ABD'de pozitif milliyetçilik testi

DEPLASMANA gitmek, tribün camiasında nefere itibar verir. Kocaeli, Bursa, Ankara, İzmir filan da mühimdir ama en itibarlı deplasmanlar uzak olanlardır.

Şu hayatta Galatasaray'ın peşinden gitmediğim yer kalmadı herhalde. Burada uzun uzun deplasman muhabbeti yapmayacağım. Ama deplasman hadisesine noktayı koymuş olduğum da bilinsin istiyorum.

Arkadaşlar, bu fakir, geçen hafta Galatasaray'ın yıldız takımıyla birlikte Portland deplasmanındaydı.

Bizim 14-16 yaş takımı Nike Premier Cup'ta önce Türkiye sonra da Avrupa Şampiyonu olmuştu ya, işte o takım ABD'nin Oregon eyaletinin Portland şehrine Dünya Kupası oynamaya gitti.

Ben de aynen peşlerinden tabii. 6 maç yapıp 4'ünü kazandılar. 16 golle turnuvanın en çok gol atan takımı oldular. Hatta Özgürcan 6 gol atıp gol kralı oldu ama talihsiz bir Porto maçı yüzünden finallere kalamadılar ve 9'uncu oldular.

Canları sağolsun. Hepsini çok sevdiğim için isim vererek diğerlerine haksızlık etmiş olmak istemem. Fakat şu kadarını söyleyeyim, bu takımdan 4-5 yıl içinde A takıma bana göre en az 2, belki de 3 tane futbolcu gelir.

Hele bir tanesi var ki sormayın, öyle böyle değil. Başta Ali Yavaş ve Halim Fıçıcı olmak üzere bu takımı yaratan herkese Galatasaray camiası teşekkür borçludur.

***

Her neyse, sanırım yıldız takımla Portland'a giderek ‘‘uzak deplasman’’ konusunun dalağını yarmış olduğumu siz de takdir etmişsinizdir.

Portland'da 1 hafta boyunca sadece futbol maçı seyretmedim tabii ki. Mesela her gün Borders'a gitmek suretiyle iki kitap bitirdim.

Malum, yurt dışındaki kitapçılarda istediğiniz kitabı satın almadan, kitapçıda takılarak okuyabiliyorsunuz. Kimse de gelip ‘‘Hey man! Ne yaptığını sanıyorsun?’’ demiyor.

Hatta Japonya'da kitapçıda ayaküstü kitap okumak anlamına gelen ‘‘Taçiyomi’’ diye bir kelime bile var. Nereden biliyorsun diyeceksiniz, biliyorum ben öyle saçma sapan bazı şeyler işte.

Bir dünya yol gitmişim, çocuklararası bir futbol turnuvası seyretmek ve kitapçıda beleş kitap okumak dışında başka faaliyetlerim de oldu.

Mesela Kelly's Olympian'a gittim. Nedir Kelly's Olympian? Hiiiç, kaldığım otelin hemen dibindeki bar işte.

Portland'daki ilk günümde, gazeteleri kaptığım gibi kahve içecek bir yer aramaya çıktım. Ortalık Starbucks kaynıyor. Fakat benim amacım, kahvenin bittikçe tazelendiği türden tipik bir Amerikan kıraathanesi.

Kelly's Olympian Bar da tam böyle bir yer. Tavana sabitlenmiş 7 tane motosiklet biraz tuhaf gözükse de sakin, loş, rahat koltukları bulunan ve çok iyi müzik çalınan bir yer.

İkinci, üçüncü gün derken önce mürettebatla, yani bar personeliyle sonra da müdavimlerle muhabbete başladım.

Geceleri barda artık evimin bir eşyası gözüyle bakmaya başladığım taburemde oturuyorum. Hemen yanımda da Gibson Abi'nin taburesi var.

Gibson Abi Portland'ın içinden bir afro-amerikan. 54 yaşındaki bu kıymetli ağbim biraz daha yaşlı gösteriyor. Sürekli 1 dolarlık Keno (4 dakikada bir yeniden çekilen bir lotarya) oynuyor. Sürekli kaybediyor Gibson Abi.

Bana uğurlu rakam soruyor bir de habire. Uğurlu rakamımın bulunmadığını söylediğimde kızıyor ve ‘‘Bul bir tane’’ diyor. Her seferinde başka bir uğurlu rakam buluyorum 1'le 80 arasında.

Aldırmıyor Gibson Abi benim uğurlu rakamımın sürekli değişmesine.

Sonra bir akşam, Gibson Abi 1 dolarlık kuponuyla hiçbir rakamı tutturamayıp 2 dolar kazandığı bir anda (Var böyle bir uygulama hakikaten. Hiç bilemeyene de ikramiye var) beynimde ben diyeyim 20, siz deyin 40 mumluk bir ampul yanıyor.

Gibson Abi'ye Chevy Chase testi yapmaya karar veriyorum.

‘‘Gibson Abi’’ diyorum. Hakikaten böyle diyorum. Gibson Abi'ye tanıştığımız gün, ‘‘İstanbul'da sevdiğimiz arkadaşlarımıza bizden küçük bile olsalar Abi diyoruz. Ben sana bundan sonra Gibson Abi diyeceğim. Var mı itirazın?’’ diye sormuştum. ‘‘Kötü bir şey demek değil di mi bu?’’ diye sormuş, manasını öğrenince de ‘‘Peki bakalım’’ diye kabullenmişti durumu.

Nerede kalmıştık? Hah, ‘‘Gibson Abi’’ diyorum ‘‘Buyur’’ diyor. ‘‘‘‘Hav iz çoluk çocuk?’’ diyorum.

Gibson Abi bana boş boş bakıyor ve ‘‘What?’’ diyor. Tekrarlıyorum ‘‘Hav is çoluk çocuk?’’ Gibson Abi, parmağını kafasına dayayıp ‘‘Deli misin sen?’’ manasına gelecek şekilde çeviriyor.

Gülüyorum ve ‘‘Sen pozitif milliyetçilik diye bir şey duymadın mı?’’ diyorum. ‘‘O ne be?’’ diyor.

Cola Turca diyorum. Gibson Abi barmaid ablaya, Mary Ann'e dönüyor ve ‘‘Şuna sert bir şey ver de aklı başına gelsin’’ diyor.

Sonra da dönüp ‘‘Vat is çoluk çocuk?’’ diyor. Gibson Abi testi geçiyor. Mary Ann'e ‘‘Benden Gibson Abi'ye bir viski’’, babaya da dönüp ‘‘Bendensin’’ diyorum.

Gibson Abi gülüyor ve elini yeniden kafasına götürüp malum hareketi yapıyor.
Yazarın Tüm Yazıları