Paylaş
GÜNE iyi başlamak için gerekli küçük şeyler tedarik edilmiş.
Billy Taylor'dan ‘‘I Wish I Knew’’ dinleniyor ve Milo Manara albümleri 7 bininci kez filan karıştırılıyor.
Ben işte, böyle sakin ve mutlu ve keyifli bir cumartesi için gerekli hazırlıkları tamamlamışken devreye Topesto girdi.
Kapı zili bir süredir bozuk olduğundan, eve gelenler, 'tok tok' allah ne verdiyse ekleştiriyor...
Fakat Topesto biraz abarttı.
Sandım ki Haçlı ordusu benim evin kapısına dayandı, veriyor koç başını emektar kapıma...
Huzur ortamı anında bozuldu tabii.
Bütün aksiliğiyle salona yayıldı.
Hayır, biliyor benim koltuğumu, mahsus oraya oturuyor dingil!
‘‘Nedir durumumuz hayatta?’’ dedim.
‘‘Normal’’ diye cevap verdi.
*
Sonra 10 gün önceki filan bir Hürriyet'i önüme fırlatıp ‘‘Bu başlığı güçlendirebilirdiniz’’ dedi.
Topesto'nun böyle bir genel yayın yönetmenleri üstü hali hep vardı zaten.
Hangi habermiş diye baktım. ‘‘Aç kalan Hutular, gorilleri yemeye başladı’’ diye bir haber.
‘‘Daha ne diyeceklerdi, başlık gayet net ve sarih’’ dedim.
'Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi yer mi' diye bir patlangaç koyulsaymış, çok esprili olurmuş.
Gözlerim herhalde dana gözü kadar olmuştur, bu hiper ırkçı yaklaşım karşısında.
Ama bu nasıl gülüyor, anlatamam (itiraf edeyim, istemeden de olsa, ben de güldüm).
‘‘Sen ya hain, ya ırkçı, ya da ikisi birdensin’’ dedim.
‘‘Sanki benim sünnet davetiyemi tanıdığım herkese e-posta yoluyla dağıtan kişi sen değilmişsin gibi konuşuyorsun’’ dedi.
Sen de hainsin demeye getiriyor, bu doğru.
Fakat herifin sünnet davetiyesi mükemmeldi.
Eskiden hızlı solcu olan bir anne-babanın, biricik evlatları için hazırlattığı bu davetiye, Guggenheim'da bile sergilenebilecek bir tasarım harikasıydı.
Detaylandırırsam Topesto kesin bende kalıcı hasar bırakacağından bu konuyu 'şimdilik' kapatıyorum.
*
Sonra gömlek cebinden bir kupür çıkardı ve yüksek sesle okumaya başladı.
Prens Philip'in gaflarıymış...
Siz de okumuş olabilirsiniz. Yok işte, ‘‘1981'de İngiltere'deki kriz sırasında, ‘‘Herkes daha çok tatil yapmak istiyordu. Şimdi neden işsizlikten yakınıyorlar, anlamıyorum’’ filan diyor.
Komik ama acımasız.
Topesto, acımasız davranmadan iyi espri yapılamayacağını savunduğu için Prens Philip'i yeni ilahı ilan etti.
Aşağılık bir insan yani sizin de gördüğünüz gibi.
Fakat, dostumu şurada bozuk para gibi harcamış olmak da istemem. Kesinlikle ırkçı değildir. Sadece acımasızı oynamayı seviyor. Yoksa altın gibi bir kalbi vardır...
*
Neyse, bir süre burada tekrarlanması tatsız sonuçlar doğurabilecek adi espriler yaptıktan sonra, Riko'yu da arayıp dışarı çıkmaya karar verdik.
Riko, ‘‘Limonlu Bahçe diye bir yer açılmış, oraya gidelim’’ dedi.
Topesto bir süre ‘‘Adında Suzanna Tamaro hassasiyeti seziyorum, kız mekanı olmasın’’ dedi. Riko, ‘‘Yok usta, Tophane'ye yakın bir kere... Muhit kaldırmaz öyle kız mekanını’’ dedi.
Mekanın kapısına vardık, içeri girdik. Bir baktık ki ortada hakikaten bir bahçe var ve hakikaten o bahçedeki ağaçlardan biri de limon ağacı.
Millet çimlere yayılmış.
Bir şey dikkatimi çekti, çimene yayılanlar hemen gözlerini kapıyorlar ve Nirvana'ya ulaşmış yüce ruhlu insanlar gibi ağır ağır hareket etmeye başlıyorlar.
Topesto'ya sorsanız, ‘‘Delikanlıya lazım değil, bu huzur ortamları...’’
Biz ruh hastaları gibi gittik o güneşli havada pırıl pırıl bahçenin en kuytu, en karanlık köşesine ve ortalığı incelemeye başladık.
Ortam güzel, insanlar şahane fakat dedim ya, biz ruh hastasıyız.
Riko, sarmaşıklara asılı bir oyuncak kuş kafesi buldu, onu kurcalamaya başladı.
Bu böyle kurcalarken kuş bir anda cik cik ötmeye başladı.
Yan tarafta oturan insanlardan biri o dakika panikle yerinden fırladı ve ‘‘Deprem, deprem!’’ diye bağırmaya başladı.
Meğer o kuş, deprem kuşuymuş, sallanınca ses çıkarıyormuş.
Rezil olduk yani millete...
Başka bir şey var mı, tabii var ama yerimiz bu kadar.
Paylaş