Paylaş
Tıpkı 50 yıl önce olduğu gibi.
50 yıl önce 3 gün 3 gece süren tren yolculuğunun ardından dilini bilmedikleri, haritada yerini bile gösteremeyecekleri bir ülkeye inen Türk işçilerin hisleri karışık.
Bir elinde Türkiye bir elinde Almanya bayrağı tutan İbrahim Yorgun, “sembolik” meyve poşetlerini görünce daha fazla dayanamayıp sarsıla sarsıla ağlamaya başlıyor.
Çevresindekileri de ağlatarak...
TRT Türk’ün, Türkiye-Almanya arasında resmi işçi alım anlaşmasının 50’nci yılı için düzenlediği tren seferini son etabında, Salzburg-Münih arasında yakaladım.
Hükümet üyeleri, bürokratlar, gazeteciler ve ilk kuşak Almanya yolcularını taşıyan tren pırıl pırıl bir havada nihai hedefine doğru ilerlerken, bugün sayıları 3 milyonu aşan (kimilerine göre çoktan 4 milyonu buldu) Almanya’daki Türklerin ilk kuşak temsilcileriyle konuşuyoruz.
“İlk gelenler işaret diliyle anlaşmaya çalışırmış. Ne yol, ne dil bilmemek, yabancı memlekette dilsiz kalmışsın gibi...” diyor daha genç kuşaktan bir Almanyalı Türk.
Pazar günleri, boş günlerinde ne yapacaklarını bilemediklerinden gar çevresinde toplanırlarmış.
Birbirlerinden haberdar olmak, dert paylaşmak ve gelen trenlerden bir Türkçe gazete çıkmasını umutla beklemek için “hauptbanhof”ları mesken tutmuşlar.
Pazar günü, 30 Kasım 1961’in 50’nci yılında ise duygu ve coşku dozu yüksek bir toplantı için toplanılmıştı.
Yaşlı ve neşeli bir amca “En büyük isteğim bir Mercedes otomobile sahip olmaktı. Şimdi dört tane var maşallah” diyor kahkahayı patlatarak.
Köln’den gelen Zeynep Yıldırım “En çok ne zorlamıştı sizi?” sorusuna önce kısaca “Gurbetlik...” cevabını veriyor.
“O yıllarda otomatik telefon yoktu. Ne haber alabilirdik ne haber verebilirdik sevdiklerimize. Büyüklerimizi kaybettik, haftalar sonra haberimiz oldu yeri geldi” diye devam ediyor.
Bugünkü durumdan çok memnun ama: “Uçak bol, telefon var, çok şükür...”
Kendilerinden “gurbetçi” olarak bahsedilmesinden hoşlanmıyorlar.
Hele “göçmen” denmesinden hiç...
Tercihleri “Almanya’daki Türkler” veya “Almanyalı Türkler”.
Türk televizyonlarından vazgeçemiyorlar ama açıkçası çok şikâyetçiler.
“Bakalım yazacak mısın? Yazmazsan vallahi seni Uğur Dündar’a şikâyet ederim” diye beni bir süre tatlı tatlı fırçalayan Gönül Kendigeldi konuşuyor:
“8.90 Euro veriyorum ayda ama televizyonda bir şey yok. Nur içinde yatsın ama Kemal Sunal filmi seyretmekten gına geldi. Niye Türkiye’deki yayını izletmiyorlar bize? Yaz bak, çok kızarım. Ama hemen affederim, zaten önümüz bayram...”
50 yılda başarılı sanatçılar, sporcular, işadamları, politikacılar yaratan bir topluluğa dönüşen Almanyalı Türklerin dilek ve istekleri, dertleri elbette buraya sığmaz.
Ama şunu unutmayın: “Gurbetçi veya göçmen” demek yok.
Bir de o armut, elma, muz kumanyasıyla karşılanan ilk kuşağın hakkını ödemeyi unutmayın, yeter.
Paylaş