Paylaş
Bizi her zamanki güler yüzlü tavrı ve herkesi kendisine hayran bırakan müthiş zarif, tevazulu haliyle karşıladı. Cemalnur Hoca yeni kitabı “Namaz”ın raflarda yerini almasının mutluluğunu yaşıyordu. Ben sordum, hoca da sağ olsun kırmadı, yorulmadı, hepsini birer birer yanıtladı. Sohbetimize oğlu Kerim Güç de katıldı. Bana da ancak üç günde toparlayabileceğim harika bir tasavvuf sohbetini sizlerle paylaşmak kaldı. Cümleten hayırlı Ramazanlar...
* İslam’ın beş şartından biri olan oruç farizasını yerine getirdiğimiz, 11 ayın sultanı Ramazan’dayız...
- Ne mutlu bize oğlum! Ramazan, Allah’ın lütfuyla bütün ayların üzerinde şifa ve rahmet veren aydır. O kelimedeki her harfin bile ayrı bir manası vardır. R harfiyle başlar mesela, bu rahmet demektir. Allah’ın nurunun üzerimize yağacağı anlamına gelen N harfiyle de biter. Aslında Allah’ın üstün kıldığı ve biz kullarına fırsat olarak tanıdığı bir aydır Ramazan...
* İçimizdeki adına nefs denilen ve sürekli başımıza belaya sokan hain şeyle savaşma fırsatından mı bahsediyorsunuz?
- Allah’ın Samet adından yani muhtaç olmamaktan bahsediyorum. Recep; insanın kendisiyle yüzleştiği, yıl boyunca yaptığı hataları, yanlışlıkları görebildiği ve kendisinin Allah katındaki değerini hissetmesi gereken aydır. Şaban, onları düzeltmek için yapılması gerekenlerin araştırıldığı aydır. Ramazan ise huzura ve mutluluğa kavuşabilmesi için Allah’ın Samet sıfatını giymemiz gerektiğini öğreten aydır. Kendisinin hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi, kullarına “Bir gün için benim Samet elbisemi giyin. Yemeye, içmeye hiç ihtiyaç duymadan tüm günü geçirmeye çalışın” diyor.
GIYBET VE KALP KIRMAK RAMAZAN’I SAKATLAR
* Ama bu ateşten gömlek gibi bir şey...
- Tabii oğlum ama her şeyden önce bu elbiseyi gerçekten giymeyi istemek lazım. İstek ve arzuları kısıtlamak, az konuşmak, gönül kırmamak, dedikodu yapmamak, gün boyunca yemekten, içmekten ve cinsellikten uzak durmak gerekiyor. En önemlisi de özellikle gıybet ve kalp kırmanın Ramazan ayını sakatladığını bilmek lazım. Hepimizin Ahlak-ı Muhammed’i yani peygamberimizin ahlakında yaşamamız gerekiyor.
* Neler yaparak, Samet sıfatını giyip O’nun ahlakında yaşayabiliriz? Bu imkansız değil mi?
- Allah’ın istediği gibi bir gün geçirip, kendimizi mürit olma gayretine girerek... İrademizi, nefsani arzu ve isteklerimizi zapt-u rabt altına alarak... Dediğim gibi Ramazan’ın en büyük hikmeti; Samet’i yani Allah’ın ihtiyaçsızlık ve muhtaç olmama sıfatını giyme halidir. Bu şekilde de fakirin halini bilmenin, fakirle fakir olmanın zevkini yaşarız. Yemeye, içmeye ara verip açlığın tadına varırız. Allah, “Akşamları fazlaya kaçmadan orucunuzu açın” diye buyurur. İnsanların yokluk, hiçlik durumunda neler yaşadığını anlamamız için az ve ölçülü yemeliyiz. Mevlana’nın Hüsamettin Çelebi’ye “Gene yemek yedik, maneviyatımız sustu. Artık konuşmayalım” dediği gibi bizim de maneviyatımızı doyurmamız lazım önce.
* Maddi dünyada maneviyatımızı kısıtlamayacak kadar mı beslenmeliyiz yani?
