Paylaş
* Milletçe yaka silktiğimiz bu pazartesi sendromundan size göre bir kurtulma yolu var mı hocam?
- Ah güzel oğlum ah! Biz nasıl off diyebiliriz, nasıl şikayet edebiliriz? Kaçımız sabah kalktığında “Gözüm görüyor, aklım başımda, midem sağlıklı, zevkle kahvaltı edeceğim” diye şükrediyor? Suratlar on karış asık uyanıyoruz çoğumuz. Oysa Peygamber’in en kıymetli günüdür o. Doğumu, miraca çıkışı, peygamber oluşu, göçü, vefatı... Aklına hangi hadise gelirse hepsi pazartesi olmuştur. En doğrusu “Allah’ım bu pazartesini bana Peygamber’imizinki gibi idraklı kıl” diye dua ederek güne başlamaktır.
* Hz. Muhammed’i diğer peygamberlerden ayıran en önemli özellik nedir?
- Tevhid! Geçenlerde Harvard’da okuyan bir öğrencim geldi. “Okulda bir Musevi, bir Hıristiyan, bir de ben varken; ‘Senin Yahudan, Onun God’ı ve Allah bir. Hepimiz aynı Allah’a tapıyoruz dedim. Allah tek gaye. Ama söylediklerim Musevi’yi şaşırttı” dedi. “Ay yapma Allah aşkına İslam gerçekten bu kadar harika bir şey mi?” demiş. Aslında Musevilik ve İsevilik, İslam’ın derecesidir. Ama ancak Tevhid anlayışı geldiği zaman tapılacak yerin din değil, Allah olduğu anlaşılır ve onun tecellisi baktığın her yerde görünür. Din Allah’a götüren yoldur sadece.
MUSEVİ CENAZESİNDE AYAĞA KALKAN PEYGAMBER
* Kısaca önce bütün yolların varacağı yerin aynı olduğunu mu idrak etmeliyiz? Tüm kapılar aynı makamı mı açılıyor?
- Aynen öyle... Bu şekilde de her varlıkta onun isim ve sıfatlarını görebiliriz. İbnü’l- Arabi Hazretleri diyor ki; “Bir elbiseyle birinin kalbini kırmışsan, aynı elbiseyle birinin gönlünü al ki, elbise temizlensin.” Hocam Kenan Rifai Hazretleri de “Bak gözlük de Allah’ı tesbih ediyor. Onun için yerini özler” deyip her gece gözlüğünü aynı yere koyarmış. Bir gün Peygamberimizin önünden bir cenaze geçiyormuş. Hemen ayağa kalkmış. Yanındakiler “Musevi efendim, oturun” demişler. Onun cevabı da “İnsan değil mi?” olmuş. Tevhid her şeyde sevdiğini, Allah’ı görmek... İşte bu kadar muhteşem bir ahlakı vardı...
* Siz bunları anlatınca galiba artık günümüzde ‘ahlak’ kelimesinin karşılığının değiştiğine inanmaya başladım.
- Hz. Ayşe’ye Peygamber Efendimizin ahlakını sormuşlar. “Siz Kuran okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kuran’dı” diye cevap vermiş. İnsanı öldürmeye götürürken bile iki tane şahide gerek vardır. Öbür alemde de iki şahit lazım; bunlardan biri ilim, diğeri ameldir. İlim Kuran’dır, amel de Hz. Muhammed’in sünneti... Ruhunu teslim ederken Kuran’ın bize “Benim ayetime uydu”, Peygamber’in de “Benim gibi yaşadı” diyerek şahitlik etmesi gerekiyor. Kuran, peygamberin hakikatinde Kuran, Ahlak-ı Muhammedi ile ise furkan olur.
* Cehaletimi bağışlayın, furkan ne demek hocam?
- O da farkı bilmek, Kuran’ın içindeki doğru ve yanlışı idrak etmek demek... Bu yüzden “Onu yapan da Allah’ın kulu, gene de onu sev ve affet” ayetleri vardır. Peygamber’in bakış açısı Kuran’dır. İnsan-ı kamilin ise furkan. Hz. Ali makamındaki kişi farkı görecek ve farkı göstererek insanı düzeltecek, Peygamber ise bütün farklarına rağmen şefaat edecek inşallah. Hadiste “Ben küçük günahlar için değil büyük günahlar için gönderildim” buyurur.
KURAN’IN HER TARAFI REÇETELERLE DOLUDUR
* Bu, Kuran’ın şifrelerini çözüp mananın ötesine geçmek demek değil mi?
- Tabii ki... Dediğin gibi Kuran’ın aslında her tarafı reçetelerle doludur ama görebilene... Çok büyük bir bilim adamı olan Dr. Maurice Bucaille “Biz Kuran’ın ilim kısmını daha çözemedik” diyor. Ancak bir şeyler bulunca “Aa bu da Kuran’da yazıyordu” diye düşünüyoruz. Kuran aslında herkese göre değişik bir şifredir. Çünkü herkes kendi manasının hakikatini Kuran’dan çözer. Onun her cümlesi bir insandır. Bizler de birer ayetiz. Kendi ayetimizle onun manasını okuyoruz. O yüzden de sadece okumak değil, yaşayan Kuran olmak lazım.
* İslam’ın ve Kuran’ın modernleştirilebileceğine inanıyor musunuz?
- İslam’ın ve Kuran’ın kendisi hem evrenseldir hem de asırlara hitap eder. Ama şunu da unutmamak lazım ki, bugünkü İslam anlayışı maalesef cahiliye devrini yaşıyor. Bunu çok açık bir şekilde söyleyebilirim.
* Sadece ülkemiz değil, tüm dünya muhafazakârlaşırken bunları söylemenize şaşırdım açıkçası...
- Bütün İslam alemi için konuşuyorum. Peygamber’in yaşadığı edep, hâl, tavır, sünnetini giyinmez ve bu şekilde kalırsak cahiliye devri devam edecektir. Önce biz kendimizi modernleştirmeliyiz, Kuran’ı modernleştiremeyiz. Kuran’a göre kendimizi değiştirmeliyiz. Onu kendi aklımıza göre değil Allah’ın istediği şekilde, kalbimizle idrak etmeliyiz. Bunu yaparken de gerçekten şifresini çözebilenlerden yararlanmalıyız.
* Hazır laf gelmişken, neredeyse artık her kanalda bir hoca, her mahallede ‘her derde deva’ olduğunu söyleyen ulemalar var. Bunların sizin de özellikle altını çizdiğiniz gibi gerçek alimler olduğunu nasıl anlayacağız?
- Hakikisiyle sahtesini ayrıştırmak için bir mihenk taşı oluşturduklarından Allah onların hepsinden razı olsun, sağ olsunlar, var olsunlar! Bunun için üç tane çok önemli özellik var; öncelikle kendine davet etmeyip Allah’a götürecek. İkincisi ahlak-ı Muhammed’iyi onda seyredeceksin...
Üçüncüsü de bu dünyadan vazgeçmeyecek. Dünya ile ahireti dolu dolu yaşayacak. “Öyle ben çekildim bir kenardayım” diyen mürşid olmaz.
ZAMAN DİYE BİR MEVHUM YOKTUR HER ŞEY AYNI ANDA OLUR
* Yaşanan her şeyin arkasında hiç şüphesiz ki gerçek bir irade var. Peki külli iradeyle cüzi irade arasındaki fark ne?
- Bir hikâyeyle anlatmaya çalışayım. Abdülhamit devrinin en büyük Melami şeyhi Nurul Arabi saraya davet ediliyor. Bütün saray halkı oturmuş böyle ağızlarının suyu akarak onu dinliyor. Padişah ortada yok. Abdülhamit içeriden, “Cüzi irade var mıdır?” diye sordurtuyor. “Bakın” diyor Şeyh; “Kimin için cüzi irade vardır, kimin için yoktur ben size söyleyeyim. Şu anda padişahın huzurundayım değil mi? Haddime mi düşmüş onun aleyhinde bir laf etmek!” İşte benim için padişahın huzurunda olunca cüzi irade kalkar. Her kim ki Allah’ın daimi huzurundadır, ona teslim olmuştur, cüzi iradeye ihtiyacı kalmamıştır. Mesela sevdiğin birini koruma altına alırsan, bunu cüzi iradeyle yaparsın. Ama “Bir gün hiçbir şeyi sevmiyorum, Allah’ım yalnız sen varsın diyebildiğinde” cüzi irade kalmaz.
* Bu çok zor bir mertebe değil mi?
- Tabii ki, bu evliyalarda, peygamberlerde olan bir özellik... Onlar bile zaman zaman kula dönerek, kula anlatabilmek için cüzi iradelerini kullanmışlardır.
* Günümüzde hâlâ evliyalar var mı?
- Allah diyor ki “Ben zamanı el evvel ve el ahir isimlerim anlaşılsın diye yarattım”. Bu yüzden zaman diye bir mevhum aslında yoktur oğlum. Her şey aynı anda olur. Peygamber Efendimiz şu an burada olmasa, ne sen ne ben ondan bahsedebiliriz. Demek ki hepsi yaşıyorlar, ezeli ve ebedi diriler. Hatta biz onlardan daha ölüyüz. Evliya ziyaretlerinde de biz ölmüş bir vücudu değil, aslında Allah’ı isimlerini ziyarete gideriz. Onlar her devirde oldukları için “Biri seni sinirlendirirse kızma, belki evliyadır” derler...
HOCAM NEFSİMİ FETHETTİ, BEN İSTANBUL’U...
* İstanbul’un fethi sırasında evliyaların yardımcı olduğu efsanesine siz de inanıyor musunuz?
- Kesinlikle! Şimdi böyle “İstanbul fethedildi” diyerek şak diye söylediğimize bakma, çok uzun zaman her gün yenilmişler. Lalalar, paşalar Hz. Fatih’e “Balkanlar hepsi toplandı üstüne geliyor. Daha çok gençsin. Yaptığını idrak edemedin, vazgeç” demesine rağmen onu dimdik ayakta tutan tek şey Peygamberimizin hadisiymiş. Son gece ümidi biraz azalmış şekilde Akşemseddin Hazretleri’nin yanına giderek, “İbadet edip, izin alalım mı” demiş. Sabaha kadar dua etmişler, niyaz etmişler. Hz. Fatih yavaşça çıkıp kendi çadırına doğru yürüdüğü sırada Akşemseddin’e “Fetih bugün olacak” müjdesi gelmiş!
* Önceden haberi mi varmış yani Fatih Sultan Mehmet’in?
- Akşemseddin haber vermek için arkasından çıkmış. Biraz alacakaranlık olduğundan elini öpmek isteyenlerin arasında Hz. Fatih’i önce tanımamış. Akşemseddin Hazretleri o günü “Sonra onu çok kuvvetli sıktım” diye anlatırken, Mehmet Sultan “Beni o kadar güçlü sıktı ki, o anda içimde hiçbir nefsani istek kalmadı. Ne zaman ki hocam benim nefsimi fethetti, ben de ertesi gün gittim, İstanbul’u fethettim” der. Buradan anlaşılıyor ki karar tamamen Allah’ın! Hatta doğduğu gün II. Murad, Fatih’i alıp Edirne’de mürşidi Hacıbayram’ın hutbesini dinlemeye gider. İçeri girdikleri anda Fetih Suresi okunmaya başlar. Sonunda da Hacıbayram II. Murad’a Akşemseddin’i göstererek “İstanbul’u almak sana değil de, şu köseyle elinde çocuğa nasip olacak!” der. İşte böyle güzel mucizeler
vardır o fethin arkasında.
YARIN
* Tekamül eden nefs çok nefis bir şey olur.
* Biz peygamberimizin kadına verdiği değeri anlayamadık.
* Erkeğin tekamül etmemiş hali Ebu Cehil’dir.
Paylaş