KILIÇDAROĞLU-Fırat müsabakası kamuoyunu epeyce eğlendirdi. Evde bir mısır patlatmadığım kaldı o gün.
Tartışma bittiğinde "Bari Uğur Dündar bir parti kursa" diyenlerin çoğunluğu oluşturduğunu düşünüyordum.
CHP etkili muhalefetin tadını alınca, Deniz Baykal öncü kuvvetin performansından memnun kalınca, ikinci çağrı geldi.
Baykal, Başbakan Erdoğan’ı yine Uğur Dündar’ın hakemliğinde ringe davet etti.
Uğur Dündar "Orrayt!" dedi fakat Başbakan "Prim mi yaptıracağım?" diyerek kabul etmedi.
* * *
Olmadı. Oysa heveslenmiştim. Kimbilir daha neler öğrenecektik.
Siyasi mekanizmanın tamamının çürümüş olduğunu düşünen benim gibiler için fikir sağlaması oluyor bu tarz kapışmalar. Temiz yok, daha az kirli var...
Bu durumda kapıştıracak çiftler düşünmeye başladım.
* * *
Aziz Yıldırım-Menajer Tutumlu: Konu başlığı Mehmet Aurelio. Reyting rekoru kırar. Tuncay Şanlı da telefonla bağlanabilir.
Kamer Genç-Bülent Arınç: Yaratacağı stüdyo ambiansı bile süper olur. Bu tartışmayı Reha Muhtar yönetsin. Daha iri duruyor; ayırması kolay olur.
Yalçın Küçük-Yalçın Küçük: Tek başına bile köpürüyor stüdyoda. Solo performansından memnunuz, kendisiyle tartışsın.
* * *
Medyum Memiş-Medyum Keto: Unutulmaz bir sahne. Erken dönem televizyon klasiği. Konu başlığına gerek yok. Ön program olarak, nostalji kuşağı şeklinde bir Hande Ataizi-Sevda Demirel karşılaşması da düşünülebilir.
Bülent Ersoy- Kenan Evren: Aynı jüride buluşturmak mümkün olsa keşke. Tabu deviren Bülent Ersoy’un Kenan Evren’le "sanat" üzerine konuşmaları neticesinde İstanbul Modern’e bir "video yerleştirme" de çıkar. Tartışma sanat eserine dönüşür.
Erol Günaydın’ın bayram hediyesi
HAYATTA en iyi anlaştığım insanlar yaşlılar ve çocuklardır.
Afra tafra yapmazlar, doğru konuşurlar, inandıklarını söylerler.
Ve çok karışık gelen meseleleri pratik bir şekilde, bazen tek cümleyle çözüme ulaştırırlar.
Benim de dahil olduğum arada kalan yaşlardakiler maalesef biraz sahtekár oluyoruz!
Bayramda bunları hatırlamama vesile olan kişi Erol Günaydın ustamız.
Bayram için kapısını çalan televizyon muhabirine "eski bayramları" anlatıyordu Günaydın.
Ev ziyaretlerinde dikkatini çeken bir detayı aktarırken, yıllardır sorulan ve korkum o ki yıllarca da sorulacak olan "N’olacak bu memleketin hali?" sorusunun da cevabını vermiş oldu:
"Ziyarete gittiğimiz evlerde duvarlarda aile fertlerinin fotoğrafları olurdu. Bir de bazen, nadir olarak röprodüksiyonlar filan. Fakat hiçbir evde kütüphane hatırlamıyorum. Kitap bulunmazdı o evlerde..."
Bir daha "N’olacak bu memleketin hali?" bahsi açıldığında bulunduğunuz ortamın duvarlarını gözden geçirin.
Bakın bakalım ne okuyoruz, ne kadar okuyoruz?
Neyi okuduğumuz da önemli ama o kadar önemli değil.