Paylaş
“Beyaz atlı şimdi geçti buradan / süvarisi can evinden vurulmuş.”
Yüksel Özkasap dokunaklı sesiyle söylerdi.
Almancıların gurbet hüzünlerinin sokaklarımıza taşan ağıtlarıydı bir bakıma.
Ama o vakitler her yer gurbetti ve hepimiz nasibimizi alıyorduk bu türküden.
Türkü, gösterişsiz, bakımsız, tek tük insanların geçtiği sakin caddelerde inlerken; hayalimiz devreye girerdi. Beyaz bir atın üstünde, karşı tepelerden, heybetlice geçip giden bir adam canlanırdı zihnimizde.
Beyaz atın sırtındaki adam, bazen bilmediğimiz, tanımadığımız bir yabancı; bazen de kendimiz olurduk.
Türküde anlatıldığına göre, beyaz atlı “can evinden vurulmuş” biriydi. Bu, bizimle aynı kaderi paylaşmak demekti.
Aslında ne beyaz bir at vardı, ne de sırtında süvarisi.
Ama türkü çalıyordu, bizse “can evinden” vurulmuş kimseler olarak dolaşıyorduk ortalıkta.
“Can evimizden” kim vurmuştu bizi, niçin kendimizi böyle hissediyorduk bilmiyorum.
Dahası, bilinmeyen bir hasreti vardı türküde bahsi geçen beyaz atlının.
Öyle derin, öyle onulmaz bir hasret ki, dağları, taşları eritiyordu.
Bu da, içimizde fokur fokur kaynayan dünyanın aynısıydı.
Neye, kime duyulduğu belli olmayan; hüzünle gariplikle; kimsesizlik, çaresizlik ve “arkasızlıkla” beslenmiş bir hasretin aynısı.
*
Beyaz atlı, kendimiz değilsek bile, kesin bizim gibi birisiydi.
Beyaz atlının türküde anlatılan her durumu bizi anlatıyordu. Bizi kendine çağırıyor, bizi beyaz bir atlı yapıyordu.
At, güçtü çünkü; uzakları yakın ederdi; dağları, ovaları aşar giderdi.
Küçük bir dünyanın içine kapanıp kalmış bireyleri olarak, böyle bir şeye ihtiyacımız vardı.
Bizi, henüz hayaliyle bile tanışmadığımız yeni dünyalara ulaştıracak; içimizde ne kadar “gariplik”, ezilmişlik, çaresizlik duygusu varsa hepsini bir çırpıda ortadan kaldıracak sihirli bir şeydi ihtiyacımız olan.
*
Türkü ilerledikçe, yollarını kara dumanlar bürüyordu beyaz atlının.
Hayatın engelleri, zorlukları, mücadeleleri başlıyordu.
Bizse bu dramatik durumun da sevdalısıydık ve hayatla, önümüze dikilecek zorluklarla savaşmaya hazırdık.
Peşine takılmış gidiyorduk beyaz atlının.
Her ne yaşıyorsa biz de yaşıyorduk aynısını.
*
“Elleri elime değmez olaydı / Gözleri gözümü görmez olaydı / Bu gönül o gönülü sevmez olaydı / Beyaz atlı şimdi geçti buradan.”
*
Elleri elimize dokununca yüreğimizi titreten; gözleri gözlerimize değince de içimizin bütün hücrelerini ayağa kaldıran duygulara yabancıydık, tanımamıştık henüz.
Ama anlıyorduk ki, kara sevda da hayatın diğer zorluklarına dâhildir ve yaşanması gerekir.
*
Sonrası malûm.
“Beyaz atın süvarisi yorulmuş.”
*
Sonunda bugünlere, insanımızın yorgun ruhunun üstünde tüten dumanlara geliyoruz.
Lüks kafelerin, parıltılı, albenili “mekânların” yorgunlarına her sokak başında rastlamak mümkün.
Gürültüye teslim olmuş bir anaforun içinde elbette “beyaz atlının şimdi buradan geçtiğini” kimseler duymayacak.
“Dünyanın bütün hazlarını aynı anda ve yalnızca ben yaşamalıyım.” diye bağıranlar, beyaz atlının duygularına yabancıdırlar.
*
Ama beyaz atlı ısrarla, “şimdi buradan” geçmeye devam ediyor.
Paylaş