ŞİMDİ efendim, geçen hafta Berlin Hayvanat Bahçesi'nde buluştuğum aslan, kaplan kurt gibi arkadaşlarımdan söz etmiştim size.
Bu Berlin'in hayvanat bahçesi, bir günde zor gezilen bir yer. Haliyle bir yazıda anlatmak da pek mümkün olmuyor. Daha bunun öküzü var, kuşu var, yılanı var, zebrası var (cızgılı at)...
Geçen hafta mevzuyu, ‘‘Ben cimbomun maçı için Yozgat'a gidiyorum, bir şey istiyor musunuz oradan’’ diye bitirmiştim. Boşa kelime harcamışız. Yozgat'tan size ancak kar topu getirebilirdim.
Yozgat zaten minnacık bir ilimiz. 60 bin nüfus varmış. Tekel'in bira fabrikası var ama bira yok mesela, enteresan bir yer.
Bir de Yozgatspor taraftarı her golden sonra ‘‘Bu gece bardaaaaaaa, gönlüm hovardaaaaa, çalsın sazlar, oynasın kızlaaaaaar’’ diye bağırıyor. Sormak isterim hangi bara takılacaksınız arkadaşlar? En yakın bar 220 kilometre uzaktaki Ankara'da...
Ama Yozgat'ın hakkını yemek istemem. Bir kere ‘‘Hititler kek miymiş?’’ diye sorarlar adama. Hititler gelip buranın 80 kilometre filan ötesinde medeniyet kurmuş. Yani bozkır filan derler ama neticede bir takım güzellikleri var. Yemekleri güzel, insanı dostça davranıyor.
Zaten bu dostluklarını Doğan Koloğlu ağabeyimizle Sabah'tan Levent Tüzemen'e otomobillerine kadar ‘‘eşlik ederek’’ de gösterdiler.
Hakem Selçuk Dereli, Sergen'e hak ettiği kırmızı kartı göstermedi diye dünyanın en beyefendi insanı, babaları yaşındaki Doğan Bey'e saldırıyorlar. Yozgatlılara hiç yakışmadı, o kadarını söyleyeyim. Herhalde onlar da sonradan üzülmüşlerdir yaptıklarına.
* * *
Her neyse... Geçen hafta kurtları nasıl gaza getirdiğimi anlatıp, mevzuyu bağlamıştık.
Kurtlarla bir müddet daha kafa bulup, huzurlarından ayrıldıktan sonra su aygırının bulunduğu bölüme gittim. Su aygırı malumunuz iri bir arkadaş. Haliyle bunlara kocaman bir bölüm ayırmışlar. Su aygırları işin gösteri bölümünü çözmüş. Üç dört tanesi arka tarafta yayılıp etrafı keserken, bir tanesi gelenlere şov yapıyor.
Şov dediğim de, fok gibi burnunda top çevirmiyor. Yapı itibariyle ağırbaşlı, aile terbiyesi almış bir hayvan su aygını. Geliyor havuzun kenarına, cam bölümün arkasında öööööyle duruyor.
Yanına geçip elinizi omzuna atıp fotoğraf bile çektirebilirsiniz. O kadar sakin. Arada bir kendini daldırıyor dibe. Orada da öylece duruyor.
Sıkıldım onu seyretmekten ve vurdum kendimi yine yollara. En sıcak, en duygusal anları ayılar ile paylaştım. Onların soğukla bir problemleri olmadığından dışarıda kafalarına göre takılıyorlar. Ayılar kendilerine ayrılan bölümde sohbeti koyulaştırmışken ben de tedbiri elden bırakmadan uzaktan seyrediyorum (Artık seyredince ne oluyorsa demeyin, gidip kafasını okşayacak halimiz yok allahın ayısının.)
İçlerinden bir tanesi, muhabbeti kesip müşteriyle ilgilenmek zorunda kalan bakkal tripleriyle bana doğru gelmeye başladı. Arada tel ve hendek bulunduğu için rahatım ama refleks olarak ayının her ileri adımında ben yarım adım filan geriliyorum.
Bu yaklaşabileceği kadar yaklaştı. Tam ben hazırladığım soruyu yöneltecekken gözlerimin içine baktı ve ‘‘Gnaaaaaaaaaargh’’ diye esnemeyle höykürme arası bir şey yaptı, sonra poposunu sallaya sallaya diğerlerinin yanına döndü.
Yüzüme esnenmesi şeklinde bile olsa nihayet bir hayvanla iletişim kurmak içimi rahatlattı. Bir de kabalık yapanlara ayı derler. Ne kadar yanlış bir kanı. ‘‘Hazırladığın soru neydi?’’ diye merak edenler olabilir. ‘‘Usta bakıyorum sizin kış uykusu yalan olmuş. Sizin uyuyor olmanız gerekmiyor muydu?’’ die soracaktım. Vakit olmadı.
* * *
Vahşi köpek, kartal, zürafa derken, soğuktan kurtulmak için sıcak bir yere kaçma fikrini benimsedim.
Yekten akvaryum bölümüne yazıldım. Akvaryum dediğime bakmayın. Tabii ki envai çeşit balık var. Yenen türde balık pek yok ama tropik balıklar vesaire hepsi orada. Fakat, timsah var, yılanlar var, böcekler var...
Timsahlara bir nehir ambiansı yaratılmış. Üstlerinden de bir köprü geçirmişler. Siz o köprünün üstünden bunların yatışını seyrediyorsunuz.
Ben ne olur ne olmaz diyerek köprünün kenarına yaklaşmadım. Kurt hadisesinden ders çıkarmışım bakın kendime. Timsahlarda, tedbiri elden bırakıp aşağı düşmüş bir ziyaretçiyi yemiş gibi bir huzur seziliyor.
İnsan bir suya dalar, bir atraksiyon yaratır, ne bileyim ağzını açar değil mi? Yok, işte. Kaplan gibi bunlar da kalıbı sermişler.
Son olarak cumartesi gününüzü mahvetmeyeceğimi umarak, böcek bölümünden bahsedeyim. Böcekleri cam bölmelerde sergiliyorlar. Ama doğal ortam yaratmak için vermişler otu dekorasyona.
Böcek zaten küçük bir yaratık. Otların arasından göreceğim diye canınız çıkıyor. Örümcekler filan kolayda, kulağakaçan gibi bir böcek vardı, onu görene kadar 10 dakika baktım.
Bir de hamamböceği, bildiğimiz hamamböceğini sergiliyorlar. Tırışka bir mutfak dekoru yaratmışlar. Vitrinin içine de doldurmuşlar bir sürü hamamböceğini, dolanıp duruyor. Böğğ, hakikaten iğrençti...