Paylaş
Nerede o eski çirkin, yaşlı kız; nerede bu karşımdaki güzel, alımlı kadın... Vallahi her anlamda hoş geldin...
- Hoş bulduk, hoş bulduk, Benjamin Button gibiyim vallahi, yaşlandıkça güzelleşiyorum. Ama lütfen “Maşallah” deyip, tahtaya vurunuz (kahkahalar).
Bu “evrim” sende özgüven patlaması yaşatmadı mı?
- Hem de nasıl! 30 kilo verdim ayol, kolay mı? Dünyaya yeniden gelmiş gibiyim. Eski fotoğraflarımda gördüğüm kadını artık inan ki ben bile tanıyamıyorum. Ama tabii ki geçmişimden utanmıyorum, öyle bir anlam çıkmasın.
Ee madem utanmıyorsun biraz da o günlere dönelim... Menaşiler’in hikayesi İsrail’de mi başlıyor?
- En başa sararsak 600 sene önceye gitmemiz gerekir. O tarihlerde dedelerim, İspanya’dan sürülüp burayı yurt belliyorlar. Bu yüzden her fırsatta “Ben Türk’üm” diyorum çünkü köklerim gerçekten de bu ülkede.
O kadar geri sararsak “Tarihin Arka Odası”na döneriz. Annenle babana gelelim istersen...
- (Gülüyor) Tamam tamam toparlıyorum. Annem Bursalı, babam İstanbullu... İkisi de Türk, ikisi de Musevi... Birbirlerini görür görmez kendilerini “yasak bir aşkın” içinde buluyorlar çünkü ikisi de evli...
Ama “Evlisin, benim değilsin” deyip vazgeçmemişler yani...
- Ee gönül bu ferman dinler mi! Boşanıp birlikte yeni bir yuva kurmaya karar vermişler.
Her şey güllük gülistanlık...
- Ama bir süreliğine... Babam mağaza müdürlüğü, annem ise sanat müziği icra ederken ekonomik kriz baş göstermiş. Bu sırada valide sultan da İsrail’den şarkıcılık teklifi alınca, hiç düşünmeden tası tarağı tarağı toplayıp Tel Aviv’in yolunu tutmuş.
Babandan annenin globalleşen kariyerine hiç veto gelmemiş mi?
- Tam tersine, babam en büyük destekçisi... Ama dedem hiçbir zaman onun şarkıcı olmasını istememiş. Hatta şöyle bir hikaye var... Sadettin Kaynak annemin sesinin güzelliğini 12 yaşındayken fark edince, hem eğitim vermek hem de plak yapmak için babasından izin istiyor.
Deden Sadettin Kaynak’a “kaynak” yapma izni vermiyor mu?
- Aynen öyle! Annem fırsatı kaçırdığına üzülüyor, Sadettin Bey de böylesi bir sesi... Bu olayın ardından “Leyla Bir Özge Candır” şarkısı gelince durumu bilenler annemden feyz alındığını anlatırlar. Bu arada dipnot, annemim adı Leyla (kahkahalar). Güldüğüme bakma, bunları anlatırken annemin gözleri hep dolar. Bu yüzden babam da, annemin sahneye çıkmasına hiç karışmamış, aksine hep yanında olmuş.
İsrail’de işler yolunda gitmiş mi?
- Gece gündüz demeden çalışarak, maddi durumlarını düzeltince yine ver elini Türkiye...
Seninkiler de parayı İsrail’de kazanıp Türkiye’de yiyorlar...
- (Gülüyor) E biraz öyle olmuş. Buraya geldikten sonra annem bana hamile kalınca, yeniden “u dönüşü” yapıp İsrail’e gidiyorlar. Ben de orada dünyaya geliyorum.
5 YAŞIMDA SAHNEYE ÇIKTIM TÜM SALON AFALLADI
Adını neden Linet koyuyorlar peki, anlamı ne?
- O sıralarda hayat İsrail-Türkiye arasında geçtiği için herhalde... Çünkü adım Türkçe’de “sürgün, göç” demek. İsmimle ilgili muzdarip olduğum bir konuyu yeri gelmişken söyleyeyim; “i”yi uzatarak Liiinet şeklinde söylüyorlar ya, böreğe “bööörek” demeleri gibi... Hah işte ona çok uyuz oluyorum (kahkahalar).
Kamuoyuyla bu değerli ve önemli bilgiyi paylaştıktan sonra, istersen gel bu takıntının temeline, çocukluğuna inelim...
- (Gülüyor) İsrail’de her tarafta Türk Bayrağı ve Atatürk resimleri olan bir mahallede yaşardık. Kendi ülkemin tarihiyle ilgili önemli bilgileri okul öncesi orada öğrendim. Evde Türkçe konuşulur, cuma günleri de televizyonda Türk filmi oynardı. Kemal Sunal’ı, Şener Şen’i göreceğim diye bütün hafta heyecanla beklerdim. En büyük eğlencelerimden biri de Bülent Ersoy’un filmlerindeki şarkıları ezberleyip, elimde saç fırçasıyla onu taklit etmekti.
Haydi baban karısına bir şey demedi de, kızının şarkıcı olmasına da karşı çıkmadı mı?
- Babam şeker hastasıydı. Maalesef ki ben daha okula başlamadan vefat etti. Bu yüzden bana müdahale şansı olmadı ama eminim kızmaz, sonuna kadar desteklerdi. O zamanlar Tel Aviv’den çeken tek radyo olan Kıbrıs’ı onunla saatlerce dinlerdik. Ben şarkıcıların taklidini yapardım, o da bana alkış tutardı.
Peki bu kadar küçük yaşta babanı kaybetmek sende travma yaratmadı mı?
- Babasız kalmak koyuyor insana tabii... Zaten o gittikten sonra hayatımız tamamen değişti. Annemin gazinolarda şarkıcılık yaparak kazandığı para bize yetmemeye başladı. Ben de o sıralarda anaokulunda, bağıra çağıra Türkçe şarkılar söylüyorum. Bir gün öğretmenim annemi çağırıp “Söylediği şarkıları anlamıyoruz ama sesi çok güzel” diyor.
Annenin tepkisini ne oluyor?
- Çok üstünde durmuyor ama evde o prova yaparken bir köşede benim dinleyip, gizli gizli eşlik ettiğimi fark edince paniğe kapılıyor.
Ne var ki bunda, anlamadım...
- Düşünsene daha okula bile gitmiyorum, el kadarım! Doğal olarak kadın o yaşta sahneye çıkmamı istemiyor.
Sonrası azmin zaferi mi?
- (Gülüyor) Konserinin olduğu bir gece beni de yanında götürmesini için ikna olana kadar ağladım. Sonunda pes edip, attı beni arabaya. Çanta gibi yanından hiç ayırmadı. O zamanlar ortalık “Kemaaancı başımın taccıııı” diye yıkılıyor. Tam o şarkıyı söyleyecekken durdu. “Bir dakika” dedi ve beni sahneye çağırdı.
5 yaşındaki Linet şaşkın bakışlar arasında sahnede...
- Tüm salon afalladı ama beni göreceksin, gayet cool’um (gülüyor). Başladım “Kemancı”ya, döktürdüm, geberttim şarkıyı! Millet önce bir şok oldu, sonra da alkış kıyamet başladı. İşte çıkış o çıkış, bir daha da inmedim sahneden.
TAM ORHAN GENCEBAY ELİMDEN TUTACAKTI, ASKERLİĞİM GELDİ
İsrail’in “Küçük Ceylan”ı...
- O zaman onların esamesi bile okunmuyordu. Ayşecik vardı, beni ona benzetirlerdi... Ama en büyük hayalim bir gün Türkiye’de şarkı söyleyebilmekti. Hatta okul gezisiyle Kudüs’teki Ağlama Duvarı’na gittiğimizde dileğimi hiç düşünmeden, “Türkiye’de çok meşhur bir sanatçı olmak ve orada yaşamak” diye yazmıştım.
Bırak Ağlama Duvarı’nı, yazdıklarını da, okul ne alemdeydi sen onu anlat...
- Annem “Madem şarkıcı olmak istiyorsun, o zaman bu işin okulunu oku ki, yaptığın işte söz hakkın olsun” dedi. Bu yüzden de konservatuvar sınavları için keman ve piyano dersleri aldırmaya başladı.
Aldığın dersler işe yaradı mı bari?
- Konservatuvara girdim girmesine de çok bocaladım. Evde Türk Sanat Müziği söylüyorum, okulda Batı eğitimi alıyorum. Makamlar, notalar hepsi birbirine girdi. Okul yıllarım dalgalı geçse de çok şükür ki sonunda mezun olup, Türkiye’ye dönebildim.
Niye İsrail sana dar mı geldi?
