Arta kalan ne var

Bir buçuk aydır Almanya’da yaşıyorum. Burada eğitim ataşesiyim.

Haberin Devamı

Ev tutmak, eşya almak, yerleştirmek; elektrik, telefon, televizyon gibi temel ihtiyaçların işlemleri burada son derece yorucu. Bürokrasi, kâğıt, yazışma, imza, fotokopi o kadar çok ki, sadece elektrik işlemleri için kocaman bir dosyam oldu.
Burada, anlatıldığı gibi basit, güvene dayalı, çabucak oluveren bir anlayış yok. Tam tersine, herkes, her kurum hiçbir surette insana güvenmeyen, kendini sağlama alma refleksiyle hareket eden bir yapıya sahip.
Hayat yavaş yaşanıyor burada.
Sanki her şey ağır çekimde ilerliyor.
Bunun getirdiği olumlu durumlar da var. Bizdeki gibi bir telaş, koşturmaca, kan ter içinde, “şuna da yetişeyim, bunu da bitirmeliyim, bugün mutlaka yapmalıyım” diye bir hayat söz konusu değil.
Sakin, derin bir sükûnetle ilerliyor hayat.
Her şey yavaş yürüyor.
Bir ay kadar önce Ankara’dan Ömer Faruk Ergezen aradı ve günlüklerimden oluşan “Arta Kalan” isimli kitabımın Hece Yayın Grubu’ndan olan Cümle Yayınları’ndan çıktığını söyledi.
Adresimi aldı ve yirmi adet kitap göndereceklerini söyledi.
Normal şartlarda üç beş günde gelmesi gereken kitaplar, haftalar geçti, gelmedi.
Takip ettik, orayı burayı aradık; Almanya’da görünüyor ama bir türlü gelmiyor.
Bir aydan fazla zaman geçti.
Adresime iki sayfalık, ayrıntılı bir yazı geldi.
Söylenen çok basit: Kitaplarınız gümrükte bekliyor.

*

Gittik, epeyce bir işlemden sonra “Arta Kalan” adlı kitabımı görme şansını buldum.

*

Bu, yayınlanan yedinci kitabım.

*

Kitap, insanın çocuğu gibidir. Yeni doğan çocuğunuzu ilk gördüğünüzde nasıl bir heyecan, anlatılmaz bir duygu seli yaşıyorsanız, aynısını kitabınızı ilk gördüğünüzde de yaşarsınız.
En azından bendeki yansıması böyle.

*

Yıllarca çabalar, yazar, üstünü çizer siler, yeniden yazarsınız.
Üzerinden aylar, yıllar geçer, yazdıklarınıza bakar, yeni düzeltmeler yaparsınız.
Yazıyı yenilemenin, düzeltmenin sınırı yoktur.
Her önünüze geldiğinde bir kelimesini, bir virgülünü, bazen bir cümlesini değiştirme ihtiyacı duyarsınız.
Yazı, kitap olduğunda artık senden çıkmıştır.
Kitap oluncaya kadar sadece sana ait duygular, düşünceler, birden toplumsal bir boyut kazanır ve herkesin olur.
Böylece, herkesin olmasına karar verdiğin bir duygu, düşünce ortalarda dolaşmaya başlar.
Yazar olarak artık onu uzaktan izlersiniz.
Beğenenler olur, beğenmeyenler olur. Etkilenenler olur, eleştirenler olur.
Önemli değildir.
Kitap, sizin topluma armağanınızdır.
Hatta sadece bugünün değil, geleceğin insanına da mesajınız, mektubunuz, sesinizdir.

*

Bir de yazdığınız kitap günlüklerden oluşuyorsa, durum daha da farklı bir alana taşıyor.
Hayat, tek kişilik bir oyun gibi görünse de, her bir olayın, hatta duygunun epeyce tarafı oluyor.
Günlük yazmak hem bu “tarafları” incitmemeyi, hem de durumu olduğu gibi yansıtmayı gerektiriyor.
Günlüğün en zor tarafı bu.
Çünkü “incitmek”, tek kişiyle sınırlı değildir. Çocuklarını, çevresini, sevenlerini de incitiyorsunuz.
“Hak ediyorsa incinsin.” diyenler çıkabilir. Bizim kültürümüzde, insanların kusurlarını ortaya dökmek yoktur. Hele bizim kusur olarak gördüklerimizi gelecek kuşaklara da aktarmak, muhataplarımızın torunlarını bile incitmek, hiç yoktur.

*

Bütün bunları düşünerek, kala kala kendi iç dünyamızda kopan fırtınaları yazmak kaldı geriye.
Biz de öyle yaptık.

*

Bakalım buralardan “arta kalan” ne olacak?

Yazarın Tüm Yazıları