TOPRAĞI bol olsun, Hunter S. Thompson bu dünyadan "uzun sürmüş bir trip" gibi geçip giderken arkasında harika yazılar, kitaplar ve bir de "Gonzo gazetecilik" hatırası bıraktı.
Gonzo gazetecilik nedir?
Subjektif, konuyu temel gazetecilik kriterleri yerine şahsi görüşlere ve izlenimlere dayanarak anlatmayı tercih eden, bu sırada ironik ve sarkastik bir dil kullanan, yazının kahramanı olmaktan da çekinmeyen gazetecinin yaptığı iştir.
Thompson izlemek üzere gönderildiği haberi otel odasında alkol ve uyuşturucu etkisinde televizyondan takip edip harikulade bir röportaj çıkarırdı.
Kestirmeden gidelim...
Thompson’ın nasıl gazetecilik yaptığını görmek isteyenler Johnny Depp’in başrolde oynadığı "Fear And Loathing In Las Vegas"ı seyredebilir.
* * *
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un konuşmasını evden seyrederken şanslı olduğumun farkındaydım.
Harp Akademileri’ndeki konukseverliğin harika olduğunu yazdı, anlattı gidenler.
Ama mesela o salondayken canınız ’aysti’ istediğinde Başbuğ’a uzaktan kumanda doğrultup sesini yükseltmek, kalkıp buzdolabından içeceğinizi hazırlayıp dönmek hoş karşılanmazdı.
Uzun süre oturunca sıkılıyorum sonra ben.
Ya kalkıp dolaşmam, ya da uzanmam lazım.
E, bunu nasıl yapayım o salonda?
Hoş karşılanmazdı tahminimce ki; ben de hoş karşılamazdım...
* * *
Genelkurmay Başkanı’nın evde olmanın avantajıyla aralarda başka kanallara kaçıp soluklanarak takip ettiğim ve belki de uygun koşullar nedeniyle çok beğendiğim konuşması 2 (yazıyla iki) saat filan sürdü.
Gidenlerin notlarını okuyarak, dinleyerek gitmiş kadar da oldum. Hepsi gözümde kahraman, seviyorum sizi.İki saatlik konuşma sırasında salonda oturanlardan sevdiğim kişileri düşünüp endişe de duydum ama uzun sürmedi.
Hasan Cemal’in kendisini stand-by pozisyonuna geçirebilme yeteneğini bildiğimden onun için endişe duymadım.
Zaten gece Chelsea-Liverpool maçı sırasında iki kere konuştuk; baktım maçın tadını çıkarıyor, sevindim.Sedat Ergin’e bir şeycik olmaz. Ankara ve Washington yıllarında çelik bir iradeye kavuştu. Dikkatli izleyenler, en ciddi panel ortamlarında bile bir Leonard Cohen şarkısı mırıldandığını fark edebilir.
* * *
Ancak Doğan Hızlan’dan net bir haber alabilmiş değilim.
Doğan Bey eğer bir kitapçıda, bir plakçıda, Frankfurt’taki favori kalemcisinde veya konserde değilse iki saat aynı yerde du-ra-maz!
Haklıdır. Yapacak başka daha güzel ve önemli işler olduğunu bildiği için duramaz.
Ama o kadar naziktir ki; patlasa da çıkmaz, çıkamaz o salondan.
Hoş o da ne edebiyat panelleri atlattı ama çok sevdiğim için kıyamam; bir tek onun için endişelendim açıkçası...
* * *
Yazı vakti geldiğinde "Gonzocuyum ezelden, gönlüm geçmez güzelden" diyerek Hunter S. Thompson’ın anısına güzel bir plak koydum.
Bütün toplantıyı, bütün yazıları, bütün bakış açılarını gözden geçirdim ve şöyle yazmaya karar verdim: