Paylaş
Gülmek ve güldürmek ise en sevdiği... Seyfi Dursunoğlu ile yaptığım röportaj belki de bugüne kadarkilerin en keyiflisiydi. Muhabbetimiz kimi zaman kahkahalarla bölündü, kimi zaman da onun verdiği hayat dersleriyle. Travmatik çocukluğundan Huysuz Virjin’i ‘doğurmasına’, aşklarından nefret ettiklerine kadar her şeyi kendi elleriyle yaptığı ay çöreklerini yerken konuştuk. Sıra fotoğraf çekmeye geldiğinde de dizginleri eline aldı ve bu matrak kareler ortaya çıktı. Gelin bu ‘huysuz’ ve tatlı adamın hayatının penceresini birlikte aralayalım.
Çocukluğunuzla başlayalım. Önce biraz anne babanızı tanıyalım...
- Ayol tanıyıp da ne yapacaksın? Annem dünyanın en saf ve temiz kalpli insanlarından biri. Hayatı bahçesi ve çocuklarıyla geçen, huysuz kocasını idare etmeye çalışan uysal bir kadın... Yani karşısındaki deli bile olsa onunla geçinebilirdi.
Peki ya babanız?
- Sus sus, babam son derece mutaassıp ve despot bir adamdı. Hafız olmasına rağmen arada ceviz kırmaya da bayılırdı.
Aslen nerelisiniz?
- Baba tarafım Karadenizli. Peder Bey, Trabzon’dayken saat tamirciliği yaparmış. Ailedeki bütün erkekler gibi seksine son derece düşkün bir adammış. Çocuk adedi arttıkça, saat tamir ederek işi götüremeyeceğini anlayıp İstanbul’a gelmiş. Amcalarımın izinden gidip manifaturacılık yapmaya başlamış. Ama bir süre sonra işin kurdu insanlarla baş edemeyip iflas etmiş.
Kaç kardeşsiniz?
- Ölenleri, düşenleri ve kürtajları saymazsak 6+1 kardeşiz. Dedim ya Karadenizliler pek bir düşkün oluyor o işlere... (Gülüyor)
Ne demek 6+1?
- 6 kardeştik. Nizamettin ölünce 5’e indik. Yıllar sonra annemde bir kanama oldu. “Doktorlar artık çocuğunuz olmaz” deyince onlar da rahat ettiler. Ama 47 yaşında yeniden hamile kaldı kadıncağız. Konu komşudan utanıp “Ay ne yapacağız?” diyordu. O sırada ablam da yeni evlenmişti; onun da çocuğu oldu. Ana-kız sütü yaptılar. Böylece yine 6 kardeş olduk.
Ne çekmiş be kadın, ne çekmiş...
- Zavallı bir gece “Bey ben biraz sıkıntılıyım, fenalık geldi” demiş. Babam da “Dön sağ tarafına yat, bir şey olmaz” diye kestirip atmış. Anneciğim “Bismillah” deyip sağ yanına dönmüş, sabahına da zaten kalkamadı kadın, ölmüş.
ABLAMIN ISIRGAN OTUNDAN ÇOK ÇEKTİM
Çocuklarına karşı da bu denli ilgisiz miydi babanız?
- Annem ne kadar iyi ve şefkatliyse babam da bir o kadar baskıcıydı. Abilerimin sırtında odun kırardı. Hep kendi dediği olsun isterdi.
Siz de payınızı aldınız mı bu dayaklardan?
- Korkardım. Babamdan çok korkardım. Herkes dayak yemiştir ondan. Bir ben yemedim, çünkü dayak yememek için elimden gelen tüm çabayı sarf etmiştim. Sırf bana vurmasın diye evden dışarı çıkmazdım. Yazları annem “Baban uyudu, kalk sinemaya git. Ben idare ederim” dese de inanmazdım. Kapının önüne adımımı atmazdım.
Neyse en azından sırtınızda odun kırılmamış...
- Babamın dayağını yemedim ama ablam eksik olmasın telafi etti. Onun ısırgan otundan çok çektim.
Nasıl yani?
- Abilerim de babam gibi çok baskıcıydı. Fakat hep sokaklarda oldukları için ben iki ablayla büyüdüm. Dikiş dikmekten teğel sökmeye kadar her şeyi yapardım. Biraz pısırık ve naif yetiştirildim yani.
Isırgan otuna takıldım...
- Ablam bazen eldivenle veya bezle ısırgan otlarını toplar, onlarla beni döverdi. Bacaklarım niye bu kadar güzel sanıyorsun? Isırgan otuyla vurduğu yerler davul gibi şişerdi. Babam o sırada bir görse herhalde öldürürdü ablamı.
Niye? Odun yerine ısırgan kullandı diye mi?
- Saçmalama. Kardeşim dünyaya gelinceye kadar evde bir dediğim iki olmazdı. Çünkü en küçük bendim. O doğar doğmaz tu kaka oldum. Neyse şişlerim babam gelene kadar inmesin diye dua ederdim ama akşama kadar dümdüz olurdu bacaklarım.
Gerçekten de travmatik bir çocuklukmuş sizinkisi...
- Ne ‘tikti’ bilemem ama tüm bunların yanında iyi yetişmem için beni o zamanlar sayılı ailelerinin çocuklarının gittiği Boğaziçi Lisesi’ne yatılı yazdırdılar. Zeki Müren, Kadir Has, Haldun Simavi gibi isimler okul arkadaşımdı.
ZEKİ MÜREN, BANA “SAKIN ŞARKICILIĞA NİYET ETME” DEDİ
Sanat Güneşi’yle dostluğunuz o kadar geçmişe dayanıyor demek...
- Tanışıklığımız diyelim. Zeki Bey benden büyüktü. Lisedekilerin ortaokuldakilerle arkadaşlık etmesi yasaktı. Ayrıca onun büyük bir iddiası vardı. Şarkıcı olacaktı, havalardaydı. Beni çocuk olarak görürdü. Bir gün kantinde herkes çay içiyor. Ona “Şarkı söylesene” dediler. “Söylerim ama çocuklar dışarı çıksın” diye beni işaret edip kapının önüne koydurdu.
Liseye geçene kadar sabretseydiniz Sanat Güneşi’ni dinlemek için...
- Yok canım... Bir gün 19 Mayıs provaları için Şeref Stadı’na gitmiştik. Zeki Müren gösterilere katılmıyordu ama bizimle beraber provalara geliyordu. Bir arkadaşımla birlikte Zeki Bey’in yanına düştük.
Yine laf mı soktu size?
- Hayır, bu sefer Vedat’la bana “Hasta numarası yapın, gidip gezelim” dedi. Ben iki büklüm “midem, midem”, Vedat da “başım, başım”... Zeki Bey koştu hocanın yanına, “Bunlar hastalandı ne yapayım?” dedi. “Başından ayrılma, al bunları okula git” diye cevap vermiş hoca da...
Zeki Bey’in hain planları var galiba...
- Aynen, doğruca Yıldız Parkı’na gittik. Sesimi merak etti, bana solfej yaptırdı ve “Senden hiçbir şey olmaz, sakın niyet etme şarkıcılığa” dedi. Arada saklambaç, birdirbir, uzuneşek oynadık ve döndük okula...
Bu olaydan sonra okulda da size iyi davranmaya başlamıştır herhalde.
- 9. sınıfta ayrıldım. Eniştem subaydı, çok cimri bir adamdı. Babama “Bu kadar masraf yapmana gerek yok. Çocuk yakışıklı, Heybeliada Deniz Koleji’ne sokalım, bedava okur” dedi. Hiç fikrim sorulmadan Deniz Koleji’nin imtihanlarına sokuldum.
İtiraz hakkınız yok tabii.
- Ne itirazı? Babama soru bile sormak imkansızdı. “Gideceksin” dedi, “Peki” deyip başımı önüme eğdim. Fakat benim başka sinsi planlarım vardı. Hiçbir şey yazmadım kağıda ki beni okula almasınlar diye. 188 kişi alacaklardı, gel gör ki torpille 188’inci olarak beni aldılar.
ABİMLE HÂLÂ KONUŞMUYORUM
Kusura bakmayın da sizi pek düşünemiyorum asker olarak...
- Salağın söylediği şeye bak, sanki ben kendimi düşünebiliyorum.
Askeri okuldan size neler kaldı, neler öğrendiniz?
- Ne öğreneceğim? Sıkıntıdan başka hiçbir şey! Elimde bayraklarla yazı yazmayı öğrendim. Bir de 3’te nöbete kalk, 5’te yat. Üst sınıftan biri geçerken selam vereceksin, unuttun mu doğru ceza talimine... Onun cezası da eğilip ayak bileklerini tutarak yürümekti. Yap yapabilirsen!
Yapamam, vallahi yapamam! Ne zaman kanatlanıp yuvadan uçtu Seyfi Dursunoğlu?
- Yuvadan uçmaya izin yoktu aslında. İngiliz Filolojisi’ni yarıda bırakıp SSK’da devlet memuru olarak çalışmaya başlamıştım. Bir gün abimle öyle büyük bir kavga ettim ki, valizimi alıp “Ben gidiyorum” dedim. Abimle ve ailesiyle hâlâ konuşmam, fakat o kavganın tek faydası olduysa, o da evden ayrılıp bugünlere gelmemdir.
Babanız ne dedi valizinizi alıp çıkmanıza?
- Hiç yüz yüze gelmedik ki... Biliyor musun bizim asıl soyadımız Tursun. Sonradan Dursun oldu.
Nasıl yani Dursunoğlu değil mi?
- Gerçek adım Seyfettin Dursun. Kömürcü adı gibi diye değiştirdim. Seyfi Dursunoğlu yaptık. Gerçi bu sefer de kasap adı gibi oldu.
Yoksa mahkeme kararıyla adınızı değiştirdiniz mi?
- Ayol kadın mı oldum neden değiştireyim? Sadece Seyfettin’den daha bir kibar Seyfi...
RANDEVUEVİ SAHİBİNİN EVİNE YERLEŞTİM
Evden ayrılmanızda kalmıştık. Gidecek yeriniz var mıydı bari?
- Ortaköy’de annesiyle yaşayan bir arkadaşım vardı. Evleri büyüktü. Kendime bir yer buluncaya kadar orada kalırım diye düşünmüştüm ama tahminimden çok daha kısa sürdü misafirliğim.
Kapıya mı koydular sizi?
- Kadın üçüncü gün elime bir liste tutuşturdu. Baktım, 1 kilo peynir, 2 karpuz, yarım kilo ıspanak yazıyor. Ulan ben memurum, nereden bulacağım her gün erzak alacak parayı? Baktım olacak gibi değil, Tarlabaşı’nda randevuevi işleten bir kadın vardı. Evinin bir odası boşmuş. Gittim oraya yerleştim.
İlk eviniz bir randevuevi miydi?
- Ne öyle kaşını kaldıra kaldıra soruyorsun? İşyerinde değil ayol gerizekalı, kadının evinde diyorum. Yakışıklıyım o zamanlar, kadın da yaşlı!
Cazibenizi mi kullandınız?
- İndir ulan, bak yine kalktı o kaş! Ne cazibesi oğlum? Kadının ilgisi vardı bana anlamında söyledim. Geceleri “Yürü Boğaz’a gidelim, yemek yiyelim” derdi, ben de her seferinde “İshalim” diye geçiştirirdim.
Arada sırada başka yalan seçseydiniz...
- Yahu ne yapayım, başka hastalık uyduramıyordum. (Gülüyor)
Yalnız duyduğuma göre hakikaten Yunan heykeli gibiymişsiniz.
- Evet, ulan her şeyi biliyorsun. Sormadan yazsaydın da bunları hiç gelmeseydin! (Kahkahalar) Gerçekten çok yakışıklıydım. Sokakta görenler birbirlerini dürter, “Şuna bak, Yunan heykeli gibi adam” derlerdi. Ama o güzelliği hiçbir zaman kullanamadım. O kadar güzelim ki başıma bir şey gelir diye sokağa çıkmama izin vermezlerdi. Zapturapt altındaydım.
HUYSUZ’U DOĞURUNCAYA KADAR ÇOK İNLEDİM
Röportajın yarısına geldik, hâlâ Huysuz aramıza katılmadı...
- Kaşınıyorsun. (Kahkahalar)
Şaka maka ne oldu da Sosyal Sigortalar’dan sahnelere geçiş yaptınız?
- 18 sene devlet memurluğu yaptım. Fakat bildiğin yoksuldum. Düşünsene benim gibi hastalık derecesinde titiz adamın sabun alacak parası yoktu! Arada ekstra para kazanmak için ramazan eğlenceleri düzenliyor, kantolar falan yapıyordum.
Şans ne zaman güldü yüzünüze?
- Bir gün beni seyretmeye Muzaffer Hepgüler ve karısı gelmiş. Ardından Kulüp 12’ye gidip “Bütün kadroyu çıkarın işten. Bir çocuk var, öyle kantolar yapıyor, öyle şarkılar söylüyor ki görmeniz lazım” demişler. Bu vesileyle Kulüp 12’de işe başladım. Huysuz bu şekilde doğdu. Annem beni doğuruncaya kadar hastaneyi inletmiş, ben de Huysuz’u doğuruncaya kadar çok inledim, çok parasızlık çektim.
Huysuz olmak için nelerden vazgeçmek zorunda kaldı Seyfi Dursunoğlu?
- Her şeyden önce özel yaşantımdan vazgeçtim. En büyük fedakarlığım budur. Ben de meyhaneye gidip kafayı çekmek, bardağı fırlatmak, azıp kudurmak isterdim. Ama hayır! Derli toplu yaşamak zorundaydım. Yaptığım işin icrası, Müslüman bir ülkede çok zor.
Kıyafetinizden dolayı değil mi?
- Bravo vallahi! Boyun kadar zekan var! Düşünsene kadın kılığına gireceksin, gerdan kıracaksın, bacak açacaksın. Üstelik güzel de kadın oluyorum. Öyle tapon falan değil. Fakat o peruğu çıkardığım anda her şeyin sahnede kaldığına insanları ikna edebilmek için özel yaşantıma çok dikkat etmek zorundaydım. Şov esnasında söyleyip yaptıklarımı hayatımda tatbik etmediğim için bugüne kadar insanların sempatisini, sevgisini, saygısını kazandım.
Zeki Müren de tüm frapanlığına rağmen Türk halkı tarafından kabul edildi.
- Çünkü o sesiyle ve şarkılarıyla insanların kalbine hitap etti. Yoksa “Nice Bir Aşkınla Feryad Edeyim”i söylerken uzun çizme, mini etek ve pelerin giymek pek de uyumlu olmuyor tabi...
Okul bitti, yıllar geçti Zeki Bey’le aranız hâlâ düzelmedi...
- Aramızdaki mesafeyi ben koydum. Etrafında bedava yiyip içen bir avanesi vardı. O en önde yürüyecek, canı çikolata istediğinde yanındakilerden biri kutuyu açıp ikram edecek falan... Ben niye kendimi böyle bir duruma sokayım? Ayrıca 20 sene aynı kişiyle beraber oldum. Oturduğumuz bodrum katında prens bendim. Şimdi alıp sevgilimi Zeki Müren’in saray gibi evine götürüp neden gözünü açayım, “Böyle hayatlar varmış” dedirteyim? Aptal mıyım ben?
BELKİ BU RÖPORTAJDAN SONRA BİR TALİBİM ÇIKAR
12 Eylül’ün meşhur yasaklarından siz de nasibinizi aldınız mı?
- Günay beni emniyete götürdü, bana bakıp “Bunun kolunda bacağında kıl var, sakalı var, kadın kılığına giriyor, biz buna bir şey diyemeyiz” dedi polisler. Sadece gazete ilanlarındaki uzanırken çekilmiş bir pozum kaldırıldı.
Şu an hayatınızda biri var mı?
- Hayır, çünkü bundan sonra gelen insanın bana aşık olacağı için geleceğine inanmıyorum. Aynaya bakabiliyorum ve bu yaşta kendimi çirkin buluyorum. Kaybettim o güzelliğimi. Şu anda ne giysem yakışmıyor gibi. O yüzden bu saatten sonra gelecek olan beni değil, oturduğum evi ve paramı sever.
Saçmalamayın, insanlar sizin zekanıza aşık olurlar paranıza değil...
- Kim bilir belki bu röportajdan sonra bir talibim çıkar... Ama çıksa ne olur, kendimi engellerim. Onun kötü yönlerini düşünerek soğurum. Allah beni aşık olmaktan korusun. Öylesine güzel birlikteliklerim oldu ki, onların üstüne uyduruk olma ihtimali çok yüksek olan ilişkiler istemiyorum.
Evlilik hiç aklınızdan geçmedi mi?
- Geçmez olur mu? İlk evlenme teklifimi de çok gençken aldım.
Anlamadım... Teklifi alan siz misiniz?
