Paylaş
Wikileaks’in biz sıradan vatandaşlara sızdırdığı belgelerin satır aralarını, paragraf sonlarını, derin manalarını, dedikodularını, manipülatif özelliklerini okumak, analiz etmek için “uzmanlar” var; onlar sabahtan akşama, reklam arasından hava durumuna kadar konuşurlar, konuşacaklar.
“Yaşananlar diplomasinin 11 Eylül’ü müdür yoksa 11 Eylül’ün diplomasisi midir?”, “Tavuk mu Wikileaks’ten sızdı, yumurta mı?” gibi sorulara cevap arayacaklar.
Medyada konuşlanmış/konuşlandırılmış propaganda mekanizmaları, megafonumsu mikrofonlar, kalemi oy pusulsasındaki mührüne meyilli yazanlar “nalıncı keseri stiliyle” işine gelen belgeyi işine geldiği gibi yorumlayacaklar.
Bütün bunları izleyeceğiz elbette ama bu kez durum biraz farklı.
Belgeler, yazışmalar, yorumlar, izlenimler, raporlar orada, birkaç tuş uzağımızda olacak.
Skandallar silsilesini istediğimiz gibi biz de okuyup yorumlayabileceğiz.
Bu pisliği örtecek saman bulmak zorlaşacak.
Klavyenin kokusu, tezeği zorlayacak.
* * *
İşin beni asıl ilgilendiren kısmı, “dünya vatandaşları” olarak büyük ölçekte hayatımızı emanet ettiğimiz sistemin ensesine atılan şaplaktır.
Aslan Wikileaks afra tafrayla, “Bu dünyayı biz yönetiriz tamam mı cicoşlar?” iddiasıyla politika yapanların düzeyini, birbirleriyle ilişki kurma şekillerini, yüksek güvenlik altında yürütülüyor havası verilen iletişim sistemlerinin dandikliğini ortaya koymuştır, nokta!
Çoğunluğun Otto Von Bismarck’a, bazı araştırmacıların Amerikalı şair John Godfrey Saxe’e dayandırdığı bir laf vardır: “Kanun yapımı, sosis yapımı gibidir, görmeseniz daha iyi” gibilerden...
Aslan Wikileaks sayesinde ortalığa serilen raporları okurken “Diplomasi ve genel manada siyaset de sosis üretimi gibi mide zorlayıcı bir iştir” dememek mümkün değil.
Ortalık yıkılır yıkılmaz, Pandora’nın Kutusu açılmıştır veya kedi geçmiştir onu kestiremem.
Toplu halde kıvrak ve pişkin şekilde skandalı zıplayarak aşmaları kuvvetle muhtemel.
Ama şaplağı gördüm!
Ve ama belgeleri okumaya başladığımdan beri gözümün önünde şöyle bir ikili görüşme manzarası var:
Hillary Clinton: Kem!
Ahmet Davutoğlu: Küm!
Elimde değil, düşünüp düşünüp gülüyorum.
Aslan Wikileaks, patlattın şamarı bu leş sistemin ensesine, ellerin dert görmesin.
Araya bakan sokan çakma sinemacılar kim
SENARYOSUNU Avni Özgürel’in yazdığı “Mahpeyker” filmini seyretmedim.
Bu sebepten film üzerinden Avni Özgürel ve İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı Sinema Direktörü Yusuf Kaplan arasında başlayan ve bazı köşe yazarlarını da içine çeken polemik üzerine görüş belirtemem.
Ancak Yusuf Kaplan’ın dün Yeni Şafak’taki cevap yazısının son cümlesi kafama fena takıldı, sormadan geçemem.
Yusuf Kaplan “Entelektüel sefalete ve yetimin parasının peşkeş çekilmesine göz yumamam” başlıklı köşe yazısını şu cümlelerle bitiriyordu:
“Benden hiç kimse, entelektüel ve estetik sefalet örneği çalışmalara yetimin, kimsesizin, garip gurabanın parasını babamın malıymış gibi peşkeş çekmemi, çarçur etmemi beklemesin.
Benden önceki dönemden kalan, yapıldığında kıyametler koparacak, inanılmaz gerginliklerin, tartışmaların yaşanmasına yol açacak türden 400 civarında çakma projeyi reddettim.
Araya bilip bilmeden giren bakanlara, devlet ricaline filan da gerekli cevabı en sert şekilde verdim vesselam...”
Sayın Kaplan’a “Bilip bilmeden filmlere maddi destek arayan bakan ve devlet ricalinin” adını sorsak cevap alır mıyız bilemiyorum.
Ama merak ediyorum, araya “bakan ve devlet ricalini sokan” sinemacılar kimlerdir?
İsimlerini öğrenebilir miyiz?
“Çakma” projelerinin içeriğini öğrenebilir miyiz?
Utanmaları var mıdır, anlayabilir miyiz?
Haydi bakanları, bakmayanları ve devlet ricalini geçelim, o “çakma” sinemacıları, o “yetim parasına göz dikmişleri” bir sinemasever olarak tanıyabilir miyiz Sayın Kaplan?
Lütfen.
Paylaş