Geçen çarşamba gecesi Levent'teki Galatasaraylılar Cemiyeti'nde özel bir gece vardı. Topesto biraderimiz sabahtan aradı ‘‘Akşam cemiyete takım da gelecekmiş, takılalım mı? Candan Erçetin de barmaid'lik yapacakmış’’ diye.
Hálá Fenerbahçe maçının gazı da olduğundan ‘‘Gidelim’’ dedim. Ben gittiğimde eleman oradaydı. Takımın tamamı olmasa da Ümit Karan, Xavier, Batista filan oradaydı. Fatih Terim de gelmiş, eh daha ne istiyorsun.
Takım ve hocanın oturduğu masanın etrafı haliyle kalabalık. Kameralar, forma imzalatmak isteyenler, hatıra fotoğrafı çektirenler...
Hocanın kafası biraz rahatlayınca Topesto'yla gidip merhaba deme kararı aldık. Hoca'yla CNN Türk'e program yaptığı dönemden tanışıyoruz. sonra deplasmanlar filan, var biraz muhabbetimiz.
Gittik yanına ‘‘Hocam iyi akşamlar’’ diye. Merhaba, nasılsın, iyi misin faslından sonra direkt konuya girdim, ‘‘Hocam sakatlığımız var’’ diye.
Fatih Hoca ‘‘Hayrola, ne oldu?’’ dedi.
Topesto'yu göstererek ‘‘Ümit'in ikinci golünden sonra tribün haliyle biraz karıştı. Benim sol tarafım tutmuyor, arkadaşın da bacağı morardı. Gol sevinci kurbanı olduk’’ dedim.
Hoca baktı ve şu cevabı verdi: ‘‘Madem sakatsınız... O zaman sizi bu hafta dinlendireyim ben. Sonraki hafta forma veririm size...’’
Yani arkadaşlar, bugün İstanbulspor maçında beni sahada görmeyince kahretmeyin, haftaya bomba gibi geliyorum...
Manu Chao'nun selamı var
Yazının başlığını laf olsun diye öyle koymadım, harbiden selamı var Manu Chao'nun. Nasıl olduğunu anlatayım.
Benim bir arkadaşım, Manu Chao'nun da arkadaşı. Ne biçim arkadaşların var demeyin. Bir de diğer elemanı düşünün. Onun arkadaşı Manu Chao. Ben ise Manu Chao'nun arkadaşıyla arkadaşım.
Yani mesela cep cihazında Manu diye Manu Chao kayıtlı. Sinir bozucu değil mi? Benim de bozuluyor, sormayın.
Neyse, bu mümtaz şahsiyet İstanbul'a karın çığ formatında yağdığı günlerde Barcelona'ya gitti.
Ve orada bulunduğu süre içinde paso Manu Abi'yle takıldı. Evde sürekli parti, sonra konser, konser dönüşü parti. İnsanı ortasından çatlatacak bir tatil yaptıktan sonra döndü.
Giderken bu arkadaşa ‘‘Sana üç yıldızlı bir Cimbom forması vereyim, Manu'daki iki yıldızlıydı’’ dedim.
Hakikaten Manu İstanbul'a konsere geldiğinde bir adet Galatasaray forması edinmiş, hatta bu formayla festivallere filan çıkmıştı.
Ama denk getiremedik bir türlü ve ben formayı veremedim.
Arkadaşımın dönüşte anlattığına göre, Manu hálá giyiyormuş formayı.
Asıl habere geçelim bu kısmını bırakıp işin. Manu demiş ki, ‘‘Ben yine İstanbul'a geleceğim.’’
Eğer büyük bir aksilik olmaz ise Manu hakikaten yaza kadar İstanbul'a gelmeyi ve Babylon'da 4 veya 5 gece çalmayı planlıyor.
Büyük salonlarda konser vermeyi sevmediği için küçük bir yer ve birkaç konser istiyormuş.
Umarım bir aksilik olmaz ve baba gelir dağıtır buraları.
Bu arada forma muhabbeti sırasında ‘‘Selam söyle’’ demiş.
Yani martaval atmıyoruz burada ‘‘Manu Chao'dan selam var’’ derken.
Eserlerim Japonca'ya çevriliyor artık
Şimdi arkadaşlar, enteresan bir durum var.
Ben yazdığım bir yazıyı okuyamıyorum, çünkü yazı Japonca.
Nasıl oluyor bu açıklayayım.
Spor Müdürü Esat Yılmaer, birkaç ay önce gelip ‘‘Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı almasıyla ilgili yazın vardı değil mi senin?’’ dedi.
‘‘Var’’ dedim. ‘‘Ver bakalım onu’’ dedi. ‘‘Abi üstünden biraz geçmedi mi’’ türünden bir ukalalık yapmadan verdim.
İki ay sonra Esat Yılmaer elinde bir dergiyle geldi ve ‘‘Al bak yazına’’ dedi. ‘‘Hangi yazıma? Bu ne ya?’’ dedim. Çünkü adı World Soccer olsa da dergi gayet Japonca bir dergi. Bir tek adımı okuyabildim Latin alfabesiyle yazıldığı için.
Sadece benim değil, İlhan Söyler'in, Alper Mert'in, Fatih Doğan'ın ve Mert Aydın'ın da yazıları var. Türkiye Dosyası hazırlamışlar.
İnsanın yazısını okuyamaması garip ama kendimi iyi hissettim ‘‘Artık eserlerimi Japonca'ya çevriliyor’’ diye...
Bu hafta böyle karışık teknik çalışmış olduk. Haydi artık gideyim ben di mi?