten çok komik’’ dedim.
‘‘Öyledir. O herifin Esquire'de köşesi vardı 'Vahşi Krallık' diye. Hala yazıyor mu bilmiyorum ama. Bir de 'Esther Williams'ı Kokladım' diye kitabı vardı. O da olmalı bir yerlerde. Bir de 'My Cousin, My Gastroenterologist' var o da güzel kitap.’’ diye cevap verince yarıldım tabii ki.
Benim tanımadığım birini Topesto'nun bu kadar yakın tanımasına kudurdum. Ama beni asıl kudurtan hadise ‘‘gastroenterologist’’i, ‘‘peynir, su, zeytin’’ der gibi kolayca telaffuz edebilmesi oldu.
‘‘Usta seni hakikaten takdir ediyor ve huzurunuzdan çekiliyorum’’ dedim.
‘‘Nereye gidiyorsun’’ dedi.
‘‘Bodrum'a’’ dedim ve herifin bütün Mark Leyner kitaplarını alıp çıkıp, gittim.
AKADEMİK KARİYER
Şaka yaptığımı sanmış olabilirsiniz ama hakikaten Bodrum'a gidiyorum. Daha doğrusu Latif'le gidiyoruz. Bodrum Gümüşlük'teki Akademi'ye gidiyoruz. Orada ne mi yapacağız, buluruz yapacak bir şeyler. Hiç bir şey bulamazsak, Latife Tekin'in talimatlarını yerine getiririz.
Latif'le oturduk ve detaylı bir yol planı yaptık. Plan şöyle. Cumartesi sabahı (Bence kesinlikle öğleni bulacak çıkmamız ama Latif kendine çok güveniyor. Perşembe akşamı kampa girdi) yola çıkıyoruz.
İlk hedefimiz Topçular-Eski Hisar feribotu. O feribotta yapılan kaşarlı-sucuklu tostlardan yiyoruz, çay içiyoruz ve karşı tarafa ulaştığımızda vınn, tekra yola koyuluyoruz.
Ben Susurluk'ta da bir tost-ayran zirvesi yapmamız gerektiğini söylüyorum ama Latif ‘‘Hep tost mu yiyeceğiz? Balıkesir çıkışında mı, girişinde mi bir yerde çöp şiş yeriz’’ diyor.
Planın tamamını yazmak uzun sürer.
Sonra yola devam ediyoruz, devam ediyoruz, devam ediyoruz...
Ve Gümüşlük'e varıyoruz.
Bu arada ne yapmıyoruz, bir hafta yazı yazmıyoruz. Eksikliğimi hissederseniz, arşivden bir çalışma çekip okuyabilirsiniz.
Ferhan Şensoy'un dediğini bozarak söyleyelim: ‘‘Savul ulan güzel Gümüşlük, yorulduk da geliyoruz...’’