Paylaş
Geçen haftalarda Akşam Gazetesi’nde okuduğum röportajında, anılarını yazmak isteyip istemediği sorulduğunda işte bu cevabı vermiş gazeteci meslektaşıma Nebahat Çehre...
“Amma da soğuk, duygusuz bir yanıt bu” diye geçirdim içimden. Sonra düşündüm de belki de unutmak değil ama hatırlamak, daha doğrusu bu konudaki hatıralarla karşılaşmak istemiyordu Nebahat Hanım.
GÖLGESİ, HAYATINA GİREN KADINLARIN HEP ÜSTÜNDE KALDI
Ölümünden sonra bile, dokunduğu yaşamları etkileyen ‘kült’ bir isim Yılmaz Güney. Hayatına giren kadınlara bağlanmış, ayrılsalar bile onları sanki hiç bırakmamış. O kadınlar da bu ağırlığı taşırken kimi zaman kendilerinden uzaklaşmış, kimi zaman birbirine düşmüş, kimisi olgunlaşmış, kimisi çocuklaşmış ve Yılmaz Güney ‘okulundan’ öyle veya böyle mezun olmuş ama bir yanları da hep onunla kalakalmış.
Ben de arşivleri taradım, Güney hakkında yazılan kitapları inceledim ve kadınlarının gözünden bir Yılmaz Güney portresi çıkarmaya çalıştım. Okuyacaklarınız belki bir Kral’ın hikayesi, fakat asla bir ‘peri masalı’ değil... Çünkü mutluluktan çok acı, birliktelikten fazla ayrılık ve çokça da hasret var içinde...
Yılmaz Güney 60’lı yıllarda, yazdığı bir öyküden ötürü Konya’da 1.5 yıl hapis ve altı ay sürgün cezasına çarptırılır. Henüz 23 yaşındadır. O sırada Birten Ünal ile tanışır. Birten, yaşamın çetin yollarından geçen bir hayat kadınıdır. Yılmaz ona “Can” adını koyar. Çok severler birbirlerini... En zor, en kahırlı günleri paylaşırlar birlikte. Yılmaz çekip çıkarır Can’ı mazisinin içinden, İstanbul’a gelirler. Hiç çekinmeden ‘’Karım’’ diye tanıştırır sevdiği kadını cümle aleme. O sevmiştir ya bir kere; yüreğindeki sevgi bütün geçmişi de silmiştir...
Gecesi gündüzü olmayan bir çalışma temposu vardır Güney’in. Şöhreti her geçen gün hızla artmaktadır. Etrafını cazibelerine dayanılması zor kadınlar kuşatır. Köyden çıkmış, saf, iyi niyetlerle dolu bir Anadolu delikanlısıdır. Ama yine de gelenekçi yapısı yüzünden keskin çelişkiler yaşayacaktır. Bu yeni hayat, başını çoktan döndürmeye başlamıştır. Hemen hemen her filminde oynayan kadın oyuncularla ilişkiler kurar. Bu aşk kadınları arasında Devlet Devrim, Tülin Elgin, Sevda Ferdağ, Gülsüm Kamu, Nebahat Çehre gibi isimler vardır. Haliyle Can duyduğu kıskançlıklardan ötürü evde büyük huzursuzluklar yaratmakta, bu da Yılmaz’ı iyice çileden çıkarmaktadır. Çehre’yle daha da yakınlaşır.
Önceden yaşadıkları kısa ilişki yeniden alevlenmiştir. İşte tam o günlerde Adana’da yaşanan skandal, Yeşilçam’a bomba gibi düşer. Her şey Yılmaz ve Nebahat’in çektikleri filmin prodüktörünün verdiği yemekte patlak verir. Nebahat’le yan yana otururlarken Yılmaz’a, Can’ın aradığı haberi gelir. Kısa süreliğine konuşmak için masadan kalkan Güney, döndüğünde son model bir araba hediye ettiği sevgilisini yerinde göremeyince fena halde öfkelenir. Etrafına bakınır, Nebahat’i başkalarıyla otururken görür. Yanına yaklaşır, “Kalk gidiyoruz” der. Nebahat tereddüt edince yanındaki erkek ayağa kalkmak ister. Yılmaz önce adamı yerine oturtur, sonra da Nebahat’e okkalı bir tokat patlatır.