- İçimde hep bir Türkiye aşkı vardı, her zaman söylüyorum neticede ben Türk’üm. Yaz tatillerinde geliyordum buraya ama artık bu kısıtlı zaman bana yetmemeye başlamıştı. Hatta bir gelişimde Orhan Gencebay’a kendimi dinletme fırsatını yakaladım. Sesimi çok beğendi, sonrasında elimden tutmaya karar verdi. Ama gel gör ki, bu sefer de askerlik geldi çattı!
Uzun dönem mi yaptın askerliğini tertip?
- (Gülüyor) Yok, normalde askerlik 2 sene ama o dönem kadınlar haddinden fazla olduğu için şansıma 3 ayda tezkeremi verdiler.
EVLENMEDİĞİMİ NEREDEN BİLİYORSUN!
Beyonce bile seni yere göğe sığdıramıyor, ses yıkılıyor, fizik 10 numara! Ama bütün bunlara rağmen bizim Linet hep müzmin bekar...
- Nereden biliyorsun evlenmediğimi?
Haydaa sende öyle bir laf ettin ki, gel de çık işin içinden... Gerçekten evlendin de bizim mi haberimiz yok?
- O da benim özelim, evlenip evlenmediğim sorusunun cevabı müsaade et bana kalsın. Sadece şunu söyleyeyim, ben çok büyük aşkların kadınıyım. Gönül yaylarım bir kere titreyince bütün dengem bozulur. O yüzden hep beni, benden çok seven birini aradım. Kimse kusura bakmasın, artık sonuna kadar bencilim. Biz sevdik de ne oldu değil mi ama! Biraz da beni sevsinler...
BEYONCE İLE ARAMIZDAN SU SIZMAZ!
“Halil Sezai gider, Beyonce gelir” ne demek şimdi?
- Ee yani kankayız... Aramızdan su sızmaz, arabalarımızı bile ortak kullanıyoruz (gülüyor).
Tamam sesin dünya çapında ona diyeceğimiz yok da, ünün Amerika’ya ne ara ulaştı onu cidden bilemedim...
- (Kahkahalar) Şaka değil, gerçekten yeni klibimde Beyonce’nin arabasını kullanıyorum.
O nasıl oldu peki?
- 6 dilde şarkı söylüyorum ama hep Ortadoğu’nun ses kraliçesi olmak istedim, diğerleri gibi Amerika aşkım hiç olmadı. Sesimi duysalar, onlar beni ister de ben gitmem tabii (gülüyor). Dur dur merak etme kendimi övmem bitti, şimdi sadede geliyorum...
Çok şükür...
- Hepimizin bildiği, Beyonce’nin de çalıştığı ünlü müzik firmasının sahiplerinin Türkiye’de yakın aile dostları var. Bu ailenin oğlu Amerika’da yaşıyor, Türkiye’ye de gelip gidiyor. Yine iş için geldiğini bir gün, Hakkın rahmetine kavuşuyor.
Allah rahmet eylesin de bayağı dramatik bir başlangıç oldu...
- Sonu güzel gelecek ama! Çocuğun en büyük hayali kendi tasarladığı arabayı üretmekmiş. Babası da bu olayın ardından oğlunun çizimlerini toplatıp, arabayı tasarlatmış.
Bu araba klipteki araba sanırım, ama hâlâ işin içinde Beyonce yok...
- Dur ama sen de izin vermiyorsun ki azıcık tadını çıkarayım. Beyonce bu, boru değil (kahkahalar)!
Haklısın, özür dilerim...
- Sonrasında beyefendi tasarımla birlikte Türkiye’ye geliyor. Oğlunun vefatının 5’inci yıldönümde arabanın hazır olması için çalışmalara başlıyor. Arabanın bitmiş halini de fotoğraf çekip sosyal medyaya koyuyorlar. Beyonce de o paylaşımı görüyor.
Fotoğrafı görse ne olacak, kadın en fazla “like” etmiştir...
- Meğer Beyonce’nin ilk albümünü Ahmet Ertegün yapmış. Ahmet Bey ile ortak tanıdıkları sayesinde arabanın hikayesini öğrenip çok etkileniyor, hemen sipariş veriyor. 3 tane üretilen otomobilin biri onun için imal ediyor. Şansa bak ki, arabayı üreten aileyle biz de dolaylı yoldan tanışıyoruz.
Şunu baştan söylesene...
- O zaman sürprizi kalmazdı (gülüyor). Muhabbet sırasında tesadüfen bu olayı öğrendim. “Yeni klibim için istesem acaba Beyonce ödünç verir mi?” diye şakalaşırken, mevzu “Neden olmasın, bir soralım”a döndü..
Bayağı Beyonce ile iletişim halindesiniz...
