Paylaş
“Mucize çocuk Ozan” anlatmaya başlasın bakalım...
- Anlamadım, ne mucizesi?
4 yaşında konservatuvara girmenden bahsediyorum.
- (Gülüyor) Evet öyle bir efsane dolanıyor etrafta.
Kafam karıştı, doğru mu değil mi?
- Yok canım, girmişim girmesine de hatırlamıyorum. Normalde o yaştakileri almamalarına rağmen babam beni ilkokuldan önce sınavlara sokmuş ve kazanmışım. Böyle lafları pek sevmem ama üstün yetenekli çocuklar için açtıkları sınıfta başladım, sonrası malum zaten.
Mozart da 4 yaşında keman çalmaya başlamış.
- Mozart benden bir tık daha iyiymiş, 4 yaşında ilk bestesini yapmış diye biliyorum.
Tevazuna hayran kaldım, “bir tık” öyle mi?
- (Gülüyor) Bir iki sene önde gidiyormuş benden.
Baban sendeki cevheri fark edince evde eğitime mi başladı?
- Öyle oldu herhalde. Babam 78 yılında kendi müzik okulumuzu açtı. O zaman ben 6, Kenan 4 yaşındaydı. Anlayacağın, ABC’den önce do-re-mi’yi öğrendik. 12 yaşında da Yurdaer Doğulu Sanat Merkezi’nde piyano dersi verebilecek pozisyona gelmiştim.
Ne yani, ufacık veletken bir de hoca mı oldun?
- (Gülüyor) Oldum vallahi. Hatta ilk öğrencim de Erdem Kınay’dı. Onun sonradan parlayıp güzel işler yapması çok hoşuma gidiyor. O zamanlar da çok yetenekliydi.
İyi hoş da çocukluğunu yaşamaya vaktin oldu mu?
- Açıkçası olmadı. Top peşinde koşmak, saklambaç oynamak falan pek yoktu hayatımda. Çocukluk benim için çalışmak demekti. Daha 7-8 yaşındayken yazın ve bayramlarda otellerde çalmaya başlamıştım.
Kenan da seninle aynı kaderi mi paylaştı peki?
- O benden daha fazla eğleniyordu. Kenan daha yaramaz, hoplayan zıplayan bir çocuktu, ben daha sakindim. Zaten farklı zevklerimiz vardı. Kenan arabalarını çarpıştırıp, oyuncak askerlerini savaştırırken ben bir köşede resim yapardım.
Oyuncak askerlerden sıkılıp seninle dövüştüğü de oluyor muydu?
- Ondan büyük olduğum için beni dövmesi gibi bir şey söz konusu değildi. Pek hatırlamıyorum ama arada itişip kakışırdık elbette. Doğrusunu istersen 13-14 yaşına kadar evin içinde günde 8 saat piyano çalmaktan başka hiçbir şey yapmadım.
Baban hangisinizi daha çok kollardı?
- Aramızda hiçbir zaman öyle bir şey olmadı. Tip olarak sorarsan beni anneme, Kenan’ı da babama benzetirlerdi.
8 YAŞIMDA, ZEKİ MÜREN’İN ARKASINDA ÇALMIŞLIĞIM VAR
Babanı erken yaşta kaybedince “evin erkeği” sen mi oldun?
- Eh öyle de diyebiliriz. Fakat babam ölünce parasız kaldık, sonra da çalışmaya başladım gibi acıklı bir hikayem yok. Vefat etmeden önce de zaten çalışıyordum. 14 yaşındayken Gar Gazinosu’nda Erol Büyükburç’a çalıyordum.
Akranların yakar top oynarken sen sahnelerdeydin desene...
- Aynen öyle. Babam her bulduğu fırsatta beni sahneye atardı (gülüyor). İlk kez 7 yaşındayken Avşa Oteli’nde onunla yemek müziği yaparak başladım bu işe... Düşünse 8 yaşımda Zeki Müren’in arkasında çalmışlığım bile var.
Sanat Güneşi’nin orkestrasında mıydın yani?
- Yok, Zeki Müren’e Yurdaer Doğulu Orkestrası eşlik ediyordu. Arada “Haydi sen de çık, çal” geyiği yapıyorlardı bana. Erol Büyükburç’tan sonra Gökben’den Ali Rıza Binboğa’ya, Suna Yıldızoğlu’na kadar dönemin bütün şöhretleriyle çalıştım.