Fotoğraflar, Ahmet Boga’nın “İmralı Günlerinde Yılmaz Güney Deniz ile Gökyüzü Arasındaki Tutsak” adlı kitabından alınmıştır.
RUHİ SU’YU DİNLEMEYE GİTTİKLERİ GECE ORTALIK KARIŞIR
İkinci rezalet ise İstanbul’da yaşanır. As Kulüp’te Ruhi Su’yu dinlemeye gittikleri bir gece yarısı, salondan içeri siyah mantolu sarışın bir kadın girer. Bu Can’dan başkası değildir. Öfkeyle masalarına yaklaşıp Nebahat ve Yılmaz’ın yüzüne olanca kuvvetiyle tükürür.
Can, kapıya koşan Nebahat’in peşini bırakmaz. Fakat geç kalmıştır. Çehre bir taksi bulmuş uzaklaşırken, genç kadın kendini arkadan gelen taksinin önüne atar. Neyse ki son anda acı bir fren sesiyle ezilmekten kurtulur.
Ertesi gün Yılmaz, Ses Dergisi’ne verdiği röportajda “Herkes bizi Can’la evli sanıyordu ama değiliz. Evdeki huzursuzluklar beni tüketti. Dün akşam Can’dan koptuğumu anladım. Ona bir apartman katı satın alıp geleceğini garanti edeceğim. Artık dayanamıyorum” cümlelerini sarf ederken, Can da onun göğsüne kapanmış hıçkırarak “Ama ben seni çok seviyorum” diye ağlıyordur.
Güney, “Nebahat Çehre ile evlenecek misiniz?” sorusuna ise “Şimdiye kadar düşünmemiştim ama artık düşünüyorum” diye karşılık verir.
Aslında bu kaçış isteği onu yine çıkmaz sokaklara götürecektir. Asla istemediği olayların kahramanı olacak, bundan herkes zarar görecek ama en büyük cezayı adı ‘şiddet kullanan adama’ çıkan kendisi çekecektir.
Gel gör ki ne Can ne de Nebahat, yaşadıkları gelgitlerden vazgeçebilmiştir. Üstelik Nebahat, Güney’den evlilik sözü de almıştır. Bir Anadolu delikanlısı için söz namustur ve o ne pahasına olursa olsun sözünü tutacaktır.
Bu arada dansöz, ses ve film sanatçısı ‘Şahane Kadın’ Sevim Çağlayan, Nebahat Çehre’nin 8 yıllık kocası Gündüz’ü ayartarak, Kilyos’a gittiklerini ve dört gün birlikte kaldıklarını, bu yüzden boşanma aşamasına geldiklerini söylediği için Çehre’nin Çağlayan’a açmış olduğu hakaret davası da başlamıştır. Herkes büyük bir merakla Yılmaz’ın ne yapacağını beklemektedir. Kabuğuna çekilmiş Can Hanım ise dört aylık hamiledir. Nebahat Çehre hakkında basına düşen bir başka dedikodu ise Türkiye’ye gelen Kral Faysal’ın oğluyla birlikte olduğudur. Ancak Yılmaz onun her konuda masumiyetine inanmaktadır.
Ama evlenmek için önce çocuğunun doğmasını şart koşar. Can Hanım bir kız çocuğu getirir dünyaya. Yılmaz bu sefer de kızının babasız büyümemesi için, Can Hanım’a döner. Fakat Can belki de hayatının en büyük hatasını yapmış, bir gün evvel oturduğu apartmanın kapıcı dairesine inerek basınla görüşmüş ve Yılmaz’ın kendilerine bakmadığı yalanını söylemiştir.
