Paylaş
Farkında olur muyuz, bugünü hisseder miyiz; bir acıyla, bir hüzünle; bir sevinçle, bir coşkuyla, bir heyecanla mı karşılaşırız, bilmiyorum.
Belki karşımıza iyi bir insan çıkar; saçtığı mutluluk, huzur ve umut ışıklarıyla aydınlatır ruhumuzu, bize kendimizi hatırlatır.
Uğraştığımız, üzerimize yük olarak çullanan birçok başlığın, aslında hayatımız için hiçbir karşılığının olmadığını hatırlatır bize.
Uykularımızı kaçıran şeyleri kovar içimizden.
Göğsümüzü genişletir, dilimizin bağını çözer.
* * *
Kapı komşumuzun farkına varırız belki.
“İyi insanlara benziyorlar, bir akşam kahvelerini içmeye mi gitsek?” diye düşünürüz.
Tanıdıklarımızdan hasta olan var mı diye zihnimizi yoklar, ziyaretimizi planlarız; çok zamandır görüşmediğimiz bir arkadaşımızla karşılaşır, hiç ummadığımız bir iklimin içinde buluveririz kendimizi.
Ya da ne bileyim, eşimizin, annemizin, babamızın varlığını fark eder, bunu belli eden bir davranışta bulunur, bir söz söyleriz.
“Sen benim için çok önemlisin.” deriz.
“Üzerimde çok emeğin var, hakkını ödeyemem.” deriz.
Mutlu ederiz, hem de hiç yorulmadan.
* * *
Bugün Pazartesi.
Uzun bir gün var önümüzde. Neler olacağını, neler yaşanacağını bilemeyiz.
Belki bir telefon gelir, belki kapı çalar, belki aklımıza düşer, belki gönlümüze ilham edilir, yeni bir gün, yeni bir hayat başlar.
Farkında bile olmayız.
Şimdiye kadarkiler hep öyle olmuştu. Hiçbirini fark etmemiştik.
Ya da hüzünlü bir gündür, bir dostluk yıkılır.
Emek verilmiş, katlanılmış, zaman harcanmış, defalarca denenmiş, sınanmış; aynı dünya görüşüne sahip olmanın getirdiği sonuçlar birlikte yaşanmış; aileler, çocuklar, sosyal çevre de bu dostluklara tanık olmuş, dâhil olmuşken; küçük bir gerekçe, ceviz kabuğunu doldurmayacak bir küçük ayrıntı bitiriverecektir dostlukları.
İçindeki sevgi, ilgi, özlem hissi sönüverecektir.
* * *
Kin ve nefret duygusu içinde olduğumuz kişiyle bir ortamda zorunlu olarak el sıkışacak, göz göze gelecek, bir iki cümle konuşacak ve içimizdeki duvarlar yıkılacaktır belki.
Bir kişinin daha yükünü atacağız üzerimizden.
Sevmediğimiz her kişi yüktür yüreğimize.
Yüreğin yüküyse mutsuzluktur.
* * *
Bugün önemli bir gün.
Dün de öyleydi, fark edemedik.
* * *
Hayatımızı, önümüzdeki aynadan izleyecek, “Ne kadar çok hata yapmışım.” diye hayıflanacağız belki.
Pişmanlıklarımız karşısında boynumuzu büküp, büyümeye yelken açacağız belki, kim bilir.
Günlük fırtınalar içerisinde üzerine düşünemediğimiz hayatın anlamının ve kaçırdığımız günlerin peşine düşeceğiz.
Yanlışlarımızla doğrularımızı yan yana koyarak, zararda olduğumuzu kesin bir sonuç olarak göreceğiz ve içimizde yekinen duyguları bu defa bastırmayacağız.
Bu defa hesabımız kendimizle olacak.
Herkesi bir tarafa bırakıp kendimizle hesaplaşacağız.
Bu, yiğitliktir.
Bu, ayrıcalıktır.
* * *
Peşinden koştuğumuz, uğruna yakıp yıktığımız, kırıp döktüğümüz, bizi yakınlarımızdan kopartan şeylerin birçoğunun anlamsızlığını fark ederiz belki.
Küçücük şeyleri gözümüzde nasıl da büyüttüğümüzü hayret, dehşet ve panikle anlarız.
İnsan onurunu ufalayan ne varsa uzaklaşırız.
Onuruyla yaşayan büyük insanların hayatlarını okur, anlamaya çalışırız.
* * *
Belki Farid Farjad’ın kemanı, belki Neşet Ertaş’ın türküsü, belki Hacı Arif Bey’in, belki Beethoven’ın, Çaykovski’nin besteleri kırmızı bir alev olarak içimize vurur, yakar, bizi yeni bir duyguyla, yeni bir hayatla, yeni bir yaklaşımla tanıştırır.
* * *
Bahçemizde güller açmış, bazıları solmuş bile.
Kuşların da bir dünyası var, çılgınca çağırıyorlar.
Onları duymamıştık şimdiye kadar.
Üzerimize yeni bir güneş doğuyor ve bugünün Pazartesi olduğunu anlıyoruz.
Diğerleri önemli değil.
Telefonlar, görüşmeler, toplantılar, gelenler, gidenler, haberler, diziler önemli değil.
Onlar her gün oluyor zaten.
* * *
En sonunda bugüne de ulaştık işte.
En önemli güne.
Bilmem, anlatabildim mi?
Paylaş