Tekrar sormak istiyorum, çocukluğunun senden çalındığını düşünmüyor musun?
- Hayır çünkü müzik yapmak, çalışmak, orada burada çalmak isteyen bendim. Pavyonlara “Kaç yaşındasın?” diyerek beni almadıklarında “Ben burada çalışıyorum” diye zorla girerdim. Maksat çalmak olsun.
Zamparalığa mı gidiyordun yoksa?
- 14-15 yaşında ne zamparalığı abi? O zaman kız görsek, karakola giderdik (gülüyor).
Okul ne alemde bu arada?
- Bir süre gayet iyiydi. Saint Michel’i kazanınca durum biraz değişti. Orta sona kadar süper, sonrası tam bir felaket. Bir yandan konservatuvar, öte yandan Fransız okuluna gitmek zor geliyordu. Çalışmaya başlayınca da okul gözümde ağırlığını iyice yitirdi.
24 saate nasıl sığdırıyordun ki bunca şeyi?
- Sabah 4’e kadar sahnede oluyordum, 6’da da okula gidip derslerde uyukluyordum. Lise bitince de zar zor Açıköğretim’i kazandım zaten.
YAPTIKLARIMI YAPABİLECEKLERSE ÇOCUKLARIM OKUMASA DA OLUR
Aman çocukların duymasın bu anlattıklarını...
- İsterlerse duysunlar... Eğer benim yaptıklarımı yapabileceklerse, okumasalar da olur.
Onların hayata erken atılma gibi bir durumu var mı?
- Vallahi daha oyun oynuyorlar. Arya 6 yaşına geldi, hiçbir şeyi ciddiye aldığı yok. Ben onun yaşındayken Anneler Ölmesin diye bir şarkı besteleyip, yılın sanatçısı ödülünü almıştım. Hiç unutmam Spor ve Sergi Sarayı’nda 5 bin kişinin önünde o şarkıyı canlı çalmıştım. Benim kıza şimdi bakıyorum da “Bu yapamaz” diyorum (gülüyor).
Babasına bakıp kızını almayacağız yani.
- Arya ufaktan piyano çalıyor, bale yapıyor ama evde daha çok Barbie’lerle falan bir peri masalı halleri yaşanıyor.
Belki de öyle serbest bırakmak daha iyidir...
- İyi olmasına iyi de elinden iPad’i zorla alıyoruz. Bizim zamanımızda paran bile olsa her istediğine ulaşamazdın. Şimdi önlerinde onca seçenek var. Sürekli “Onu sevmiyorum”, “Bunu istiyorum” durumları...
Sert bir baba mısın?
- Yok, çocuklara karşı son derece sakin ve yumuşağım.
Amcalarıyla araları nasıl kızların?
- İnanılmaz iyi. Lila zaten daha çok küçük ama Arya tüm sülalenin ilk göz ağrısı.
Neden Ayşe, Fatma değil de Arya ve Lila?
- Arya ismini Ece buldu. Ben ilk başlarda müzikle alakalı bir isim koymak istemedim. Aynen senin dediğin gibi Ayşe, Fatma tarzı isimler tercihimdi. Fakat sonra düşündükçe Arya çok hoşuma gitti. Lila’nın da rengin dışında bir sürü manası var, mitolojide eğlence ve mutluluk getiren meleğin adı mesela...
TERLİK ATMA KONUSUNDA ANNEMİN ÜSTÜNE KİMSE YOK
Muhabbet “130 bpm” hızına geçmeden senin çocukluğuna dönelim. Açıkçası ben senin sürekli evde uslu uslu piyano çaldığına inanmıyorum...
- (Gülüyor) Hakikaten yoktu öyle fazla haşarılıklarım. Dedim ya Kenan’ı sorarsan, o benden daha yaramazdı. Tabii annemin “dünya terlik fırlatma şampiyonu” olmasında ikimizin de payı var.
Çok yedin mi kafana terlik?
- Kenan benden daha çok yemiştir ama terlik atma konusunda gerçekten annemin üstüne kimse yoktur. 50 metreden ensenin ortasına terliği yapıştırır vallahi. Terliğin bir kademe üstü de tuvalet cezasıydı...
O nasıl oluyor?
