Paylaş
Ama bugün bir istisna yapıp, size hayatımdaki çok özel biriyle geçirdiğim şahane pazar gününü anlatacağım.
Şimdi dönelim olayın bir gece öncesine... Yine her cumartesi olduğu gibi bu hafta sonu da sabahın ilk ışıklarına kadar biraz muhabbet, biraz ticaret diyerek dolaştım durdum İstanbul gecelerinde... Ama itiraf ediyorum içimde pazar sabahı saat 10.00’da verdiğim randevuya geç kalma korkusu vardı. O yüzden de üç tane saat birden kurdum. Çünkü randevum, canımın parçası Revan’ımlaydı. Revan kim mi? Anlatayım...
Revan, benim biyolojik bağım bulunmayan ama biyolojik bağım olan birçok insandan daha fazla sevdiğim biricik kızım... O tam bir İkizler burcu, bu ay 13 yaşına basacak. 12 yıldır benimle... En güzel hatıralarımda, minicik yüreğinin sevgi dolu imzası var. Yedinci sınıfa gidiyor. Hem Arapça’yı hem de İngilizce’yi ana dili gibi konuşuyor.
ANNEMDE ELEŞTİRDİĞİM NE VARSA BENDE DE VAR
Revan, annesi, babası, ablası Ravya benim geniş ailemin en kıymetli parçaları. İyi ki varlar... Ama şimdi burada annem Gürnar Sultan’dan bahsetmezsem vallahi beni öldürür. Çünkü o beni hâlâ 15 yaşında zannediyor.
Ben Revan’ın üzerine nasıl titriyorsam, beş katı ilgiyi annem bana gösteriyor.
Belli ki annelerin gözünde çocukları kaç yaşında olursa olsun hiç büyümüyor. Ama kimi zaman öylesine bunaltan bir ilgi ki bu, pazar günü hep birlikte Harikalar Diyarı’nı gezerken “Oğlum terledin, sırtına havlu bulalım şuradan bir yerlerden” dediğinde kendimi Viking gölüne atıp, oradan hiç çıkmamak istedim. Ama öte yandan da bu tur sırasında annemin eleştirdiğim her yönünün benim de bir parçam olmaya başladığını keşfettim...
Neyse lafı uzatmayalım efendim. Sabah saat 10.00’da buluştuk, hep birlikte arabaya doluştuk. Düştük Harikalar Diyarı Vialand’in yollarına...
Meğer burası, Facebook’un 2014 verilerine göre Sultanahmet Meydanı’ndan sonra Türkiye’de en fazla yer bildirimi yapılan ikinci lokasyonmuş. Anlayacağınız bendeki jeton neredeyse iki yıl gecikmeli düşmüş. Belki Revan olmasa yıllar geçse de burnumun dibinde, her yaştan insanın kendisinden bir şeyler bulabileceği bu masal ülkesinden haberim bile olmayacaktı.
‘KIZIM BEN AYŞEGÜL ALDİNÇ’E TAM 30 YILDIR AŞIĞIM’
Yolda giderken arabada bangır bangır Ayşegül Aldinç’in yeni şarkısı “Bir Tek Gördüğüm”ü üst üste çalınca Revan dayanamayıp sordu; “Baba sen yine mi aşık oldun?” “O nereden çıktı?” dedim. “Yarım saattir aynı şarkıyı dinleyip, duruyoruz da ondan” deyince “Ah benim güzel kızım. Ben Ayşegül’e 30 senedir aşığım ama onu buna bir türlü inandıramadım” diye cevap verdim.
Şimdiki çocuklar harika mı bilemiyorum ama çok şanslı oldukları kesin. Çünkü bizim çocukluğumuzda hayal bile edemeyeceğimiz bir dünya var burunlarının dibinde... Neresi mi? Vialand! (Sakın yanlış anlaşılmasın burada ürün yerleştirme falan yok, über fantastik bu mekâna imzasını atanlara hakkını teslim etme var.)
Harikalar Diyarı’ndaki turumuz yaklaşık üç buçuk saat sürdü. Sırasıyla 360, Çılgın Nehir, Viking ve Nefeskesen’e uğradık. Kimi zaman yüreğimiz ağzımıza geldi, kimi zaman birbirimizin haline bakıp kahkahalar attık. Babam küçükken İstanbul’u bir masal ülkesine benzetirdi. Aradan yıllar geçmiş ve birileri eski bir taş ocağından, gerçekten de insanın başını döndüren harikalar diyarı çıkarmış. Keşke babam da görebilseydi!
Bizim Revan’a göre burası ‘yeryüzündeki cennet’. Aramızda kalsın ama bence de öyle... Gelelim Vialand’de gördüklerimize...
3 SANİYEDE 110 KİLOMETRE HIZA ÇIKMAK İSTEYENLER BUYURSUN!
Nefeskesen: İsmiyle müsemma Nefeskesen adlı hızlı tren (roller-coaster) harbi harbi nefesimi kesti. Tam üç saniyede 110 kilometre hıza çıkıp, yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaki raylarda turlamak çok havalı olsa da yüreğim ağzıma geldi. Yalnızca avazınız çıktığınca, doya doya çığlık atabilmek için bile değer binmeye... Tur bitince elim ayağım boşaldı. 38 saniye sürüyor ama daha fazlasına dayanmak benim için zaten imkansızdı. Siz bana bakmayın, binmeden dönmeyin!
Adalet Kulesi: Bu tarz heyecanlar nasıl anlatılır tam olarak bilemiyorum. Ama tek cümleyle anlatacak olursam sizi yüksek bir yere çıkarıp 10 saniye kadar İstanbul’u kuş bakışı izletiyorlar, sonra da hiç beklemediğiniz anda sizi hooop boşluğa atar gibi hızla aşağıya bırakıyorlar. 3 saniye sonra kendimi yerde bulduğumda Bungee Jumping yapmış gibi hissettim, hoş onu da hiç denemedim ama neyse. Bu vesileyle en azından o maceraperestlerin neler hissettiğini anlamış oldum...
360: Bindiğim andan itibaren hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti inanın. Arkamdaki hanım abla “Durdur şunu kaç paraysa vereceğim” diye ciyak ciyak bağırıyordu o kadar söyleyeyim. İzzet uyarmadı demeyin, yemek yedikten hemen sonra binmeyi aklınızdan bile geçirmeyin...
Viking: Önce 15 metre yukarıya çıkarıyorlar sizi, sonra da suların içinden geçen bir parkura bırakıyorlar. Aman ıslanmamaya dikkat edin diyeceğim ama pek mümkün değil. Zaten işin gırgır kısmı da burada. Bazen bırakın hayatı, biraz ıslak, biraz dağınık kalsın... Değil mi ama!
Paylaş