- Aynen öyle! Sahura kalktığımız için uykumuzdan da tasarruf ediyoruz. Ama aslında maneviyatımızı güçlendiriyoruz, ailemizle paylaşım içine girip, dert dinleyip, sevdiğimiz insanlarla soframızı paylaşıyoruz. Fakire ikram etme zevkini yaşayıp, asıl fakirin kendimiz olduğunu hissediyoruz.
* Önce canan, sonra can...
- Ne güzel söyledin... Zaten başkasına faydalı olmak, kişinin kendi ihtiyacını da gidermesi demektir. Üç Aylar’dan Recep’in Allah’a ait olduğu söylenir. Şaban, Peygamber’imizin ayıdır. Ramazan ise hasadın toplandığı, kulun ayıdır. Peygamberimizin bu mübarek günler için çok da güzel bir hadisi vardır; “Gecenin son üçte birinde Allah gönüllere gelir, ne yapıyorsunuz bir isteğiniz var mı diye sorar” diyor.
* Bu Ramazan’a mı özel, yoksa her gece mi geliyor?
- Allah her an bizimle ama bu hadis sabah namazının saatine dikkat çekiyor. Yani duaların makul olduğu zaman dilimine... Ramazan da Üç Aylar’ın en sıkıntılısıdır. Onun da en zor kısmı son 10 günü yani yine son üçte biridir. Ne zaman ki nefs en çok sabra alışır, Kuran manevi olarak kalplerimize iner.
O GECE FURKAN DEĞİL KURAN’IN MANASI İNER
* Kuran’ın indiği kesin bir tarih yok mu peki?
- Hayır yok, Peygamberimiz herkes bu geceyi kutlasın diye Ramazan ayının son 10 gününde indiğini söylemiştir. Hicri takvim olduğu için her sene değişiyor tarih. Her değiştiğinde de çok enteresan bir biçimde bir mübareğin doğum gecesine denk geliyor. Hatta ulemalar, o senenin nasıl geçeceğini, hangi geceye denk geldiğine göre değerlendirirlermiş. Burada önemli bir nokta var; o gece Furkan değil Kuran’ın manası iner.
* Burayı biraz daha açar mısınız hocam?
- Kuran-ı Kerim’in iki manası vardır. Allah Bakara Suresi’nde “Sana öyle bir peygamber yolladım ki kitabı ve hikmeti öğretecek” der. Hem kitabı hem de hikmet kısmını öğrenmek gerekir. Kitap, Furkan yani Kuran’ın şeriat kısmıdır. Hikmet ise hakikat! Kuran’da her şeyin ötesinde Allah’ın ismini taşıyan her yaratılmışın güzel olduğu, yanlış ve abesin de bize göre olup Allah’a göre olmadığı yazılır. Bu yazılanları kalbimizle idrak edersek hikmete ermiş oluruz. Orucu layıkıyla tutarsak, kalplerimize Kuran’ın hikmeti iner ve idrak etmeye başlarız.
KALP KIRMAKLA, KABE’Yİ YIKMAK AYNI ŞEYDİR
* Sadece günün belli saatleri arasında aç kalmak ve su içmemekten ibaret değildir herhalde oruç?
- Söylediklerin herkesin bildiği yememek, içmemek gibi bazı şer’i kurallar... Bunlara tüm gün uysan da, eğer sinirli davranışlar sergilersen orucun zedenlenmiş olur.
* Ramazan’da sinirine hakim olamayanın vay haline o zaman...
- Bak sana çok güzel bir hikaye anlatayım. Hz. Hüseyin, köleliğin yavaş yavaş kalktığı yıllarda Arap emirlerine yemek daveti veriyormuş. Kaynar çorbayı getirirken kölesinin ayağı takılmış ve Hz. Hüseyin’in üzerine dökmüş. Araplar kölenin hemen öldürülmesi gerektiğini söylemişler. Müslüman köleyse Hz. Hüseyin’e bakıp “Allah azabını yeneni sever” demiş. Canı yanan Hz. Hüseyin sevgilisi Allah’ın sözünü duyunca gülmeye başlamış ve “Yendim ya köle” diye cevap vermiş. Kölenin şımarıp bu sefer de “Allah affedeni sever” demesi üzerine, ağzından “Affettim ya köle” cümlesi dökülmüş. “Allah ihsan edeni sever” deyince de köleyi azad etmiş.