- Yaramazlık yapanı annem tuvalete kapatırdı. O cezanın da asıl “müdavimi” Kenan olmuştur. Ben genelde kapıda durup “Çıkar kardeşimi tuvaletten” diye ağlardım.
Ev ev değil, Guantanamo mübarek.
- (Gülüyor) O kadar da kötü değildi aslında, zaten tuvaletin kapısı kilitli bile olmazdı ama sıkıyorsa aç...
Otoriter bir kadın annen anlaşılan.
- Öyle olmak zorundaydı. Düşünsene Kenan’la ikimizi... Kadının başına tam bir belaydık. Benim çocukların ikisi de kız olmasına rağmen, üç saat evde dursam “Yeter susun artık” diyorum.
Torunlarına karşı da size olduğu gibi sert mi annen?
- Yok canım, yumuşadı artık. O her zaman çok tatlı ve sosyaldi de, biz Kenan’la delirtiyorduk kadını.
KIZLAR PEŞİMİZDE AZ KOŞMADILAR
Nasıl bir kaynana peki?
- Vallahi harika, annemle Ece çok seviyorlar birbirlerini.
“Başın bağlanmadan” önce sen de çok canlar yaktın...
- (Gülüyor) Abi nereden çıkardın bunu şimdi?
Her kız gördüğünde karakola gitmiyordun herhalde.
- Eh kızlar Kenan’la benim peşimde az koşmadılar. (Kahkahalar) Dedem emekli albaydı. Onun her sene 15 günlük yazlık hakkını Büyükçekmece’deki askeri kampta kullanırdık.
Ve ver elini yaz aşkları...
- Daha o yaşlarda sahneye çıktığımız için popüler çocuklardık. Bizim aklımız top oynayıp denize girmekteydi ama kızlar pek rahat bırakmıyordu doğrusu.?
Genç yaşta sahneye çıkmanın böyle “faydaları” olsa gerek...
- (Gülüyor) Bir keresinde babamın orkestrasında çalarken kulise girdim. Karşımda “Bayan Bacak” Serpil Örümcer. O zamanlar herkes aynı kuliste sahneye hazırlanıyordu. Babam da “Serpil Abla’nın önünde çarşaf tut da paravan ol, rahat giyinsin” dedi. Benim canıma minnet tabii (gülüyor). Bir yandan çarşafı tutuyorum, öte yandan “Bu bacaklar nereden geliyormuş” diye yan gözle süzüyorum.
Neyse biz tehlikeli sularda daha fazla yüzmeden Ece’yle tanışmana gelelim...
- Sezen’in orkestra şefiyken Bursa’daki bir konserimizde ortak arkadaşlarımız vasıtasıyla tanıştık Ece’yle. Sonra o arkadaşlarımızla turnenin birkaç ayağına daha geldi. İki ay telefonlaştık, ufak flörtler yaşadık ama sonra iş ciddiye bindi.
Çok koştun mu peşinden?
- Koştum koşmasına da Ece zaten benimle evlenmeyi yıllar öncesinden kafasına koymuş.
Nasıl yani?
- 11 yaşındayken Sertab’ın konserinde beni seyretmiş. Sonra da eve gidince annesine “Ben Ozan Doğulu’yla evleneceğim” demiş.
O kulise girmesi de tesadüf değildi yani.
- Kader diyelim...
SEZEN AKSU SAYESİNDE PRENS BİLE OLDUM
Sezen Aksu’nun hem profesyonel hem de kişisel hayatında önemi büyük...
- Sezen hayatımdaki en önemli insanlardan biri. 15 seneye yakın birlikte çalıştık. Önceleri arkasında keyboard çalıyordum, daha sonra 7-8 sene kadar orkestra şefliğini yaptım. Neredeyse bütün dünyayı gezdik, en büyük konser salonlarında çaldık, anlayacağın çok güzel şeyler yaşadık.
Her şey bu kadar güzel giderken neden ayrıldı yollarınız?
- Çünkü ben biraz kendi projelerime ağırlık vermek istedim. Sezen’le çalıştığın zaman bir başkasına randevu vermen bile mümkün olmuyor. Kimseye “Haftaya gelir seninle çalarım” diyemiyorsun. Öyle büyük bir sanatçıyla çalışınca tamamen ona bağlı olmak zorunda kalıyorsun.
