Paylaş
Cevap “Pensilvanya” adına Ekrem Dumanlı’dan geldi: “Sen gelmedin mi Pensilvanya’ya?.. Sen de gelmişsin, çay içmişsin, kahvaltı yapmışsın. Çoluk çocuğunla beraber, akrabanla beraber gelmişsin. Bizi niye bu kadar üzüyorsun kardeşim. Allah’tan biraz korkun ya...”
Eylül 2013’te o tarihte Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu gerçekten de Fethullah Gülen’i ziyaret etmişti ailesiyle birlikte.
Davutoğlu’na “Evet gittim ama bir sor niye gittim?” dedi, bu ziyareti onayladı.
Ancak tek başına çıkabileceği tartışmayı Erdoğan ve Gül’ü ziyaret ederek “Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ı bilgilendirerek gittim” dedi ve çarşıyı karıştırdı.
Gül önce “Benim bu ziyaretten sonradan haberim oldu” mesajıyla “Uzatma, beni de bu işin içine çekme” dedi.
Davutoğlu sonraki demecini stratejik derinliğini ölçtükten sonra mı vermiştir bilemem ama lafı “Cumhurbaşkanı yanlış hatırlıyor...”a getirerek “Benim zihnim berrak” açıklamasını yaptı.
Gül’ün sonraki demeci aynı zamanda yakın arkadaşı olan Fehmi Koru’nun köşesinden sert geldi: “Benim de zihnim berrak!” Gül, konu hakkında önceden haberdar edilmediği için rahatsızlık duyduğunu ve bu rahatsızlığı çevresiyle paylaştığını söyledi.
Sonra ayaküstü verdiği demeçte “Konu kapandı” dedi, dün de Bülent Arınç “İkisi de haklıdır” diyerek Nasreddin Hoca fıkrasına göz kırpan komik bir demeç verdi.
Son geldiğimiz noktayı özetleyeyim:
Davutoğlu konuştu.
Dumanlı bozdu.
Davutoğlu ağabeylerini çağırdı.
Bir ağabey “Bana mı sordun?” dedi.
Diğer ağabey, ağzından paralel suçlamasını düşürmeyen ağabeyden ise “Çıt!” yok.
Haberi var mıydı, yok muydu, bilemiyoruz henüz!
“Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu” haberi olan büyük ağabeyin bu ziyareti bilmemesi mümkün mü?
*
Gündemi çılgınca bir hızla değişen ve hafızasını bu hızda kaybetmeye alışkın bir toplumuz.
Eylül 2013’ü biraz öncesine sararak hatırlayalım.
18 Nisan 2013, MİT, Başbakan Erdoğan’a bilgi notu yolluyor.
Reza Zarrab’ın hükümetle ve bazı bürokratlarla ilişkisinin iktidar aleyhinde kullanılabileceğine dikkat çekiliyor.
17-25 Aralık sürecinde su yüzüne çıkan ilişki zincirini özetle ama apaçık anlatan MİT’e ait notun ardından trafik başlıyor.
2013 Mayıs ayındayız. İktidar ve AKP arasında sular bulanmış ancak AKP’nin ya “barışma ümidi” ya da “niyet anlama çabası” var.
Mayıs ortalarında eşiyle birlikte Fethullah Gülen’i ziyaret eden Bülent Arınç şöyle anlatıyor: “Başbakan’a (Erdoğan) gitmeden önce konuyu açtım. ‘İzin verir misiniz, uygun görür müsünüz?’ dedim. Çok memnun oldu. ‘Keşke biz de görüşebilsek’ dedi. ‘Selamlarımızı götürürsünüz... Sevgilerimi iletin, bir emri olur mu, tavsiyeleri olur mu öğren’ dedi.”
Gülen’in “dünya meseleleri üzerinde dikkat tembih ettiği” görüşmenin niteliğini de Arınç’tan dinleyelim: “Başbakan’ın şahsına karşı çok büyük duaları var ve çok seviyor. Ancak bazı konularda, üslup konusunda dikkat etmemizi söylüyor. Bir yanlış varsa düzeltebileceğimizi ifade ettim. O da bunlardan çok memnun oldu...”
Malum, yaz ayları ilerledikçe dershane görünümlü tartışma büyüdü, cemaat medyası ve havuz medyasında keskin kalemliler öne sürüldü, imalı açıklamalar yerini açıkça tehditlere bıraktı ve fırtına koptu.
“Fırtına” diyen Başbakan Davutoğlu...
Eylül 2013’teki ziyaretini şöyle özetledi: “Fırtına öncesi... Meşruiyet zeminine son bir çağrıydı.”
Cemaat yine anında yalanladı: “Suriye konuşuldu. İç siyaset gündeme gelmedi. Dön çağrısı da yapılmadı.”
*
Hikâyemizde detay çok...
Mesela Davutoğlu’nun Gülen’i ziyaret ettiği sırada ABD’de olan iki gazeteciden Fehmi Koru “Ben bilmiyordum, fark etmedim” dedi, Abdülkadir Selvi ise “Ben biliyordum, 19’unda Gül’ün danışmanını da alıp gitti” dedi.
Neticede sevgili okur...
Suriye mi konuştular, son bir anlaşma zeminimi aradılar, o mu biliyordu bu mu, onun zihni mi bunun zihni mi berraktı bilmemize imkân yok.
Belki “büyük ağabey”, bu konularda tek söz sahibi ağabey de konuşur, niye elçi(ler) salındığını, ne pazarlıklar yapıldığını ve ortaklığın hakikaten neden bittiğini öğrenmiş oluruz.
Yoksa bu durumda sadece Fehmi Bey burnunun dibindeki haberi Abdülkadir Selvi’ye kaptırdığıyla kalacak; bunca yılın kulis yazarı gazetecilik tabiriyle “uzun atlamış” olacak.
Ama niye atlamış olsun ki? Baktım, Abdülkadir Selvi de bu kıymetli bilgiye o günlerde sahip olmasına rağmen paylaşmayı uygun görmemiş ve sadece Gül’ün BM temaslarını yazmakla yetinmiş.
Durumlar böyle, siz hesabınızı yapın...
Paylaş