* Köle de cin gibiymiş maşallah!
- Ama o gitmemiş. “Senin gibi en öfkeleneceği zamanda bir Allah cümlesiyle öfkesini yenmesini bilen hür insanın huzurundan uzak olmak, bir köle için nasıl azad edilmek olur” demiş! O yüzden insanın her zaman kendini zapt etmesi çok önemli. Hele ki Ramazan’da kalp kırarsanız, tuttuğunuz oruç zedelenir. İnsan-ı kamiller kalp kırmanın, Kabe’yi yıkmayla aynı şey olduğunu söylerler.
* Dilimizle de mi oruç tutacağız yani?
- Tabii ki... Dedikodudan da uzak durulması gerekir. Öte yandan “Zina yapan için ‘Allah affetsin’ diye dua edebiliriz ama yalan söyleyenler için bir şey yapılamaz, Müslüman değildir” diye hadis var. Dedim ya bunları yapmak orucu zedeler. Kendini tutamayanlar ya evlerine kapansın ya da kulağına kulaklık takıp izole kalmayı denesin.
YALANIN BEYAZI, PEMBESİ, MORU OLMAZ OĞLUM!
* Ya yalan söylemek zorunda kalırsak?
- Bunu yaparken doğruyu, ilmi siyaset halinde konuşmak lazım. Padişahın huzuruna bir falcı çıkmış ve “Oğlunuz sizi öldürecek” demiş. Tez kellesi alınmış. Bu olay 10-15 kez tekrarlanmış. Bu sefer bir başka falcı gelmiş ve “Padişahım size müjdeli bir haberim var. Hiç evlat acısı görmeyeceksiniz” demiş. Doğruları tak tak söylemek zorunda değiliz. Bazı şeyler illa söylenecekse de kalp kırmadan, en yumuşak haliyle dile getirmek gerekir. Yalanın pembesi, moru, beyazı olmaz oğlum.
* Diyelim ki bunların hepsini başarıp kazasız belasız iftara ulaştık. Soframız nasıl olmalı? Peygamber Efendimiz nasıl açarmış orucunu?
- İlk zamanlar çok fakir oldukları için midesine çift taş bağlarlarmış... 40 gün üst üste yemek yemeden oruç tuttuğu da olmuş. Çok az yemek yermiş, genellikle anlamı sabır olan hurma ile günü geçirirmiş. Bir de manası birlik olan zeytin olurmuş sofrasında.
* Şimdinin iftarları gibi pastırmalar, börekler yokmuş yani o zaman...
- Olsa da Peygamberimizin tercih edeceğini zannetmiyorum. 40 gün üst üste et yememeye dikkat ediyorlarmış. Konuyla ilgili Hz. Ali’nin “Üst üste et yiyenin bütün manevi manası kesilir” diye sözü var.
* Neden?
- Çünkü et vahşileştirir. Üst üste yemek doğru ve iyi değildir. Arka arkaya yenecekse de kuzu ve koyun gibi eti yumuşak hayvanlar tercih edilmeli. Bunun yanında deniz ürünleri kişiye dokunmuyor ve susatmıyorsa tüketilebilir. Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın, Hz. Hasan’la Hz. Hüseyin’e günlerce yemek veremedikleri, sadece su içirdikleri zamanlar var. Diğer yandan peygamberimiz çok yaratıcı olduğu için, kızının düğününde sütten yaptığı yoğurdu hurmayla birleştirip bir tatlı da icat etmiş. Bak sana bir hikaye daha anlatayım...
* Buyrun hocam, o güzel sözlerinizle röportajımız daha da tatlansın...
- Eyvallah... Hz. Ali, bir gün Hz. Muhammed’e en sevdiği peygamber hurmasından almış. Tam yiyecekken kapıya bir dilenci gelip hurma istemiş. O da hiç düşünmeden hepsini vermiş. Hz. Ali pazara gidip tekrar hurma almış. Aynı dilenci gelip yine hurma istemiş. Bu olay üç kere tekerrür edince Peygamber kapıyı açıp “Oğlum sen bu işin ticaretini mi yapıyorsun?” diye sormuş. Hemen Allah’tan ayet inmiş, “Sen sorgulayamazsın, sadece vermekle yükümlüsün ya Muhammed” diye... İşte bu kadar güzel bir din bizimkisi...