Başka ne zorlukları vardı Sezen’le çalışmanın?
- Ben de mükemmeliyetçi ve disiplinli bir adam olduğum için gayet iyi anlaşıyorduk. Aynı zamanda çok da eğleniyorduk. Sayesinde prens bile oldum.
Eee ne de olsa “Ana Kraliçe”!
- Şaka bir yana uzun sarı saçlarım ve giydiğim ceketlerden dolayı bana Galler Prensi derdi. Ama saçlarımı kestirdikten sonra prenslikten azad edildim (gülüyor).
ŞARKI SÖYLEMEDEN İNSANLARI EĞLENDİREBİLİYORUM
DJ’lik nasıl birdenbire girdi hayatına?
- 15 yıl önce bir sürü DJ ekipmanları çıktı piyasaya. Ben de onlardan alıp evde ufaktan çalmaya başladım. O zamanlar gece gezmelerim azalmıştı, arkadaşlarla evde toplanıyorduk. Eee tabii evde de olsan müzik lazım. Dost meclislerinde çalmaya, DJ’lik yapmaya
başladım (gülüyor).
Profesyonelliğe geçiş nasıl oldu?
- O dönemde Tiesto gibi adamların starlaşması beni heyecanlandırdı. Düşünsene yüzbinlerce insana müziğini dinletebiliyordu. Bir arkadaşımın da “Gel bizim kulüpte çal” demesiyle iyice işin içine girdim. Parçaları kendime göre aranje ettim. Şarkı söylemeden insanları
eğlendirebilme fikri hoşuma gitti.
Şarkı söylemekten daha mı kolay DJ’lik?
- Aslına bakarsan daha zor, çünkü sadece vücut dilinle ve yaptığın sound’la insanları eğlendirmeye çalışıyorsun. Şarkıcının sesi bile kısılsa arkasında orkestrası, vokalisti var. Gel gör ki benim çaldığım CD bir yerde takılsa binlerce kişi “n’oluyor ya?” der.
Ünlü baba, ünlü kardeş ve uzun zaman geri planda kalmış Ozan... Bu durum seni nasıl etkiledi?
- Şu yeni çıkan “geri plan lafından hiç hoşlanmıyorum açıkçası. Sanırım bu şarkı söylemeyenlere yakıştırılan bir “vasıf”. Babam da şarkı söylemiyordu ama onun için böyle bir laf asla edilmedi. Tamam şarkı söylemiyorum, piyano çalıyorum ama geri planda olduğumu da düşünmüyorum.
HAYATIMDA EVDE TÜRKÇE POP DİNLEMEDİM
Pop müzik yapmayı, yıllarca eğitimini aldığın klasik müziğe bir nevi “ihanet”’ olarak görmüyor musun?
- Hayır çünkü klasik müziğin çok iyi bir temel olduğunu düşünüyorum. Armoniden notaya kadar her şeyi klasik eğitimim sayesinde öğrendim. Sonraları cazdan rock’a kadar pek çok şey denedim ve en nihayetinde popta karar kıldım.
Pop müzikte “gönlünü çalan” neydi?
- Teknolojiyle aram çok iyi. Zaten laptop’la yatıp laptop’la kalkıyorum. Pop müzik yaparken milyonlarca ses olasılığı var. Bir trompetin veya davulun onca alternatifi olması hoşuma gidiyor. Hayal gücümü bu seslere aktarabilmek çok tatmin edici.
Evde ne dinliyorsun?
- Caz ve klasik müzik...
Ya Türkçe pop?
- Hayatımda evde Türkçe pop dinlemedim. Zaten stüdyoda 10 saat bir şarkının üstünde çalışıyorum, ondan sonra eve geldiğimde beni dinlendiren melodileri tercih ediyorum.
ŞARKI SÖYLEMEYE BAŞLARSAM KENAN DAHİL BÜTÜN POPÇULAR İŞİNDEN OLUR
Bir kere de “Elime mikrofonu alayım” dediğin olmadı mı hiç?
- Şarkı söylemeyi sevmiyorum, oturt piyanonun başına günlerce çalayım. Ama konuşma sesimi duyan pek çok kişi “Güzel bir sesin var, söyleyebilirsin” diyor. Açıkçası bazı şarkılarda vokal yapıyorum ama kimse o sesin bana ait olduğunu bilmiyor. Bir de işin şu boyutu var, şarkı söylemeye başlarsam Kenan dahil bütün erkek popçular işinden olur (kahkahalar).
