Paylaş
“Vay be... Helal olsun 12 dev adama...”
Birkaç gündür böyle sevinç nidaları duyuluyor etrafta...
Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel ise; “Bu karar, Türk basketbolunun uluslararası camia içindeki saygın konumunu bir kez daha pekiştirmiş oldu” diye hava atıyor...
Peki nasıl oluyor bu iş?
Son beş Avrupa şampiyonasında dereceye bile giremeyen Milli Takımımız, Dünya Kupası’na nasıl katılıyor?
Cevap basit, o reklam filminin jingle’ındaki gibi ‘Wildcard’la caaanım Wildcard’laaa...’
Peki neyin nesi, kimin fesi bu Wildcard...
FİBA’nın mangırları cebine indirmek için keşfettiği yeni bir ‘icat’.
Şampiyona öncesi elemeleri kazanamazsan; bastırıyorsun parayı, alıyorsun Wildcard’ı, doğru kupaya...
Bu kadar kolay mı? Aslında kolay.
Wildcard adayları arasında bir seçme var ama paran yoksa adaylığı rüyanda görüyorsun...
Kısaca FİBA’nın lobi ve finansal çıkar için getirdiği bir kural bu.
Bu tuzağa düşmeyenler de var tabii... Mesela İtalya, Almanya ve Kanada; “Rüşvet vermek bize göre değil” diye çekilmişler bu uygulamadan...
Turgay Demirel ise başını ellerinin arasına alıp düşüneceğine; “Ciddi ülkelerin çekilmesi bizim gücümüzü gösteriyor” diye komik ötesi bir kelam etmiş.
Kaptan Hidayet de “Öncelikle iyi bir hazırlık yapıp ülke olarak orada olmamızı sağlayan Turgay Başkan’ı ve ekibini kutlamak lazım” diyor...
İnsaf be Hido, neyin hazırlığı bu? Paraları sayarken mi yoruldu bizimkiler...
Yıllarca “Sahada değil masa başında kaybediyoruz maçları” diyen biz değilmişiz gibi bir anda masabaşı oyunlarının baş aktörlerinden biri oluveriyoruz...
Bakarsınız ileride kupayı direkt olarak satın alırız da öyle rebound’muş, üç sayılık atışmış, asistmiş gibi detaylarla uğraşmaya da gerek kalmaz...
Wildcard’ı satın almanın taban fiyatı 1 milyon İsviçre Frangı’ymış. Herhalde bunun açık artırması da vardır.
FİBA’nın “Satıyorum, saaattım” diye tokmağı masaya vurması bize kaça patladı acaba?
Para, Tanıtma Fonu’ndan çıkmış... Yani senin, benim cebimden. Haydi beyler açıklayın da görelim, bizim paralarımızdan bize sormadan harcadığınız miktar nedir?
İnşallah Basketbol Federasyonu bu konudaki belgeleri gösterir de içimizdeki utanca bir de şaibe duyguları karışmaz...
Uzun lafın kısası, bu işe emeği geçenlere Orhan Baba’dan “Yazıklar Olsun” şarkısını ithaf ediyorum...
Şen şak’rock bir gece
Rock’çı abilerimizden biri annesine ‘ünlü bir rock star olacağım’ demiş, o da ‘hem ünlü hem rock star olamazsın oğlum’ diye buyurmuş.
Galiba rock’ın felsefesi bu cümlede yatıyor. Yani yerleşik düzene karşı çıkıp ‘piyasa’ olmamalarından...
Ama her ne kadar başkaldırsalar da, sistem onları yine de kendi içinde eritiyor.
Yoksa milyarlarca dolar döner miydi bu pazarda...
Ahkam kestiğime bakmayın pek anlamam bu işlerden...
Ama kediyi merak öldürür misali; bir gece çektim blucinin üzerine deri ceketimi, düştüm yollara...
Bakalım bu rock’çılar nerelerde takılıyorlar, ne dinliyor ne içiyorlar?
İşte bir rock’n roll cahilinin, İstanbul
rock barlarıyla
imtihanı...
Dorock: Beyoğlu İmam Adnan Sokak’taki mekana girerken etraftakilerin “Bu adamın burada ne işi var” der gibi baktıklarını hissettim ama bozmadım keyfimi. Hatta önceleri işkence gibi gelen canlı müziğe de alışmaya başladım. Racona uyup bir de fıçı bira istedim. Baktım kanım yavaş yavaş kaynıyor.
Rasputin: Asmalımescit’teki bu küçücük mekanda canlı müzik yok, içkiler de hesaplı... Müşterilerin çoğu müzik yazarı veya tasarımcı. Eğer yolunuz düşerse metal müziğin en sert halinin sizi duvarlara vuracağını unutmayın.
Hard Rock Cafe: Fiyatları diğer rock barlara göre tuzlu ama vakit geçirmek için ziyadesiyle hoş. Ailece gidip, bir rock’n roll muhabeti yaşayabiliriniz.
Zincir: Kadıköy barlar sokağının gözdesi Zincir, tam bir klasik rock bar örneği. Genelde öğrenciler geliyor. Hâl böyle olunca “Oğlum bana oradan tek buzlu bir malt ver” demek de ayıp kaçıyor. Mekanın alt katı gördüğüm kadarıyla, özellikle sevgililerin favorisi...
Rock’n Rolla: Beyoğlu’ndaki çok tutulunca bir tane de Kadıköy’de açmışlar. Mekanın yeri o kadar iyi ki, hem içki içip hem de gelen gideni izleyebiliyorsunuz. Fiyatları da uygun. Galiba bu yüzden iğne atsanız yere düşmeyecek bir kalabalık vardı.
Ortaya karışık
Bir - Kanye West ayağa düştü! Kanye’nin Nike için tasarladığı Air Yeezy 2 Red October isimli 245 dolarlık ayakkabılar pazar günü hiç tanıtım yapılmadan satışa çıktığı markanın internet sitesinde 11 dakika içinde tükendi.
İki - Kim Kardashian’ın 58 yaşındaki annesi Kris Jenner sosyal medyada paylaştığı bikinili fotoğrafıyla yürekleri hoplattı. Boşuna dememişler anasına bak kızını al diye...
Üç - Geçen hafta hayata veda eden Philip Seymour Hoffman’ın cenazesine katılacaklara, UGG havanın soğukluğunu gerekçe göstererek bedava botlar dağıttı. Reklamın da böylesi...
Dört - Tuttukları altın olan ‘muhteşem ikili’ Brad Pitt ve Angelina Jolie şarap endüstrisinin de ‘kaymağını yemeye’ devam ediyor. Fransa’da sahibi oldukları üzüm bağlarından çıkan ilk şaraplarının 2012’de dünyanın en iyi rose şarabı seçilmesinin ardından 7 Şubat’ta piyasaya sürdükleri 2013 Jolie-Pitt &Perrin Côtes de Provence Rosé Miraval da şarap uzmanlarından tam not aldı. Anlayacağınız sinemadan şarapçılığa kadar beceremedikleri iş yok. Efsunlu mübarekler.
Beş - Michelin yıldızlı şef Heston Blument-hal, beş yıl önce ‘dünyanın en iyi restoranları’ arasında yer alan Fat Duck’ı mekanda norovirüse maruz kalan müşterilerden dolayı kapatmıştı. Aşırı kusma ve ishale sebep olan bu virüs Heston’ın yakasını bırakacağa benzemiyor, çünkü geçtiğimiz günlerde Londra Mardarin Oriental Hotel’deki restoranında yemek yiyen Amerikalı bir çift, ülkelerine dönerken uçakta feci şekilde rahatsızlandı. Aynı tarihlerde restorana gelen 24 müşteri ve 21 personelin de hastalanmasıyla ‘Heston’ın kabusu’ yeniden başladı. Olaydan 48 saat sonra Blumenthal, mekanın kapılarını bir daha açmamak üzere kapattı.
Paylaş