Paylaş
Havalimanına doğru ilerlerken “Ee hazır gitmişken, birkaç yeni yer de görürüm, tebdil-i mekanda ferahlık vardır” gibi kafamda uçuşan cümlelerin tek rakibi Türk Hava Yolları’ydı...Şirketin yoğun kar yağışı yüzünden kırmızı alarm verilen bir günün sabahında ‘uçağa binmeyi nasıl işkence haline getirebiliriz’ adlı çalışması, o meşhur reklamında bahsedilen dünya markasını mumla arattı bize.Sıfır derecelik dondurucu soğukta, çok düşünceli havayolumuz otobüse balık istifi doldurduğu yolcularını uçağın kapısında, Yeşilköy’ün sabah ayazında dakikalarca bekletti. Haydi bize acımadınız peki oradaki çoluk çocuğa da merhametiniz yok muydu arkadaş! Vallahi o soğukta titreyen benim çocuğum olsa bir daha THY ile uçar mıydım? Hiç sanmıyorum… Neyse efendim lafı daha da uzatmayayım; buyrun biraz ‘tatsız’ başlayan ‘Londra kaçamağımın’ bünyemdeki iz düşümüne...
Müzenin adı İngiliz ama içinde ne ararsan var
Oralara gitmişken dünyanın da sayılı müzelerinden biri olan British Museum’u görmeden İstanbul’a dönmek ayıp olur deyip attım kendimi tarihin kollarına.Girişin ücretsiz olduğunu öğrenince müzeyle aramda ilk görüşte aşk başladı. Üstüne bir de içeride fotoğraf çekmenin serbest olduğunu duyunca, ‘Oğlum İzzet sen istedin tek göz, Allah verdi iki badem göz’ dedim içimden...
Bir günde gez gez bitirilemeyecek devasalıkta olmasıyla gözümde daha da efsaneleşmeye başlıyordu ki, her aşkta olduğu gibi yine erken davrandığımı fark ettim.Adına British demişler ama ortada İngilizler’e ait neredeyse hiç eser yok! Adamlar resmen her milletten tarihi eserleri çalıp çalıp sergilemiş. Ohh ne güzel iş!En çok tarihi eserin aparıldığı ülkelerin başında da Mısır ve Türkiye geliyormuş. Ne yani yoksa bununla gururlanmam mı gerekiyordu? Normalde yurtdışında bize ait herhangi bir şey gördüm mü hemen gururlanırım çünkü ben...
Madame Tussauds müzesinde Atatürk’ün balmumu heykelini gördüğümde nasıl da göğsüm kabarıp mutlu olmuştum. Ama gel gör ki, British Museum’da karşı karşıya kaldığım durum hiç de öyle değildi!
BODRUM’UN MOZOLESİNİ GERİ VERSENİZE KARDEŞİM!
Hele M.Ö 350 yılında Karya Kralı Mausolos adına eşi Artemisia’nın tonlarca para dökerek yaptırdığı mozoleyi görünce içim iyice cız etti. Sen kalk dünyanın yedi harikasından biri olan anıt mezarı 1856’da Bodrum’dan ta buralara kadar getir, sonra da ayıp mayıp demeden öğüne öğene sergile!Aklıma rahmetli Cevat Şakir Kabaağaçlı yani nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı’nın bir zamanlar İngiltere Kraliçesi’ne, sürgündeki Mousoleum için yazdığı mektup geldi.Bodrum’da aşkın mabedi olarak bilinen mozolenin kendi doğal atmosferi yerine Londra’nın sisli ve soğuk havasında olmasından duyduğu üzüntüyü kaleme alıp ”Londra’daki parçalar, Bodrum’un mavisiyle bütünleşmelidir.Orada kalmamaları lazım. Onları maviyle buluşturmak gerek” diye Kraliçe’den iadesini istemişti efsane yazar.
