Kentin her yerinde U2 ile ilgili bir iz görmek, aktivite duyurusuna hatta bizzat aktiviteye rastlamak mümkün. Zagreb küçük bir şehir. O kadar küçük ki, konserin ertesi sabahı turlarken rehberin babasıyla karşılaştık. Rehber iyi bir gençti, babasına “Oğlunuz çok iyi bir rehber” dedim, laflamaya başladık. Meğer Dinamo Zagreb’in gölgesinde kalmış bir Zagreb futbol kulübünde çalışıyormuş. Antalya’ya kampa gelmişler filan. Birbirimize iyi günler dileyip ayrıldık. Bu lüzumsuz detayın ardından U2’ya geçelim...
Maksimir Stadyumu’nun Ali Sami Yen’e göre Eski Açık tribününün önünde U2’nun meşhur 360 sahnesi yükselmekte. Alex Raymond’ın çizdiği 1930’ların “Flash Gordon” (Baytekin) serilerindeki uzay araçları gibi. Dev bir ekran, kolon, ışık tesisatı yığını. U2’dan önce Snow Patrol vardı sahnede. Beğendiğim bazı şarkıları olan fakat vasatı aşamayan bir ekiptir. Performansları iyiydi. U2’ya ve turne ekibine şükranlarını sunup durdular. İrlandalı dayanışması olmalı. Hiç itirazım olmaz.
U2’yu izlediğimiz 10 Ağustos gecesi, aslında tek Zagreb konseri olacaktı. Fakat biletler iki saatte tükenince, bir gün önceye yani 9’una da konser eklendi. “Bunun ne önemi var?” diyebilirsiniz. Şu önemi var; ilk gece gelenler bütün turne tişörtlerini bitirmişler, bize bir şey bırakmamışlar. Sinir oldum... Sinir olmak konusunda bir uyarı yapmanın zamanı geldi. Az sonra anlatacaklarım, bugünden sonra 360 Turnesi’ni seyredecek olanları etki altında bırakabilir. Şarkı listeleri filan pek değişmiyor çünkü. Sonra bana kızmayın da “Filmin sonunu söyledin, hain!” diye...
Bono, Adam Clayton, The Edge ve Larry Mullen. Dev ekrana yansıyan saat görüntüleri kadar dakik bir şekilde sahneye çıkıyorlar. Açılış parçası, 360 turnesi boyunca değişmedi bildiğim kadarıyla: “Breathe” Hali hazırda “Dünyanın En Mükemmel Rock Şovu” kabul edilen, turnenin ilk 13 konserinde 100 milyon dolar kazanan bir U2 konserinde olduğunuzu anında hissediyorsunuz. O andan itibaren mahşeri kalabalıkta sadece Bono var. Sonra diğer U2 elemanları. Sonra inançlı kitle olarak seyirciler geliyor. Tito’nun bir zamanlar muhtemelen halkı selamladığı locada bulunmanın en büyük avantajı, tüm resmi görebilmek. Seyircilerin ilk şarkıyla birlikte fora ettikleri ve İrlanda bayrağını temsil eden yeşil-turuncu-beyaz renkteki balonlar eşliğinde devam ediyor U2: “Get On Your Boots”, “Magnificent”, “Beautiful Day”, “Elevation...” Görüldüğü üzere yeniden eskiye doğru gidiliyor.
U2 diskografisinde esas sevdiğim döneme giriyoruz: “New Year’s Day”, “I Still Haven’t Found What I’m Looking For”, “Sunday Bloody Sunday”, “The Unforgettable Fire”, “Pride (In The Name Of Love)...” Araya yeni şarkılar, eski şarkılar ve ‘snippet’ tabir edilen küçük ‘cover’ giriş çıkışları (Stand By Me çaldılar mesela) yaparak kitleye tamamen hakim oluyorlar. Ses mükemmel. Işıklar ve ekran mükemmel. “Var olanın en iyisiyle karşı karşıyayım” dedirtiyor. “Walk On” ve “Where The Streets Have No Name” şeklinde seyirciyi iyice yükseltip, seyircinin damarına ulaşıp “One” ile de son darbeyi vurup konseri bitiriyorlar.
Tabii ki bitirmiyorlar, silin gözyaşlarınızı! Üç şarkı daha. Ve muhakkak “With Or Without You...” Gecenin sonunda konserden tatmin olmamış bir kişi bile yoktu herhalde. 2001’de sonradan DVD’si de çıkan meşhur Slane Castle konserindeydim. İki konseri karşılaştırmak her açıdan yanlış olur fakat şunu söylemeliyim; yeni şarkıların kovmaya başladığı eski şarkılar sanki çok daha iyiydi!
1977’de Larry Mullen’ın lisenin ilan panosuna bıraktığı basit bir not üzerine kuruldu U2: “Davulcu grup kurmak istiyor.” Başarının sırrına şimdi dönüp bakınca, kaba hatlarıyla şöyle bir formül beliriyor U2 hattında: Sadakat, ekip ruhu, sıkı dostluk, çok çalışma ve hepsinden önemlisi seyircinin şaşmaz hassas terazisinde fire vermeyecek bir samimiyet. Kıssadan hisse kabul eden çıkarsa, buyursun buradan yaksın!