Paylaş
Şaraptan iyi anlarım dersem Dionysos hiç üşenmez gelip çarpar herhalde.
Hayır, Dionysos’un çarpmasıyla kalsam yine iyi; bir de “Zeus’un oğlu tarafından çarpılmışsın. Ne işin var o deyusla?” diyeceklerle uğraşmak ihtimali var...
Tadını beğendiğim, fiyatları keseyi zorlamayacak bantta seyreden şaraplarla aramda bir nevi güven ilişkisi var; ezberimi bozmadan bu hatta ilerlerim genellikle.
Deneysel girişimlerim de oluyor elbette... Kimi hava atmamı sağlayacak neticeler verir, kiminde “Sirke içirseydin bari abi!” dedirtir eşe dosta.
Şaraptan anlayan dostlarımın “Bak bu iyidir ama şu senesi iyidir” şeklinde anlattıkları genellikle şişe bittiğinde zaten kafamdan uçup gittiğinden pek faydasını göremiyorum.
‘Deneme/yamulma’ metodu işimi görüyor şimdilik...
Şarap bağı ziyaret etmişliğim de yoktu bundan 10 gün öncesine kadar.
Sadece Tour De France seyrederken, bisikletçiler Bordeaux tarafına indiklerinde Caner Eler işaret ederdi “Sayın seyirciler işte meşhur Bordeaux bağları” diye, biz de “Vay!” çekerdik, o kadar...
Denizli, Güney’deki bağlara günübirlik gezi teklifi Ertuğrul Özkök ve Pamukkale Şarapçılık’tan Selda Tokat’tan geldi.
Selda Tokat bu teklifi birkaç ay önce tanıştığımızda yaptığında “Ben pek anlamam” konuşmamı yapmıştım, “Gel de anla o zaman” dememişti kibar bir insan olduğu için.
Neyse, zaman geçti, şartlar ve üzümler olgunlaştı ve Güney’e doğru yola koyulduk.
Denizli’ye gitmişliğim çoktur fakat Güney’i hiç görmemiştim; cennetten bir köşe...
Bu bölgeyi bir şarap merkezine çeviren kişi olarak bilinen şirketin yönetim kurulu başkanı Yasin Tokat karşıladı güleryüzle.
ÜZÜM DİLİNİZİ ISIRIRSA
Hemen üretimin yapıldığı merkeze geçtik. Pamukkale bir aile şirketi. Laf olsun diye değil. Üretimin yapıldığı, artık son derece modern makinelerle donatılmış merkezin üstünde evleri var. Hepsi yan yana, ortak bir balkon/terasla bağlı evlerde oturuyorlar Güney’deyken.
Merkezde bizi 20 yıldır Türkiye’de yaşayan önolog Jean Luc Colin bekliyordu.
Jean Luc, ‘üretici’ yerine ‘müstahsil’ diyecek kadar dilimize hakim. “Boğazkere ve Öküzgözü’nden ulusal bir şarap kimliği yaratmamız lazım” diyecek kadar bütünleşmiş, bir nevi Türkleşmiş, sempatik, orijinal ve deneyimli bir karakter.
Bütün zamanı bağları teker teker gezmekle geçiyor.
Türkiye’deki üzüm çeşitlerinden bahsederken memleketi karış karış gezdiğini, toprak karakterini ilçe ilçe, köy köy bildiğini fark ediyorsunuz.
Üretim alanındaki makineleri, bu makinelerde yapılan işlemleri tek tek, sabırla, benim bile anlayabileceğim şekilde anlatıyor.
Dev kazanların nasıl ve niye havalandırıldığını, üzümü ısırdığınızda tadı dilinizin hangi noktasında hissedeceğinizi, çıkan üzümlerin nasıl kullanıldığını (satılıyor ve satıştan elde edilen gelirle bölgenin fakir çocuklarına burs dağıtılıyor) gururla.
Bu arada Cabernet-Sauvignon’un bu kadar küçük bir üzüm olduğunu, bu kadar tatlı olabileceğini bilmezdim, düşünmezdim...
İSTİKAMET BAĞLAR
Mahzende teker teker ürünleri tattırıyor: “Bak bu Nodus’un Shiraz’ı... Bu Cabernet-Sauvignon’u...”
Bir yudum aldıktan sonra kadehin kalan kısmını bir kaba dökmeyi içime sindiremesem de tadım sırasında kafayı bulmamak için uyumlu davrandım tabii.
Tadımdan sonra istikamet bağlar oldu.
600 dönüme yayılan bağları gezerken topraktaki kirecin oranını, önemini, güzelliğini, bağın dikildiği yönün etkisini anlattı Jean Luc ve Yasin Tokat.
Bağda üzümleri toplayan köylülerle sohbet, direkt bağa dalıp üzüm yemece gibi atraksiyonların ardından bizzat Yasin Tokat tarafından yapılan bağevine gittik.
“Hayata bir gün çalım attığımı” o bağevinde geçirdiğim birkaç saat esnasında idrak ettim.
İki kadeh şarap ve harika yemeklerin ardından uzayıp giden bağlara, harika doğaya bakarken “Toscana halt etmiş” dedim.
Boşlarını topladığı şişeleri yıkadıktan sonra elleriyle tek tek etiket yapıştıran, mantarını takan, kamyona atlayıp kasaları satış noktalarına ulaştıran Yasin Tokat emeklerinin boşa gitmediğini görmekten mutlu ve gururlu vaziyette hikayesini anlattı.
Bir CEO’dan çok bölge insanına özgü samimiyet ve açıklıkla...
Akşam İstanbul’a dönerken “Gidip Güney’i görse keşke herkes” hissine eşlik eden şarabın değil bu başarı hikayesinin sarhoşluğuydu.
Paylaş