- Benim tabii! Ablam evlenmişti. Evde kız kalmadı. Onun odasında yıllardır gözüm vardı, sokağa bakan çok güzel bir oda. O gidince bana kaldı haliyle. Saçıma dökülmesin diye zeytinyağı sürerdim o zamanlar. Neyse ben yağımı sürdüm, kafama da tülbenti bağladım, yeni odamın camlarını silmek için çıktım pervaza...
Bu hikâye nereye gidiyor, çok merak ediyorum doğrusu.
- Ben nereye götürürsem oraya gidiyor! Sus da dinle! Kapı çaldı. Annem açtı. Başörtülü bir kadın “Camiye gidip namaz kılacaktım, yetişemedim, sizde kılabilir miyim?” diye sormuş. Annem “Buyrun” demiş, içeri almış tabii. Kadın sonra “Çok hamarat bir kızınız var. Biz de temizlik hastasıyız. Eğer kabul ederseniz benim oğlanla sizin kızı görüştürelim, istemeye gelelim” demiş.
Siz hâlâ yukarıdasınız...
- Tabii canım. Harıl harıl camları siliyorum. Annem “Ben iki kızımı da evlendirdim” deyince kadın “Aaa olur mu, yukarıda küçük kızınız cam siliyor” diye cevap vermiş. Annem “Seyfiiii gel bakayım aşağıya” diye bağırınca indim yanlarına. Kadın beni görünce namazını bile kılmadan kaçtı. (Kahkahalar)
KAMYON ŞOFÖRÜ TİPLİ ERKEKLERİ BEĞENİYORUM
Huysuz nasıl bir evlenme teklifi hayal ediyor?
- Aya çıkarıp orada teklif etsin. Nikâhımızı da orada kıyalım. Paraşütle de dünyaya indirsin.
Huysuz ne tür erkekleri beğeniyor?
- Kamyon şoförü tiplileri... Aptal aptal bakma suratıma, bale yapan bir herifi seçeceğimi beklemiyordun herhalde.
Huysuz, erkeğin cebine mi yoksa fiziğine mi bakar?
- Ayol Huysuz zengin zaten, parayı ne yapsın? Para bile yedirir, yeter ki sevsin…
Huysuz’un ‘ürkütücü’ bir yanı da var değil mi?
- Ne ürkütücüsü ayol, taş gibi kadın!
Ağzından çıkanlardan korkuyor ama insanlar.
- Madem “Ulan bir şey söyler mi?” diye korkuyorlar, ne demeye gelip en önde oturuyorlar?
Siz kime ne söyleyeceğinizi iyi bilirsiniz.
- Özal’ından Denktaş’ına kadar herkese laf atmışım. Tabii ki biliyorum ne halt edeceğimi.
Ne demiştiniz Turgut Bey’e?
- Turgut Bey ve Semra Hanım’ın Günay’a geldikleri gece sanat hayatımın en önemli gecelerinden biriydi. Baktım Semra Hanım genç kız gibi sürekli Özal’ın elini tutuyor. Ben de “Ayol bırak! Adam sakat değil bir şey değil. Niye devamlı elini tutuyorsun?” diye sordum. “Biz 35 sene birbirimizin elini hiç bırakmadık” cevabını alınca da “Arada pudra sürün, pişik olur” dedim.
Yahu koskoca cumhurbaşkanına laf atmaktan çekinmediniz mi?
- Ancak o kadar atabildim işte. Sonuçta halk bekliyor benden bunu. İki gün sonra da Rauf Denktaş geldi. Onu görünce de “Özal buradaydı. İki gün sonra siz geldiniz. Ayol bütün Reisicumhurlar kısa ve kalın mı olur, bunun hiç ince uzunu yok mudur?” dedim. (Kahkahalar)
KEŞKE ZAMANINDA STAND-UP YAPSAYMIŞIM
Dedikleri kadar cimri misiniz Seyfi Bey?
- Ulan nereden nereye atladın! Cimri falan değilim ben, tutumluyum. Kim ne istiyorsa söylesin.
Tamam tamam kızmayın. Ben yine bir yere atlayayım en iyisi. Pek çok şöhret gibi bu koca evi bir eşle veya çocukla dolduramadınız. Özlemini çekiyor musunuz?
- Bu konuda şu an hiçbir pişmanlığım yok. Haberleri izliyorum da, evladı miras için babasını baltayla kesiyor. Beni herhalde dilim dilim tuza bastırıp salamura diye bakkala verirlerdi.