- Aynen öyle ama asıl totomun kalktığı yer şimdi başlıyor.
Açtık kulaklarımızı...
- Beyonce’ye konuyu açtıklarında; kadın önce kim olduğumu ve sesimi merak ediyor. Bir klibimi yolluyorlar. İzleyip, birkaç tane daha şarkımı istiyor. 2 gün sonra da “Dünya çapında bir ses Türkiye’de yaşıyor. Ne kadar isterse kullanabilir arabayı!” diye cevap veriyor.
O zaman bir düet bekliyoruz...
- Neden olmasın... Sonuçta ikimizde de ses var, görüntü var. Allah’ıma bin şükür (gülüyor).
TÜRKİYE ADINA EUROVISION’A KATILSAM SİYASETİN ALLAH’I OLUR!
Senin dırdırını askeriye bile çekememiş. Okul bitti, askerlik bitti, haydi artık hayırlısıyla gel memlekete...
- Nerdeeeee! Bu sefer de ailece Eurovision’a katılmaya karar verdiğimiz için deli gibi çalışmaya başladık. Ama yine bana hüsran yine bana hasret var, elemeleri bile geçemedik (kahkahalar).
TRT’den bugün teklif gelse, Eurovision’da Türkiye’yi temsil eder misin?
- Tabii ki... Yıllardır verilen puanlar hep politik olarak değerlendirildi. Ben katılsam hem İsrail’den tam puan alırız, hem de siyasetin Allah’ı olur!
Senin Türkiye’ye gelememe serüvenin beni bile yordu vallahi...
- Sorma sorma! Neyse sonunda 1995’te geldim, üzerine bir de albüm patlattım. Uzun yıllardır hayalini kurduğum şeyler tek tek gerçekleşmeye başlamıştı ama olay bir anda “Meyve veren ağaç taşlanır” durumlarına dönüştü. Resmen sesim güzel diye iş bulamaz oldum.
O nasıl oluyor?
- Tam bir yerde sahne almaya başlıyorum, assolist gelip sesimi dinleyince doğal olarak kıskanıyor. “Bunun sesi benden güzel” diyemediği için hemen “Şunu okusun, bunu okumasın” diye repertuvarıma ambargo koyuyor. Mecburen kabul ediyorsun, bu sefer de kaşına gözüne kusur buluyor. Sonunda işi, bilerek “Ya o ya ben”e kadar dayandırınca, gazino sahibi seni gözden çıkarıyor. “Kusura bakma sesin çok güzel ama” diye defalarca şutlanmış bir kadınım ben.
BACAKLARIM 3 MİLYON DOLARA SİGORTALI
Tüm röportaj boyunca kendini ne kadar sevdiğini anlatıp durdun. İnsanın ister istemez senin bacaklarını sigortalattırdığın haberlerine inanası geliyor...
- İnan tabii, bacaklarımı sigortalattım gerçekten. Hem de 3 milyon dolara...
Maşallah, kilo verip güzelleşince o gazla ne yapacağını iyice şaşırdın sen de...
- (Kahkahalar) Görmemişin oğlu olmuş çekmiş şeyini koparmış ama, şimdi Allah için bacaklarım da güzel yani...
Allah sana bağışlasın ne diyeyim...
EVRİM GEÇİRMEDİM DEVRİM YAPTIM
Herkesin düşündüğü gibi, Linet’in bir peri masalı yok yani...
- O zamanlar bir de masalın prensi yüzünden köpek gibi acı çekiyordum, neyse girmeyelim hiç o mevzuya. Müzikal anlamda tam işleri yoluna koymaya başlamıştım ki, bu sefer de 99 depremi oldu. Gerçekten hepimiz için inanılmaz büyük bir acıydı! Ardından da geçim sıkıntısı baş gösterince, İsrail’e dönmek zorunda kaldım.
“Yeni bir aşk, yeni bir iş, yine gülecek bir neden lazım” diyordun herhalde?
- Yok canım hiç öyle büyük düşlerim yoktu, sadece ablamlarda kalıp şekerci dükkanı açmak istiyordum.
Ki açtığın şekerci dükkanı en çok sana yaraydı, o dönemde acayip kilo aldın değil mi?
- (Kahkahalar) İşletiyorum ya, “Müşteriye ne sattığını bilmeden bu iş olmaz” deyip hepsini tek tek tadıyordum. Bir gün baktım tartıda 3 basamağı görmek üzereyim. Artık kendime uygun kot pantolon bile bulamıyordum. Üstüne bir de iflas edince, ciddi bir çöküş yaşadım. Ama sonra hırslandım, kilo verme dönemimi psikolojik yardımla destekledim ve işte sonuç; fıstık gibiyim (gülüyor)! Baksana ben evrim değil, resmen devrim geçirdim.
