Kamil Aydoğan

Aşk boyunu aşacak

27 Nisan 2015
Bin dokuz yüz seksenli yıllarda, Edebiyat Dergisi’nin Akay Yokuşu’ndaki yönetimevine, Anadolu’nun ıssızlıklarından kopup gelmiş ürkek, çekingen, gariban ve idealist gençlere, ilk soruyu sorardı Nuri Pakdil: “Hiç âşık oldunuz mu bayım?”

Hayata İslamcı bir bakışla bakan, yazılar yazan, bunun mücadelesini veren bir kişinin bu sorusu karşısında irkilir, ilk şoku yaşardı bu genç insanlar.
Büyük bir tereddüt, şaşkınlık ve mahcubiyetle başını eğerek “Yok abi” diyenler de olurdu, “Hayır efendim, hiç âşık olmadım.” diyenler de; sanki âşık olmak ayıpmış da, kendisini sınıyorlarmış gibi, “Hayır efendim, estağfurullah” diyenler bile olurdu.
Nuri Pakdil ise kararlı, keskin bir şekilde “Öyleyse git, âşık olunca gel” diye cevap verir ve bir daha da konuşmazdı.
Heyecan ve tedirginlikle karışık duygularla ve idealleri uğruna, uzun bir otobüs yolculuğundan sonra buraya ulaşmış bu gençler, yönetimevinde saatlerce otursalar bile, Nuri Pakdil tek kelime etmeden, öylece dururdu.

*

Derginin yönetimevinden çaresizce ayrılan insanlar, bu tabloyu çevrelerine heyecanla anlatır, uzun uzun yorumlar yaparlardı.

*

Bu yaşananları duyanlar yönetimevine geldiklerinde ise karşılaştıkları “Hiç âşık oldun mu?” sorusuna, hemen, “Oldum efendim” diye karşılık verince, ikinci şok soruyla karşılaşırlardı: “Nerene kadar âşık oldun?”

Yazının Devamını Oku

Çünkü

20 Nisan 2015
Dünyasını kin ve nefret üzerine kuranlara, sürekli intikam ateşiyle yanıp tutuşanlara, bunun için durmadan fırsat kollayanlara acımak gerek.

* Çünkü hayatları zindan olmuş, hiçbir şeyden keyif alamaz olmuşlardır.
* Çünkü çoluğuna çocuğuna, ailesine harcayacağı enerjiyi anlamsız, sonuçsuz, boş bir iş için harcamaktadırlar.
* Çünkü bu kişilerin işlerinde de verimli, üretken, başarılı olmaları mümkün değildir.
* Çünkü hayat ırmağı nazlı nazlı, tatlı tatlı akarken bu kişiler ırmağın kenarında, çamurlar içinde, kendi kendilerine debelenmekte; ırmağın berrak sularını da bulandırmaktadırlar. Başkalarının da huzurunu kaçırmaktadırlar.
* Çünkü bağışlayıcılığın erdemini, yüce gönüllülüğün hazzını, huzurunu yaşayamayacaklardır.
* Çünkü koca dünyada yapayalnızdırlar.
* Çünkü bir hedefleri, geleceğe ilişkin bir planları yoktur.

Yazının Devamını Oku

Hangi gündem

6 Nisan 2015
Bizim gündemimiz sürekli yoğun oluyor.

Bazen bir gün içinde gelişen gündem başlıkları, başka bir ülkede belki bir yıl, belki birkaç yılda ancak gelişebilir.
*
Toplumun önemli bir kısmını, geleceğimizi hiç ilgilendirmeyen bir konu bazen günlerce güncelliğini korurken, aslında herkesi ilgilendiren bir başka konu gündeme girmeyi bile başaramıyor.
Konuşulan, tartışılan başlıkların çoğu kısa bir süre sonra hiç kimsenin hatırlamayacağı türden.
Çok kısa süre önce hararetle tartışılan konuları, bugün hatırlamıyoruz bile.
*
Geçtiğimiz günlerde TÜİK önemli bir istatistiki bilgi açıkladı. Özeti bir cümleydi: “Ülkemizde, evlenmelerde önemli bir değişim gözlenmezken, boşanmalar yüzde 4,5 arttı.”

Yazının Devamını Oku

Bizim medeniyetimiz

1 Nisan 2015
Bizim medeniyetimizde, “komşusu açken tok yatmak”; çevresinde ihtiyaç sahipleri varken, kayıtsız kalmak kınanmıştı.