UYUYARAK ANCAK SINAVLARINDAN KAÇARSIN
* Peki iftarlarda verilen davetler için neler düşünüyorsunuz?
- Hz. Muhammed bütün davetlere de icap edermiş. Ramazan ayının içinde olmayan bir gün çok fakir bir adam Peygamberimizi yemeğe çağırmış. Efendimizin yanındakilerden biri de oruç tutuyormuş. Hz. Muhammed ona, “Adam seni de davet etmiş. Orucunu sonra tutarsın, bugünlük boz ki kalbi kırılmasın” demiş. Buradan anlıyoruz ki oruçtan kasıt zaten kalp kırmamayı öğrenmek. Bütün ibadetler insanı insan yapmak içindir. Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaktır, yoksa O’nun bizim yaptığımız ibadete ihtiyacı yok. Ayette de “Ben seni oruç tutar, namaz kılarsın diye bırakır mıyım sanıyorsun. Seni çeşitli şeylerle imtihan ederim” diye buyuruyor.
* Ama açlık ve susuzluk da bir imtihan değil mi?
- Tabii ki açlık ve susuzluk çok önemli imtihanlar... Ramazan orucu da bu konuda en büyük lütuf... Yaşadığın felakete ne kadar dayanıyorsan sende o kadar Allah’ın manası hakim demektir. Mevlana bir gün çöldeyken müridi “Ölmek üzereyiz, aç kaldık” demiş. Mevlana, “Sana bir şey olmaz. Allah sevdiğini aç bırakır. Sen ümit kesmişsin, ümit kesene bir şey olmaz” diye cevap vermiş. Bu yüzden bütün dinlerde susma orucu çok önemlidir. Çünkü insanın ağzı susarsa ruhu konuşmaya başlar. Hıristiyan ve Museviler de bunu yapıyor ama neden yaptığını bilmiyor. Bize de emir gelmiş. Biliyoruz ama yapmıyoruz (gülüyor).
* Orucu uykuya tutturanlar bu sınavın neresinde kalıyor size göre?
- Uyuyarak oruç tutan da var, zayıflamak için niyetli olan da... Onlar için Allah’ın ne takdir ettiğini bilemeyiz ama orucu verimli hale getirmek gerekir. Uyuyarak sınavlarından ancak kaçarsın. Oysa orucun amacı nefsimizle savaşmak!
ZENGİN İFTAR SOFRALARI NEFSİMİZİ HOŞLANDIRMAKTAN BAŞKA İŞE YARAMIYOR
* Peygamber Efendimizin yolundan giden bir nesil olarak günümüz insanı çok değişti...
- Hem de nasıl! Bir Ramazan’da Medine’de Peygamber Efendimizin torunlarının sofrasında bulundum. Bizi oturdukları evde ağırladılar. Hanımlar sofrada oturuyor, beyler hizmet ediyordu. “Her şeyi siz mi yaptınız?” diye sorduk beylere. “Evet, biz peygamber torunuyuz, hizmeti severiz” dediler.
* Hz. Muhammed’in torunlarının sofrası kendisininki gibi mütevazı mıydı?
- Bunu söylerken zamanın şartlarını da hesaba katmak gerekir ama haklısın ondan daha iyi olduğunu söylememek imkansız. Masada neredeyse bir kuş sütü eksikti. Mesela Peygamber Efendimiz sade ama çok şık giyinirlermiş. Torunlarından Musa Kazım Hazretleri’ni gören biri “Çok şaşaalı giyiniyorsunuz” diye hafif sitem eder gibi konuşunca “O da bu devirde yaşasa böyle giyinirdi” diye cevap vermiş. Tabii ki elimizdekileri iyi kullanacağız ama en önemlisi ikramlarınızı mümkün olduğunca fakirlere verebilmemizdir.
* Eşe dosta değil...
- Arada yapılabilir ama gösteriş için hazırlanan iftarların bir sevabı olmadığını bilelim. Bizim nefsimizi hoşlandırmaktan başka işe yaramıyor. Halbuki Ramazan’da nefsimizi adam etmeye çalışıyoruz.
* Bir çorba, biraz kahvaltılık yeter de artar yani...