GÜNEY’İN YARDIMCISI NÜFUS KAĞITLARINI ALIP ORTADAN KAYBOLUR
Yılmaz tekrar Çehre’nin yanında alır soluğu. Kafası karmakarışıktır. Çıkan dedikodular, Nebahat’in serbest ve umursamaz davranışları, kendisini adım adım takip ettirmesi ‘Çirkin Kral’ı çileden çıkarmaktadır. Yakın çevresi de bu evliliğe karşıdır. Yardımcısı, nikâh işlemlerini yapması için verdikleri nüfus kağıtlarıyla birlikte belki vazgeçerler diye uzun süre ortadan kaybolmuştur.
Olaylar durulmaz, bu sefer de Güney’in, Yeşilçam’ın efsane aktrislerinden biriyle birlikte olduğu haberleri yayılır. Bunu duyan Nebahat, diktirdiği gelinliğini yırtmaya teşebbüs eder. Araya girenler Yılmaz’ı ikna ederler. Sevgi, aşk, tutku kapasitesi zaten çok yükseklerde seyreden genç adam sözünü tutar.
Evlendiklerinin ertesi günü Nebahat’le alıp veremediği olan biri kapılarına dayanınca kızılca kıyamet kopar. Balayı için gittikleri Bayramoğlu’ndaki restoranda yaşanan dayak faslı ve sonrasındaki olaylar, aralarındaki gerilimi artırır.
Can’la bir türlü bitmek bilmeyen ilişkisi, aykırı fikirleri ve haşin davranışları, Çehre’yi kocasından gün geçtikçe uzaklaştırmaktadır. Yılmaz’ın Sema Özcan’la ilişkisinin olduğu haberi birlikteliklerine son noktayı koyar. Boşanırlar. Daha başından hasarlı olan ‘evlilik gemisi’ ancak bir yıl dayanabilmiştir. Yılmaz vatani görevini yerine getirmek için Sivas’a gittiğinde kendisiyle büyük bir iç hesaplaşmaya girer. Yaptığı her kötü hareketin bağışlanmasını isteyerek hem Can Hanım’a, hem de Çehre’ye mektuplar yazar.
İstanbul’dan gelen haberlerse ise kötüdür. Gazeteler bu sefer de Cüneyt Arkın ve son aşkı Nebahat Çehre’yi yazmaktadır. Can ise, bir pavyonda ‘Güney’ soyadını kullanarak şarkıcılığa başlamıştır...
Hayatının geri kalan kısmında Yılmaz Güney bu iki kadından dostluğunu ve ilgisini hiç esirgemeyecektir. Fakat yolun sonuna kadar kendisine tek bir kadın eşlik edecektir...
16 YILLIK EVLİLİĞİNİN 10 YILI HAPİSTE GEÇTİ
Askerden izinli geldiği bir gün, tamamen rastlantı eseri, gencecik bir kızla tanışır. O, daha önceleri rüyalarında gördüğü, hayalini kurduğu kızdır. Adı Fatoş’tur. Yılmaz için sanki gökten inmiş ‘kurtarıcı bir melek’tir. Kocaman mavi gözleriyle karşısında durmaktadır. Ona sımsıkı sarılır, içindeki boşluğu bu gencecik kadınla kapatır.
Tüm günahlarından arınıp Fatoş’u kendisi için bir milat olarak kabul eder. Yepyeni bir Yılmaz olmaya karar vermiştir. Fatoş onunla evlenebilmek için hayatın kendisine sunduğu tüm nimetleri elinin tersiyle iter. Elleri bir daha hiç ayrılmamak üzere birleşir. Nur topu gibi bir erkek çocukları olur. Ona da Yılmaz adını koyarlar. Ama ne yazık ki, kader ağlarını örecek, babası oğlunun ilk adımlarını Selimiye Askeri Cezaevi’nin penceresinden izleyecektir.
16 senelik evliliklerinin 10 yılını Yılmaz hapishanelerde geçirecek ama demir parmaklıklar onları ayırmaya yetmeyecektir.
Tüm acılara karşı kenetlenecekler, aşkın, tutkunun, vefanın en yüce doruklarına ulaşacaklardır. Yılmaz, Fatoş’la sonunda mutluluğu yakalayabilmiştir. Ve yine onun kollarında hayata veda eder. Bence önemli olan da budur. Çünkü bilirsiniz, nasıl biterse öyle hatırlanır...
Paylaş