Herkes kendi işini yapsın diyorsun.
- Ondan ziyade herkes sevdiği işi yapsın. Ben banyoda dahi şarkı söylemekten zevk almıyorum. Kendi bestelerimin sözlerini bile bilmiyorum, yalvarsan söyleyemem anlayacağın.
Hoppala, insan yaptığı bestenin sözlerini nasıl bilmez?
- Kelimelerle aram pek iyi değildir. Okulda da zaten edebiyattan çakar, matematikten rahat rahat geçerdim. Bir şarkıyı baştan sona söyleyemem ama 20 bin tane şarkının notalarını tek tek yazabilirim.
Bir gün Kenan gelip “Bundan sonra başka aranjörlerle çalışacağım” derse tepkin ne olur?
- İstediğiyle çalışabilir ki yeri geldiğinde çalışıyor da zaten. Hatta bazen ben yönlendiriyorum onu, falanca bu şarkıyı daha güzel yapar diye...
Pek çok sanatçının albümünde emeğin var. Zaman zaman Kenan gelip “Oğlum bu şarkıyı niye bana vermedin” diye sana çıkışmıyor mu?
- Birkaç kere yaşadık bunu ama ben hangi şarkıyı vereceğimi, onu nasıl düzenleyeceğimi ve kimin en güzel okuyacağını iyi bilirim. Kararımı vermişsem, vermişimdir.
AMERİKA’DA DOĞSAYDIM ŞİMDİ RİHANNA’YA ÇALIYOR OLABİLİRDİM
Kariyerinin en büyük başarısı olarak neyi kabul ediyorsun?
- Bilemiyorum ki... Solo albüm yapıyor olmam benim için çok önemli bir çıkış noktası. Bu projenin hem dinleyiciler hem de sanatçılar tarafından beğenilmesi de cabası... Ama konser olarak sorarsan Sezen Aksu’yla yaptığımız “Türkiye Şarkıları” derim.
Nedir onu diğerlerinden ayıran?
- Orada Ermeni korosu, Türk Halk Müziği, Sanat Müziği, pop, rock, Musevi ve senfoni orkestralarının toplamından oluşan dev bir orkestra yönettim. Bunu dünyada başka yapan var mı bilmiyorum. Adam senfoninin kralını yönetmiştir ama bunların hepsini bir araya kaç kişi toplayabilir ki? Sezen sayesinde böyle bir deneyim yaşayabildim.
Hayatta “keşke”lerin var mı?
- Sevmediğim bir kelime o aslında. Onun yerine “Her şeyde bir hayır vardır” deyip geçiyorum. Yoksa “Keşke” diye diye toprağın altına doğru gidersin.
Peki hayat sana gerçekten her şeyde bir hayır olduğunu gösterdi mi?
- (Gülüyor) Göstermez olur mu? Mesela Amerika’da eğitime gidecektim ama gitmedim. İnsan zaman zaman “Acaba gitsem ne değişirdi?” diye düşünmeden de edemiyor...
Ne eğitimi alacaktın orada?
- Klasik müzikten kopup caza merak sardığım dönemde New York’ta bir okula gittim. Caz piyanisti olmaya karar vermiştim. Sınavda yanıma bir bas bir de davul hocası verdiler, trio olarak “Haydi çalın” dediler.
“Sımsıkı sıkı sıkı” diye döktürseydin piyanoda...
- (Gülüyor) Bir caz şarkısı çaldıktan sonra dört şarkı daha istediler. Neyse sınav bitti, dışarıda hocaların yanına gidip “Ben Türkiye’de yaşıyorum. Benim hakkımda ne düşünüyorsunuz? Ona göre kendimi ayarlayayım” dedim.
“İyi yolculuklar” mı dediler sana?
- Bırak dalgayı da dinle. “Sen caz piyanisti olmak mı istiyorsun?” diye sordular. “Evet” dedim. Çaldığımın şeyin caz olmadığını söylediklerinde de “Cazı bilsem zaten buraya gelmezdim” diye yanıt verdim.
Bir de atarlandın hocalara yani...