MÜZENİN DUVARINI MAVİYE BOYAYAN İNGİLİZ PİŞKİNLİĞİ
Türkiye’den gelen mektubu okuyan Kraliçe, sağ olsun konuyu müze müdürüne havale etmiş, onlar da Cevat Şakir’e cevap mektubunda “Önerinizi ciddiye alıp, bilim insanlarına taşların yapısını incelettik. Gerçekten de eserlerin maviyle bütünleştikleri doğrudur. Bu yüzden onların müzede sergilendiği salonu Bodrum mavisine boyamaya karar verdik. Yakın ilginize teşekkür ederiz” diye yazmışlar.Sonra da bizim mozolenin parçalarının sergilendiği salonu ‘güya Bodrum mavisine’ boyamışlar! İngiliz pişkinliği bu olsa gerek!Yurdumun yemeklerini, kitaplarını, filmlerini yurtdışında görmek elbette gurur verici ama insan kendi topraklarına ait tarihi eserleri yaban ellerde böyle mahzun görünce hüzünleniyor...İngiltere, dünya mirasını koruma amaçlı açtığı bu müzeyle, eserlerini yürüttükleri ülkelere ‘biz sizden daha iyi koruruz’ mesajı mı vermek istiyor nedir anlamadım... Anlayan varsa da beri gelsin!
Güya dünyanın en tanınmış sokağı: Baker Street
Eski hocam Joe Bell’i, onun kartal yüzünü, kullandığı acayip yöntemleri, detayları fark etmedeki tüyler ürpertici becerisini düşündüm. Eğer bir dedektif olsaydı, kesinlikle bu çok etkileyici ama düzensiz iş dalının gerçek bir bilim dalı haline gelmesini sağlardı....Efendim yukarıdaki sözler Sir Arthur Conan Doyle’a ait. Arthur Bey’i belki tanımayanlar olabilir ama kitaplarında ‘hayat verdiği’ meşhur karakteri Sherlock Holmes’ü bilmeyen yoktur.Meğer ünlü yazar ‘Dedektiflerin Efendisini’ yaratırken tıp fakültesindeki hocası Joseph Bell’den ilham almış. 1887’de hayatımıza giren Sherlock öylesine popüler bir karakter haline gelmiş ki bazıları onun kurgu olduğunu unutup tarihten gerçek bir isim sanıyorlar.Bunun en güzel kanıtı Baker Street... Fazla iddialı İngilizler’e göre burası “Dünyanın en tanınmış sokağı...” Sağınıza dönüyorsunuz Sherlock Holmes’un oteli, solunuza dönüyorsunuz müzesi...Neymiş, Sherlock’un ‘yaşadığı’ ev müzeye çevrilmiş.Tüm bu temaşanın sebebi Doyle’ın kitapları yazarken ünlü dedektif için bu sokağı ‘ikametgah’ olarak uygun görmesi. Eğer Baker değil de Taker Street’i seçseydi, bugün o kaldırımları arşınlarlardı herhalde.
ADAMLAR SHERLOCK’UN HER ŞEYİNİ SATILIĞA ÇIKARMIŞ
Niye mi tapu ve kadastro memuru gibi konuşuyorum? Çünkü üzerinize afiyet Londra’da Sherlock Bey’in otelinde kaldım. Fakat kalma sebebim tamamen tesadüftü. Lobiden içeri girene kadar böylesine ‘edebi’ bir yerde olduğumun farkında bile değildim.Eh buralara kadar gelmişken ‘ailemizin’ dedektifinin fakirhanesini de gezeyim bari dedim.Müze denmesine aldanmayın. Burası tam anlamıyla bir Sherlock ‘marketi’. Beyefendinin taktığı şapkasını mı beğendiniz, hemen yanda satılıyor. Büyüteç mi ilginizi çekti, bastırın parayı, alıp götürün.Şaka maka, Sherlock’la ilgili her şeyi denedim üzerime. Birkaç kare fotoğraf çektikten sonra da kasaya gitmek yerine çaktırmadan yerine bıraktım bütün ürünleri.Otele dönüp televizyonu açtığımda “Ulan giydiklerinin parasını niye ödemedin?” dercesine yine Sherlock çıktı karşıma.