- Çok doğru... Çorbasını yapıp, kahvaltılıklarını koysun ama parası yoksa en pahalı pastırmayı alıp “Bak ben de bunu alabiliyorum” demeye çalışmasın. İftar davetlerinin asıl amacı insanlar arasındaki yakınlığı artırmaktır. Biz de her sene çocuklarla aramızdaki bağı güçlendirmek için iftar veririz. Bu şekilde onlar eğlenirken oruç tutmaya da özeniyorlar. Ben de benzer bir iftar yemeğinde etkilenip 5 yaşında oruç tutmaya başlamıştım.
* Hazır laf açılmışken, ilk oruç ne zaman tutulmalı?
- Çocuğun yaşı kadar bünyesi de çok önemli... Ama insanoğlunun 7 yaşında öbür alemlere yani asıl memleketine özlemi başlar. Ben öğrencilerime, sıla hasretine geçtikten sonra çocuklarınıza “Yarım gün oruç tut, diğer yarısını ben satın alacağım deyin” önerisinde bulunuyorum. Bu şekilde teşvik edebiliriz. Ama şimdi oruç tutma süresi uzun o yüzden zorlamamak lazım. Peygamberimiz “Sabah namazına kaldırın çocuklarınızı” diyor. Biz emre uyup tebliğ ederiz ama zorlayıp nefret ettirmeyiz. Ana baba ibadeti çok zevkli yaparsa, çocuk özenip başlıyor zaten.
* Peki hasta olanlar ve oruç tutmayanlar ne yapacak?
- Bu konuda şöyle bir yöntem izlenmelidir. Gittiğin gerçek bir Müslüman doktorsa ve “Oruç tut” derse, senin hastalığının bir geçerliliği yoktur. Ya da üç farklı doktora gidersin. Eğer onlardan ikisi “Oruç tutabilirsin” derse, yine gönül rahatlığıyla bu ibadetini yerine getirebilirsin.
* Yine de tutamıyorsak?
- Az önce de söylediğim gibi Allah’ın bizim orucumuzdan çok, fakirin bizim paramıza ihtiyacı var. Eğer tutamıyorsan bir fakire 30 gün boyunca iftar ya da onun karşılığında doyacak parayı da verebilirsin. Unutmamak lazım, şeytan adama “Bugün oruç tut” demiş. Adam şaşırmış “Sen şeytansın, neden bana oruç tutturup sevap kazanmamı istiyorsun” diye sormuş. Şeytan “O kadar üzüldün ki oruç tutamadığın için, bütün tutulan oruçların sevabını Allah sana nasip etti de ondan” demiş.
* Bir de 11 ay boyunca alkol alıp Ramazan’da içmeyenler var...
- Böyle güzel bir ayda akıllı insanların cehennemi olan içki, sigara gibi alışkanlıklarımızdan vazgeçebilmemiz, aslında bizim onlara hiç ihtiyacımızın olmadığının kanıtıdır. O’nun istemediği bir şeyi oruç tutamasa bile Ramazan’da bırakmak şüphesiz ki Allah için çok değerlidir. Gerisini de Allah bilir... O’nunla, kulu arasına girilmez...
* Ve yargılayamaz da değil mi?
- Aynen öyle... Adam sinirlenir, öfkelenir ben de “Ay ne biçim oruç tutuyor?” derim.Akşam öyle bir gönül alır, karşısındakini öyle bir memnun eder ki bir anda benim derecemin üzerine çıkar. O zaman da ben utanırım. İbn-i Arabi hazretleri ayağını Kabe’ye doğru uzatan bir kadın görmüş. “Ne edepsiz kadın, Allah bana bir kudret verse ilk iş bu kadını buradan atarım” demiş.
Kadın İbn-i Arabi hazretlerine “Allah bana bir kudret verse, şu mübarek yerde içinden başkası için kötü şeyler geçenlerin hepsini buradan atarım” demiş. O yüzden diğer insanlardan önce kendimize bakacağız.
KERİM: “TASAVVUFUN ANGELINA JOLIE’SİYLE YAŞIYORUM”
* Kerim’in annesi olmak nasıl bir duygu?