Bu pek yüzeysel bir sebep...
- Yahu mühim olan yalnızlığını hissetmeden yaşayabilmek. Bunun için de bazı el becerilerim ve meşgalelerim var. Ayrıca sürekli yeni şovda ne yapacağım, sunucu nasıl hazırlanmalı falan diye de düşünmekle meşgulüm.
Şovlarınız için metin yazıyor musunuz?
- Hayır ama kafamda bir plan yapıyorum tabii. Zor durumlarda kaldığım zaman işin içinden çıkabilmek için ufak tefek ön hazırlıklarım oluyor.
Hiç stand-up yapmayı düşündünüz mü?
- Keşke zamanında yapsaymışım ama geçti artık. Benimkisi çok renkli, doğaçlama ağırlıklı bir şov. Şimdi bu işi yapanlara bakıyorum da, doğaçlama gibi hareket ediyorlar ama çaktırmadan hepsi tekste bağlı.
Neden bir tane daha Huysuz çıkmadı piyasaya?
- Yavrum doğuştan doğaçlama yeteneği olan biri çıkmadı ki bir Huysuz daha çıksın. Ben seninle röportaj yapıyorum, sürekli kesip kahkaha atıyorsun.
Türkiye’de stand-up’ın babası Seyfi Dursunoğlu’dur diyebilir miyiz?
- Böyle bir ukalalık yapmak istemiyorum ama bugünkülerde benden çok alıntılar var. Şimdiki komedi programlarını seyrediyorum da, seyirciyi alıp arkada giydiriyorlar falan... Bunları ben “Huysuz Show”da yıllarca yaptım.
BEDENİMİ TIP FAKÜLTESİNE BAĞIŞLADIM
Formunuzu nasıl koruyorsunuz?
- Asansörüm var ama evdeki dört katı da yürüyerek iner çıkarım. Bu arada dört katlı evde oturmuş olduğumu söyledim affedersiniz. (Kahkahalar) 83 yaşındayım ama çok hareketliyim.
83 yaşına takmışsınız nedense...
- Ulan 83’üm demiyorum, 83 olduğum halde böyleyim diyorum. Ayrıca bak unutmadan söyleyeyim, formumu karalahana başta olmak üzere çok fazla sebzeye borçluyum. Senelerce yemesem eti hiç aramam, çünkü et yerken hayvanın neresini yediğimi bile bilmiyorum.
Cimrilikten değil yani et yememeniz...
- Hıyar herif tutturdun bir cimrilik diye!
Cimri olmadığınızı kanıtlamak için mi tüm servetinizi Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bıraktınız?
- Doktora gittim, akli dengemin yerinde olduğuna dair rapor çıkardım, noter huzurunda da vasiyetimi yaptım. Fakat çok ahbaplık kurmak istiyor dernektekiler. Onlar gelsin, ben gideyim falan. Gerek yok bunlara. Öldükten sonra “Evimi müze yapın” diye bir talebim de yok.
Neden tüm serveti derneğe bağışladınız? Yok mu hiç akrabanız?
- Yeğenlerim var, hem de dokuz tane. Ama “Onu ben alayım, bunu sen al” diye birbirlerine gireceklerine en iyisi hepsini derneğe bağışlamak. Zaten cenazemi bile kaldıramazlar. Bedenimi de tıp fakültesine bağışladım. Huysuz’un kadavrasını kesip biçerken hem öğrenirler, hem de eğlenirler.
BÜLENT ERSOY’LA YILDIZIMIZ BARIŞMAZ
Sabahları hangi ruhla uyanıyorsunuz; Seyfi olarak mı, Huysuz olarak mı?
- Melahat Pars gibi uyanıyorum. (Kahkahalar) Manyak mıyım ulan ben? Seyfi Dursunoğlu olarak kalkıyorum tabii.
Yeniden sahnelere dönmeyi düşünüyor musunuz?
- Yok artık, yok. Hakikaten gücüm yok. İnsanlar beni çok hareketli görmeye alıştılar. Artık eskisi kadar hoplayıp zıplayamam. Kimseye de kendim için “Gittik, baktık, yaşlanmış” dedirtmem.
Bülent Ersoy’la yine bir film çekme teklifi gelse ne dersiniz?