CSI’IN AĞABABASINA LONDRA’DAN SELAM OLSUN
Tırsıp kanalı değiştiremedim. İyi ki de değiştirmemişim. Yayınlandığı ilk günden beri tüm büyük ödülleri toplayan, başrolünde Benedict Cumberbatch ile Martin Freeman’ın olduğu ‘yeni sürüm’ Holmes’a bildiğiniz kitlendim.Hem günümüzde hem de geçmişte kurgulanmış dizi tam anlamıyla bir şaheser. Bir kitapta nasıl konuların ve karakterlerin derinine iniliyorsa, bu dizide de senaryo yazarları bildiğiniz kendilerini aşmışlar.Dördüncü sezonunun Nisan 2016’da çekileceği Sherlock’u geç de olsa keşfetmenin keyfini yaşıyorum doğrusu.Sir Arthur, yarattığı karakterin bu denli ‘evrim’ geçireceğini ve 129 sene boyunca böylesine ‘prim yapacağını’ düşünebilir miydi acaba?CSI’ın ağababasına buradan selam olsun... Bendeniz kaçırdığım Sherlock bölümlerini izlemeye gidiyorum efendim...
Süreyya Yalçın olmanın dayanılmaz ağırlığı!
Hayat gerçekten de hiç adil değil, herkesin omuzlarına yüklediği yük farklı... Hanene yazılmış çile ne cebindeki paraya bakıyor, ne de dünyaya gözlerini açtığın yere...Gazetelerde “Süreyya Yalçın kına gecesinde 100 kiloluk elbise giydi” başlıklı haberleri okuyunca aklıma nedense bu cümleler geldi. Yerli Paris Hilton’umuz Süreyya, geçtiğimiz gün evlendi. Umarım aradığı mutluluğu bu sefer bulur!Kendisini de çok severim, dobra kadındır. Hürriyet’e başladığım hafta bir telefonumla hiç düşünmeden röportaj konusundaki sessizliğini ilk kez bana bozmuştu.
ORTAÇAĞ ŞÖVALYELERİNİN ZIRHI DAHA HAFİFTİ
Ama bu kez olmadı! İnsan neden en mutlu gününde kendine bu kadar işkence çektirir inanın hiç anlamadım. 100 kilo ne demek yahu! Ortaçağda atlı mızrak şövalyelerinin zırhı bile 50 kiloyken sen neyin Guinness rekorunu kırmaya çalışıyorsun? Peki ya günümüzde özel askeri birimlerde bile 35 kilo sınırı olduğunu duymuş muydun?Uluslararası havacılık kurallarına göre valizlerin maksimum 32 kilo olma mecburiyetini senin gibi dünya kazan ben kepçe gezen biri nasıl bilmez! Yoksa elini Swarovski’nin altına koyup, halter kariyeri falan yapmayı mı planlıyorsun? Sanırım sana birisi ‘ağır kadın’ olmayı yanlış anlatmış be Süreyya!Kıyafetin kendi içinde yaşadığı saçmalığa hiç girmeyeceğim çünkü oraya girdik mi çıkamayız. Modacın Tolga Çam’ın devirdiği çamlar bir yana, asıl sen o pozları, bilmem kaç bin dolarlık kıyafet, yok şu kadarlık taş kullanıldı gibi haberleri, millet bu kadar sıkıntı içindeyken nasıl servis ettirirsin?Paran varsa kapılı kapılar ardında istediğin gibi yaşar, dağıtır, eğlenir hatta istersen ortalığa saçarsın. Fakat bunu kör göze parmak misali göstermek senin ‘ağırlığına’ hiç yakışmadı arkadaşım!
Paylaş