- Çok yetenekli olduğumu ve okula kabul edileceğimi söylediler. Fakat bir şartları vardı. “Biz sana cazı öğreteceğiz, sen de demin her ne yaptıysan bize onu öğreteceksin” dediler. Antepliyiz ya, farkında olmadan çaldığım caz parçalarının içine bir doğululuk katmışım haliyle (gülüyor). Tamam öğreteceğim dedim ama bir daha da gitmedim.
Gitseydin ne değişirdi?
- Ya bilemiyorum ki... Kader, kısmet meselesi... Buradan ayrılamadım, “Şu şarkıyı yapayım”, “Onunla da çalışayım” derken gidemedim. Kim bilir belki ABD’de doğsaydım ya da 18 yaşında gitmiş olsaydım, şimdi Rihanna’yla Beyonce’nin şarkılarını yapıyor olacaktım.
Artık geç mi kaldın dersin?
- Hiçbir şey için geç olduğunu düşünmüyorum aslında, ileriye yönelik bazı planlarım var. Önce şu yeni albümü alnımın akıyla çıkarayım, gençlik eğlensin, gerisini sonra düşünürüz.
KENAN YILLARDIR KÖPEKLERLE İDARE EDİYOR, ARTIK ÇOCUK YAPIP BOYUT ATLAMASI GEREK
Yaza kız kardeşin Canan’ı evlendirerek hızlı bir giriş yaptın.
- (Gülüyor) Düğün dernekle girdik valla.
Canan’ı niye hep arka planda tuttunuz? Kenan’la ikiniz sert abiler misiniz yoksa?
- Kendisi istemedi ön planda olmayı. Canan da müzikle ilgileniyordu, bale yapıyordu, konservatuvarda okuyordu. Çok da yetenekliydi ama sonradan moda sektörüne yönelip stilist olmayı tercih etti.
“Abi ambargosu” yoktu yani...
- Babam vefat ettiğinde Canan daha üç yaşındaydı. Adeta kızım gibiydi. Haliyle onu kollamak ve korumak için elimden geleni yaptım. Kenan da ben de gece hayatının içinde olduğumuzdan, oralarda nelerin döndüğünü çok iyi biliyorduk.
Kolay onay aldı mı bari damat senden? “Kız evi naz evi” derler ne de olsa.
- Beş senedir çıkıyorlardı zaten. Gelip benden Canan’ı istediler, ben de “olur” dedim. Hepimizin sevdiği biriyle evlendi bizim kız.
Annen ne diyor biricik kızının yuvadan uçmasına?
- O hepimizden daha heyecanlı. Ben evlendim, Canan evlendi, Kenan da evlilik yolunda... Annemden mutlusu yok artık. Yıllardır hepimizin muradına ermesini bekledi, durdu kadın.
Kenan’ı kolay kolay bırakamaz gibi geliyordu bana. Ne de olsa evdeki son bekar çocuğu kadının.
- (Gülüyor) Yapma abi ya Kenan da 40 yaşına geldi artık. Ayrıca Kenan da ben de çocuk hastasıyız. Nasıl bakacağız korkusu olmasa inan 10 tane daha yaparım. Kenan’ın da bu konuda içinin gittiğini biliyorum. Yıllardır adam köpeklerle idare ediyor, artık onun da çocuk yapıp bir boyut atlaması gerek (gülüyor).
Çocukluğundan beri yüklendiğin sorumluluklardan dolayı kendini erken yaşlanmış hissettiğin oluyor mu?
- Kulağımda işitme kaybı var ama hiç yaşlı hissetmiyorum (gülüyor).
Bilseydim daha yüksek sesle konuşurdum...
- Benimkisi müzisyenlerde görülen mesleki deformasyon. Konuşmaları ya da müziği duymamda bir sorun yok. Sadece bazı frekansları işitemiyorum. Bir de gece yattığımda kulağımda devamlı çınlama oluyor.
Ünlü olduğun için hayatının kısıtlandığını düşünüyor musun?
- Çok yüzeysel bir laf olacak ama aslına bakarsan ben hiçbir zaman ünlü olmak istemedim. Sokakta donla dolaşacak kadar özgür ruhlu bir adam olmama rağmen, AVM’de bile rahatça gezinemiyorum.
O zaman ne demeye çıkıp bir de solo albümler yapıyorsun?
- Ee madem meşhurum bari ekmeğini yiyeyim dedim de ondan (kahkahalar).
Paylaş