Yeri geldiğinde Japon ligi maçlarını bile heyecanla seyreden bir futbol meraklısının Barcelona-Inter arasında oynanacak rövanş maçını es geçmesi nasıl açıklanabilir?
Hemen cevap vereyim: Gevende ve Balbazar’ın birlikte verecekleri konserle, yani iyi müzikle.
Çarşamba akşamı Babylon Lounge’un barında, o saatteki tek müşteri olarak dikilmekteyim. Saat 21.30. Maçın başlamasına 15 dakika var. Bir yanım “Koş abi, dev ekranda maç hizmeti sunan bir mekana dal” demekte, fakat sesi cılız çıkıyor. Çünkü Balbazar, bu 16 kişilik şahane topluluk Fransa’da başlayan 50 saatlik bir minibüs yolculuğunun ardından memlekete ulaşmış ve Türkiye’nin en zihin açıcı topluluklarından Gevende ile randevusuna yetişmiş. Çünkü bu gencecik insanların bomba bir ortak performans sunacaklarından eminim. Çünkü bu çok sık gerçekleştirilebilecek türden bir operasyon değil. Çünkü Balbazar’ın davulcusu Cem Gelgün küçük kardeşim sayılır. Çünkü Balbazar’ı, Gevende’yi ve seyirciyi hep birlikte, bedenini kullanarak yöneten şef Deniz Fişek’in “sound painting” performansına şahit olmam gerekiyor. Çünkü iyi müziğin peşinden gerekirse her yere gidilir, her randevu ekilir. Daha önce gitmişliğim, ekmişliğim var, oradan biliyorum. Ve yalnız değilim. Babylon Lounge’un kapısından önce -kendisi de şu sıralar enteresan bir konsere hazırlanan- Sedat Ergin, sonra Nurcan Akad giriyor. Pardon Messi, pardon Mourinho, pardon Barça, pardon Inter. Sizden daha mühim bir işimiz var bu akşam... Hikayeyi toparlayarak anlatayım...
Balbazar Fransa’da kurulmuş, aralarında iki Türk gencinin de (Cem ve Deniz) bulunduğu büyük bir orkestra. Büyük derken rakam vermiştim zaten 16 kişiler, asri zaman big-band’i. Türkiye’den bir toplulukla beraber müzik yapmaya karar veriyorlar. Gevende’yi dinler dinlemez “Budur” diyorlar. Eskişehir’den çıkan Gevende de “Budur” deyince 2 yıl önce buluşuyorlar. Daha önce Gevende gitti, Fransa’da beraber çaldılar. Amaçları Türkiye’de de aynı işi yapmak. Fakat zor ve masraflı bir iş bu. İstanbul Fransız Kültür Merkezi ve iki ekbin plak şirketleri Baykuş Müzik’le Pave Jazz firmaları destek verince operasyon başlıyor. “Eyyafyallayöküll”ün patlaması bile ekibi yolundan çeviremiyor ve elemanlar memlekete ulaşıyor. Önce Ankara sonra İstanbul ve son olarak Eskişehir’de üç performans vereceklerini ve bunların art arda olduğunu düşünürsek “Serde gençlik olmasa kalkışılacak iş değil” dememiz gerekiyor. Fakat Babylon’un bu konser için modifiye edilen sahnesine 20 küsur genç insan çıkıp aşkla müzik yapmaya başlayınca bütün zorluklar geride kalıyor. Salon tıklım tıklım. “Memleket için hâlâ bir umut var” dedirten bir doluluk. İki davul, bir perküsyon, nefesliler, gitarlar, vokaller patlıyor. Caz hattı üzerinden ilerleyen, 1970’lerin “hiper cool soul sound”una selam çakan, dinlediğim en güzel “Bohemian Rhapsody” yorumunu ve Gevende’nin taşıdığı bizden ritimleri de harmanlayan müthiş bir müzikal macera. Müziğin birleştirici gücünün, herkesin anladığı ortak bir lisan olduğunun canlı ve hayli kalabalık bir kanıtı. Konser bittiğinde müzisyenlerde de, dinleyenlerde de “Haydi bir tur daha atalım” havası vardı.
Gevende ve Balbazar şartlar oluşursa seneye de buluşmak azminde. Bu başarılı ortaklığın neticesini gördükten/izledikten/dinledikten sonra şartların bir şekilde oluşacağından eminim. Maç mı? Mourinho yapmış yapacağını işte boşverin; bir fırsat çıkmasını ve Balbazar/Gevende’yi dinlemeyi bekleyin...