- Oğlum sen hakikaten kafayı oynattın galiba. Seneler önce o ilk filmi de Türker İnanoğlu’nun zoruyla çektim. Yönetmen Müjde’nin (Ar) kocası Samim Değer’di. Bülent’le oynayacağımı söylediğinde “Neeee? Kesinlikle kabul etmem” dedim. “Ne istersen yapacağız” falan gibi cümlelerle ikna ettiler etti beni. Türker Abi’nin hatırı büyüktür.
Bülent Hanım’la da mı barışık değil mi yıldızınız?
- Yok yok, bizim yıldızlarımız falan barışmaz. Yaradılış olarak çok farklıyız. Ben çalıştığım insanların sevgilerinden dolayı bana ilgi göstermesini isterim, Bülent ise ondan korksunlar ister. Bu yüzden de etrafta terör estirir.
HİÇBİR DİZİYİ İZLEMİYORUM
Yıllardır bizi güldürdünüz, peki siz kime gülüyorsunuz?
- Mutfak ekibini seviyorum. “Güldür Güldür” hoşuma gidiyor. Zevkle seyrediyorum. O bacak kadar çocuklar gayet güzel yazıp oynuyorlar. Parodiler bitince de ağlıyorum.
Yahu ağlamaya değer mi? Tekrarı var.
- Ah benim gerizekalı oğlum, başarılarından dolayı duygulandığım için ağlıyorum.
O hayra alamet değil işte, yaş almanın göstergesi.
- Niye gözlerim mi sulanıyor? Ne demeye getiriyorsun? Sen dayak mı istiyorsun?
Sakin olun. Bende de aynı durum var, bazen komedi filminde bile ağlıyorum.
- Seninkisi deliliğe adım atış. Çocuklar çok güzel yazıyorlar, bu da beni duygulandırıyor.
Dizilerle aranız nasıl?
- Hiçbirini seyretmiyorum ki...
“Medcezir”i falan da mı izlemiyorsunuz?
- O ne?
Çağatay Ulusoy’un dizisi.
- Yok bilmiyorum.
Peki ya Kıvanç’ınki?
- Sen beni kıçınla mı dinliyorsun, yoksa intikal problemin mi var? Oğlum dizi seyretmiyorum dedim ya. Şöyle bir baktım Kıvanç’ınkine. Manasız yere çok Rusya sahneleri var. Bir tek “Aşk-ı Memnu” güzeldi. Yoksa tahammül edemiyorum.
Aslında Gülse Birsel’in “Yalan Dünya”sına konuk gitseniz şahane olurdu.
- Ay ben onu da sevmiyorum. “Avrupa Yakası”na beni konuk çağırdılar. Bir cümlem vardı. Fakat ezberim hiç yoktur. Ben o cümleyi söyleyene kadar 11’de bitecek çekim 2’ye kadar sürdü. Rahmetli Gazanfer Özcan kendini yerlere attı. Ben illa kendi istediğimi söylemeliyim, öyle senaryoya bağlı kalamam.
O JÜRİDEKİ HERKES HUYSUZ’U TAKLİT EDİYOR
Müzikle aranız nasıl?
- Alaturkacıyım. Pop müzik beni açmıyor. Çok geniş bir sanat müziği repertuvarım var ama binlerce şarkıyı nasıl öğrenmişim inan bilmiyorum.
Sizi tekrar “Benzemez Kimse Sana”da görecek miyiz?
- Tabii göreceksiniz. Gözümde sarı leke rahatsızlığı olduğu için önce kabul etmedim. Bu, spotların sebep olduğu bir sahne hastalığıdır. Ama sonra yapım şirketi önlem aldı. Diğer jüriden ayrı abartılı bir koltuk hazırladılar, oraya oturup huysuzluklara devam edeceğim.
Her yarışmada bir koltuğunuz olsa seyredilir vallahi. “O Ses Türkiye”de mesela...
- Seyretmiyorum o programı.
Yahu bütün Türkiye seyrediyor neredeyse...
- Ben seyretmiyorum, çünkü o jürideki herkes Huysuz’u taklit ediyor. Yerlerinden fırlamalar, ona buna sataşmalar falan... Böyle miydi eskiden? Oturulurdu! Bunlar benden esinlendiklerini söylemeye de utanıyorlar. Komedyenlere gelince de durum aynı. Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Beyaz... Aralarında benim adım geçmez mesela. Ama tırtıklamaya gelince herkes benden bir şeyler tırtıklar!
Paylaş