- Kerim’in annesi olmak zor değil. Çünkü o çok imanlı biri... Allah’a karşı vazifelerinde ihmal yok. Dönem dönem birbirimize ters düşsek de imanlı olduğu sürece başımın üstünde yeri var. Ayrıca da itiraf edeyim, gelinimi biraz daha çok seviyorum. Ondan Allah razı olsun.
* Kerim’in başınızın üstünde yeri olmadığı gün var mı?
- Bugüne kadar görmedim ama yarın bir gün Allah’ın istemediği bir şey yapar, birini kırar, kul hakkı alırsa işte o zaman aramıza mesafeler girebilir. Çünkü annem de “Birinizin Allah’ın istemediği bir şeyi yaptığını görürsem Hürriyet Gazetesi’ne ‘Bunlar benim çocuğum değil’ diye ilan veririm” derdi (gülüyor). Onu şimdi daha iyi anlıyorum. Ben bir güç değilim, doğruyu gösteririm ve o ne isterse yapar. Sonuçta yaptığının neticesini kendi yaşayacak.
* Zor değil mi bu kadar bilgili ve her şey konusunda yorumu olan bir annenin oğlu olmak Kerim?
- Kerim: Beni çok kıskanan, yerimde olmak için çıldıran insanlar var. Ama onlar da haklı, düşünsene abi, tasavvufun Angelina Jolie’siyle yaşıyorum! Onlar beni, çocuğu olduğum için kıskanıyor, ben de Angelina Jolie’yi diğer insanlarla paylaşmak zorunda olduğum için...
* Senin çocuğun olduğunda annenden öğrendiklerini uygulayacak mısın?
- Kerim: Çocuğum olmadığı için bu söylediklerim biraz “Bekara eş boşamak kolay” deyimi gibi gelebilir ama ona baskı yapmayacağımdan eminim. Çünkü annem de bana hiçbir zaman baskı yapmadı. Ben daha çok çevreden gelen baskıları yaşadım.
* Hocam baksanıza oğlunuzun hayatı sizinkinden daha zormuş vallahi...
- Oğluma kul hakkı yememesini öğütledim hep. Geri kalanların inan ki hiç önemi yok. Biz de annemiz tarafından baskıyla yetiştirilmedik. Hep “Erkek arkadaşınız olacak, tabii ki evleneceksiniz. Sizde o idrak ve edep yoksa zaten sizi düzeltemem. Her yerde ve her şeyde Allah’ı görün” derdi.
- Kerim: Boşuna biz en özgür muhafazakarlarız demiyoruz abi (gülüyor). Hocam Kenan Rifai Hazretlerinin dediği gibi “Biz ne ondan ne bundanız. Hem ondan hem bundanız”...
* Birbirinize hiç kızdığınız olmuyor mu?
- Birbirimize ara sıra kızarız ama üç dakika sonra yine can ciğer oluruz. Benim yapımda herhangi bir şeyi çok uzatmak yok. Kerem’e arada sırada kızmamım nedeni bilinçaltımda onun mükemmel olmasını istemem de olabilir... Bilmiyorum, hayat onun hayatı, müdahale etmiyorum.
* Peki siz kendi kendinize kızıyor musunuz?
- Kendimle ilgili insanlara doğru örnek olmak için giyim tarzıma kadar pek çok şeyi değiştirdim. Kimse din aleyhine yanlış düşünsün istemem. Allah bin kez razı olsun eleştiren de çok ama elimden geldiğince en güzelini yapmaya çalışıyorum. Kendim vicdanen rahatsam, geri kalan eleştiriler beni hiç ilgilendirmiyor. Benim tek isteğim Hakk’ı memnun etmek...
* Kullarının söylediklerine kafayı çok da takmamak mı lazım?
- Gözümüzü kula dikersek, o zaman hayat bize zindan olur. Halbuki, bu dünyada hiçbir insanı tam mutlu edemeyiz. Eskiden kahverengi gözlü kayınvalidemin yanında yeşil renk gözleri övsem “Acaba kırdım mı?” diye düşünürdüm. Sonra “O da buna alınmamayı öğrenecek” dedim ve rahatladım. Sen vazifeni yap, Allah’ı memnun et o yeter! Bunu yaptığın zaman hür oluyorsun. Yunus Emre “Arı namusu terk etmeyen, Allah’a ulaşamaz” der. Yani başkalarının namus anlayışına göre hareket etmeyecek, Allah ahlakının yanında Peygamber ahlakını örnek alacaksın.