İlk “Yorum Farkı” da bu özgüvenle mi geldi? Çünkü albümün adında “Siz okumuşsunuz ama bir de benden dinleyin de görün” ukalalığı var...
- Aslında isim bir anda ağzımdan çıktı. “Bu da kendini bir şey zannediyor” derler mi diye önce panikledim ama sonra şöyle düşündüm; ben şarkıcı değil yorumcuyum. Kimseyi ezmek gibi de bir derdim yok, sevdiğim ve başka seslerden duyduğum şarkıları kendime has tarzımla söyledim. Bu yüzden de adını “Yorum Farkı” koydum.
Peki ne oldu da bir anda herkes Linet’i konuşmaya başladı? Zayıflayınca insanların ilgisini çekmeyi mi başarabildin?
- Aslında sahne bir bütün ama dış görünüşün o kadar önemli olduğunu düşünmüyorum. Ben her şeyin en doğru zamanda gerçekleştiğine inanıyorum. Böyle bir yere gelebilmek için, çok fazla şey biriktirmiş olmam gerekiyordu. Ben de öyle yaptım ve özellikle gençlerin gözünde “Arabeskçi Linet”ten, yorumcuya dönüştüm. Ee tabii bunda “Beyaz Show”un da payı büyük!
Hakikatten öyle bir “İsyannnnnnn” dedin ki, günlerce kendimize gelemedik!
- O gece hayatımın kırılma noktasıydı. Seyircide öyle bir potansiyel vardı ki, “Tamam” desem bir hafta, hatta bir ay oturup sabahlara kadar “isyan” dedirteceklerdi bana (gülüyor). Programdan sonra zaten telefonum susmak bilmedi. Twitter’da worldwide trending topic bile olduk.
Peki senin hayatını değiştiren bu şarkıyı neden albümüne almadın, Halil Sezai mi vermedi?
- O vermese ne olacak ki? Ben bugüne kadar nasılsa o şarkıyı milyon kere okudum. Artık iş ondan çıktı!
Ondan daha güzel okumanı kıskanmış olabilir mi Halil Sezai?
- Sanmıyorum ama öyle bir durum varsa bile bunu kendi içinde yaşıyordur. Çünkü şarkı internet üzerinde zaten 6 milyon kez izlendi. Artık geri alabileceği bir raddede değil, ok yaydan çıktı.
Küs müsünüz peki?
- Ben hayatımın en güzel günlerini yaşıyorum ayol. Bu pozitif enerjiyle kimseye darılamam. Hem Halil Sezai gider, Beyonce gelir (gülüyor).
BU OTOMOBİL “SAZAN” İÇİN ÜRETİLDİ
Yanından geçen herkesin dönüp bakacağı bu spor otomobilin hazin bir öyküsü var. Keyifli bir yaşamı çağrıştıran ancak ardında dram saklı olan otomobilin yaratıcısı bir Türk: Ekber Onuk.
Türkiye’nin önce gelen tersanelerinden Yonca Onuk’un ortağı Ekber Onuk, 22 yaşında trafik kazasında kaybettiği oğlu Kaan’ın anısına bu otomobili üretmiş. Oğlunun okuldaki lakabını marka yaparak, “SazanLM” ismini verdiği araç, otomotiv sektöründen de geçer not almış. Aslında uçak mühendisi olan Ekber Onuk’un biricik oğlunun hazin sonu, bir başarı öyküsüne uzanan yolun da başı olmuş. Bu hikaye, ister istemez akıllara Enzo Ferrari’yi getiriyor... Çünkü Ferrari de, Formula 2 arabaları için V6 motorunu projelendiren oğlu Alfredino Vittorio Jano’yu 24’ yaşındayken kaybetmiş. O büyük kayıptan sonra, yeni yarış otomobili 206GT’ye oğlunun evdeki lakabı olan “Dino” adını vermiş.
Ekber Onuk, sevgili oğlunu şu sözlerle anlatıyor: “Kaan da benim gibi uçak mühendisiydi. Hücumbotlarında dünyada ses getiren teknolojilere imza attı. Spor otomobil de onun hayaliydi. Projenin ilk çizimlerini 1993’te birlikte yapmıştık. Hücumbottaki liderliğimiz belki bir gün spor otomobilde de dünya liderliğine gider.”
Paylaş