Bizim medeniyetimizde, “sağ elin verdiğini, sol elin bilmemesi”, görmemesi gerekiyordu.
Bizim medeniyetimizde, yardım, gecenin karanlığında, özel yerlerdeki kutucuklara bırakılır; ihtiyaç sahipleri de, gecenin ıssızlığında, ihtiyacı kadarını alırdı.
Bizim medeniyetimizde, zenginlerin varlıklarında yoksulların da hakları vardı.
Bizim medeniyetimizde esnaf müşteriyi, siftah yapmamış komşu esnafa yönlendirirdi.
Bizim medeniyetimizde, insan onuru korunurdu.
Bizim medeniyetimizde, her insan çok kıymetliydi, şerefliydi.
Bizim medeniyetimizde, kimsenin kimseye üstünlüğü yoktu.

Yazının Devamını Oku

Eğitim zor iş

23 Mart 2015
Gazetelerde, sosyal medyada eğitimle ilgili yazı ve haberlere baktığımızda, hemen hemen tamamının ya siyasi, ideolojik kaygılarla ya da yazanların kişisel durumlarına ilişkin olduğunu görürüz.

Bu haber, yorum ve yazıların eleştiri sınırlarını aşan, toptancı, yapılanları yok sayıcı, mevcut yöneticileri yıpratıcı nitelikte olduğuna da sık sık tanık oluruz.
Öte yandan bu yazı ve haberlerin çoğu da atamalarla ilgilidir.
Eğitimin özüne ilişkin, öğrenci davranışlarını belirlemeye, çocuğun ruh dünyasını onarmaya, karakter eğitimine ilişkin haber, yorum ve analiz yok gibidir.
Belki yapıcı, yol gösterici öneriler getiren yazılar da çıkıyor kıyıda köşede ama onlar da bu gürültü arasında kaybolup gidiyor.

* * *

Yazının Devamını Oku

Arta kalan ne var

16 Mart 2015
Bir buçuk aydır Almanya’da yaşıyorum. Burada eğitim ataşesiyim.

Ev tutmak, eşya almak, yerleştirmek; elektrik, telefon, televizyon gibi temel ihtiyaçların işlemleri burada son derece yorucu. Bürokrasi, kâğıt, yazışma, imza, fotokopi o kadar çok ki, sadece elektrik işlemleri için kocaman bir dosyam oldu.
Burada, anlatıldığı gibi basit, güvene dayalı, çabucak oluveren bir anlayış yok. Tam tersine, herkes, her kurum hiçbir surette insana güvenmeyen, kendini sağlama alma refleksiyle hareket eden bir yapıya sahip.
Hayat yavaş yaşanıyor burada.
Sanki her şey ağır çekimde ilerliyor.
Bunun getirdiği olumlu durumlar da var. Bizdeki gibi bir telaş, koşturmaca, kan ter içinde, “şuna da yetişeyim, bunu da bitirmeliyim, bugün mutlaka yapmalıyım” diye bir hayat söz konusu değil.
Sakin, derin bir sükûnetle ilerliyor hayat.
Her şey yavaş yürüyor.

Yazının Devamını Oku

Günü kurtarmak bir davası olmak

10 Mart 2015
Günü kurtarmak, sık sık çark etmektir; ilkesizliktir.

Günü kurtarmak, yapılması gerekenleri yapmamak, söylenmesi gerekenleri söylememektir. Başkalarının hoşuna gidecek şeyleri gerçekler olarak görmeye başlamaktır.
Günü kurtarmak, basit, sığ, küçücük bir davranıştır.
Günü kurtarmak, bir biçimde elde edilmiş imkânı, kişiliğinin tamamlayıcısı, kişiliğinin parçası olarak görmektir.
Günü kurtarmak, yeteneğine, birikimine, iradesine güvenememektir.
Günü kurtarmak, ille de birilerine yaslanma ihtiyacıdır.
Günü kurtarmak, “elimdekini kaybedersem, ben ne yaparım” telaşı ile yaşamaktır.
Günü kurtarmak, işine değil de, memnun edilmesi gerektiğini düşündüklerinin isteklerine odaklanmaktır.

Yazının Devamını Oku

Takma adla yazılar yazmak

3 Mart 2015
Andırın’da lise müdürüydüm. Kahramanmaraş’a bağlı bu küçük ilçede Andırın Postası adlı bir de gazete yayınlanıyordu.

Sahibi Mehmet Ali Zengin’di.
İşte bu gazetenin sanat eki olarak İkindi Yazıları dergisini çıkarmaya başlamıştık.
Seksenli yıllardaydık. On iki eylül darbesinin üzerinden üç-dört yıl geçmişti.
İnsanların yüreklerindeki korku yerinde duruyordu daha.
Kendi adımızla bir gazetede yazı yazmak, hele bir memur için, neredeyse imkânsızdı.
Bu nedenle de İkindi Yazıları adlı sanat dergisini, uzunca bir süre H. İsmail Yasin takma adıyla yönetmiştim. M. Emre, Halil Yakup da takma adlarımdandı.

* * *

Sonra Ankara’ya geldik.

Yazının Devamını Oku