HER İNSANIN İÇİNDE CENNET VE CEHENNEM VAR
* Anlattıklarınızla bir kere daha İslam’ın ne kadar hoşgörülü bir din olduğunu gördük ama diğer yandan kendilerine Müslüman diyen IŞİD var...
- Her insanın içinde cennet ve cehennem var. İçinde cehennem ateşi yanan insanlar, bunu dışarı çıkarmak için harekete geçerler. Yaptıklarına da komünizm, faşizm, kapitalizm yani -izm ile sona eren bir kılıf hazırlarlar. Bir de din adına böyle şeyler yapanlar var ki, onlar kendilerinin temize çıktığını düşünürler. Bu ezelden beri uygulanan bir yöntem. Haçlılar da, Hitler de bunu kullanmış...
* Hâlâ da kullanıyor...
- Hep olacak! Ama çok büyük günah işliyorlar. Ben IŞİD’i Müslüman olarak addedemiyorum. İnsan öldürmek en büyük günahtır. Dinimizde savaş korunmak için yapılır. Gerçek Müslümanlık nefsiyle mücadele edip, insanlık alemini kucaklayan, Peygamberin yaşadığı gibi herkesin yoluna hürmet eden, onların hata yapmalarında da hak tanıyandır. Bununla yaşamadığımızdan bugün sıkıntı içindeyiz.
* Hepimizin kitabı, peygamberi aynıyken bunlar nasıl olabiliyor... Aynı şey mezhepler arasındaki çatışmalarda da yok mu?
- Mezheplere bölünmekte bir hata yok. Yollar vardır. Sen St. Benoit’da okumak istersin, ben Robert Kolej derim. Her ikisi de aynı matematiği, fiziği öğretir ama kendi yöntemiyle... Mezhebi böyle gördüğün zaman bir mahsuru yok. Bu bakış açısıyla alakalı. Herkes karşısındakinin benimsediği yola hürmet ederek istediği yolu seçebilir. İbn-i Arabi’nin camisindeki dört duvarın dibinde dört ayrı mezhep aynı anda eğitim görüyor. Hepsi birbirine karışmış durumda. Bundan daha güzel bir örnek olabilir mi!
ÇOCUĞUM ÖLDÜĞÜNDE ANNEM ÜZÜLMESİN DİYE AĞLAMADIM...
* Hangisi daha zor; Meşkure Sargut’un kızı olmak mı, Kerim gibi güçlü bir karakterin annesi olmak mı?
- Meşkure Sargut’un kızı olmak çok zordu. Ama zoru sevdiğimden bu benim için aynı zamanda inanılmaz da zevkliydi. Kardeşimin “Annemle babam bizden hata yapma hakkını kaldırdılar” sözü aslında öyle bir kadının çocuğu olmayı çok net şekilde özetliyor. İnan ki oğlum bir an bile mutsuz ya da huzursuz olamazdık. Kendi çocuğum öldüğünde annem üzülmesin diye ağlamadığımı bilirim.
* Bu anlattıklarınız bana sanki farklı bir dünyaymış gibi geliyor...
- Evladımı kaybettiğimde tabii ki acı çektim, hem de öyle yanıyordu ki içim onu bastırsın diye ateşle elimi yaktığımı bile hatırlıyorum. Fakat hiçbir zaman huzursuz, mutsuz olmadım.
Daha küçücük bir çocukken bile anneme “Hastayım” dediğimde, “Aa ne demek hastayım! Hastalık Allah’ın selamıdır, misafiridir. Haydi hemen secde et” derdi.
Sonunda annemi anladım ve mutlu oldum. Bugünkü huzurumu tamamen ona borçluyum. Böylece içimde cehennem hiç kurulmadı. Allah beni seçip evlat acısı vermiş, demek ki dayanabileceğimi biliyor diye düşünüyor insan.
YENİ KİTABI ÇIKTI
Cemalnur Sargut’un yeni kitabı “Gözlerin Nuru Namaz” geçtiğimiz günlerde okurla buluştu.
Paylaş