Paylaş
Yaşı bana denk, kafasında saç kalmamış, torun ve göbek hayatından eksik olmayanların bir çırpıda anlayacağı bir soru sordum aslında.
Oğuz Aral’ın genel yayın yönetmenliği yaptığı ve kardeşi Tekin Aral’la kurucusu olduğu, Türkiye’nin en çok satan kült mizah dergisi “Gırgır”dan bahsediyorum...
26 Ağustos 1972’de hayata merhaba diyen Gırgır, onlarca badireli süreç atlatıp, mizah dergilerinin atababası olarak bugüne kadar gelmeyi başardı.
Tamam evet bugünlere geldi de, sor bakalım nasıl geldi... İşte bu onun hikayesidir.
Oğuz Aral, Gün Gazetesi’nin iç sayfalarında bir köşe hazırlar. Çizgilerine hayat verdiği bu köşenin adı “Gırgır”dır. Zaman içinde gazetenin okuyucuları, dörtte bir köşeyle yetinmediklerini dile getirir ve Gırgır önce yarım, daha sonra tam sayfa olarak hakimiyeti ele geçirir.
Bu başarı o dönem için büyük ama Türk mizahı için küçük bir adımdır. Gazetenin içinde arkalı önlü yaprak halinde iki sayfa çıkmaya başlayan Gırgır’a talep o kadar çoğalır ki, ücretsiz olarak verilen ilave dergi haline gelir.
Godzilla misali gücünü, bağlı bulunduğu coğrafyanın belden yukarı, edepli mizahından alan Gırgır, 1973’te Haldun Simavi’nin isteğiyle bağımsız bir dergi olur.
Oğuz Aral’ın, eski kuşak çizerlerden uzaklaşıp kendi “çete”sini yetiştirdiği Gırgır, aylık satışıyla mizah dergilerinin tiraj rekorunu kırar.
Hatta o dönemlerde Gırgır’ın; Rus Krokodil ve Amerikan Mad’den sonra dünyanın en çok satan üçüncü mizah dergisi olduğunu söylenir.
Aral kardeşler, o dönem Gırgır’la eş zamanlı “Fırt” ve “Laklak”ı da çıkarırlar. Ama maalesef bu dergilerin ömürleri, Gırgır kadar uzun olmaz.
Gırgır’ın mizah anlayışı o kadar korkusuz ve direkttir ki; Turgut Özal’ı balerin olarak çizip basmakta bile bir beis görmezler. Derginin o sayısı apar topar toplatılır, o da ayrı bir yazının bahis konusu...
Bu sansür, mizahın Türk siyasetinde her zaman “üvey evlat” olacağı gerçeğinin ispatıdır...
Dergi; Latif Demirci, Bülent Arabacıoğlu, Hasan Kaçan, Engin Ergönültaş, Tuncay Akgün, Ergün Gündüz, Atilla Atalay, İrfan Sayar, Abdülkadir Elçioğlu gibi başarılı karikatüristlere ev sahipliği yapar.
Sonradan adı Leman olacak olan Limon’a, Hıbır’a ve Avni’ye de gayriihtiyari ana kucaklığı yapmış olur.
89 yılında Simavi’ler dergiyi, “gölge adam” Ertuğrul Akbay’a satar. Bu değişiklik Oğuz Aral ve ekibinin moralini bozar. Kalemlerini kağıtlarını topladıkları gibi dergiyle yollarını ayırırlar.
Mizah dünyasının “Kavimler Göçü” sayılan bu ayrılık, Gırgır’ın süksesi Nirvana olan, şaşaası etkisi bol kepçe günlerinin kapısına kepenk vurdurur.
Hikayenin bu en acıklı noktasında mizahseverlere teselli ikramiyesi olan tek gerçek; Gırgır’ın, Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu misali şahsına münhasır çizerler yetiştirmiş olmasıdır.
Cihangir Parkı’ndaki Oğuz Aral heykelinin yerinde yellerin estiği gibi Gırgır’ın milyonlara yaklaşan tirajlı günleri de geçmişte kalmıştır. Ama; dönemin politikasına, ekonomisine, sosyolojik gelişimine, eğitimine, kültürüne “ye ye bitmez” bir miras bırakarak...
Darısı, darağacının ipini boynunda hisseden yeni dönem mizah dergilerinin başına...
Kıvanç Abi’yle arkadaşız ama iş başka arkadaşlık başka...
Ayşecik, Ömercik, Sezercik, Güllüşah, Yumurcak...
Bu isimler Türk filmlerinin efsane çocuk yıldızlarıydı...
Yüzlerce yapımda başrol oynadılar. Kimi zaman güldürererek, kimi zaman da ağlatarak gönüllerde taht kurdular.
Hepsi “hızlandırılmış şöhret”le tanıştı. Küçücük yaşta çok büyük üne, ilgiye, paraya sahip oldular.
Gençliğe adım attıkları yıllarda ise “miadlarını doldurmuşcasına” ortadan kayboldular.
“Nerede o eski çocuk yıldızlar?” temalı hafif nostaljik, azıcık da melankolik bir yazı okuyacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
Aniden geçmişin fenomen veletlerini hatırlamamın sebebi geçen hafta günümüzün en meşhur çocuk yıldızı, “Öyle Bir Geçer Zaman ki”nin Osman’ı, reytingleri alt üst eden Küçük Ağa’nın Mehmet Can’ı, sevgili Emir Berke Zincidi ile tanışma fırsatı bulmuş olmam.
Bir kafede oturmuş, arkadaşlarla sosyal medya üzerinden “dünyayı kurtarmaya” çalışıyorduk ki, yan masada annesi ve bir başka genç adamla oturan çocuk dikkatimi çekti. Annesi “Yesene oğlum” diye diretiyor, küçük adam da “Yemeyeceğim” diye “kontratak” yapıyordu.
Buraya kadar klasik bir anne oğul çatışması... Yemek seçen beyefendiye dikkatle baktım ve bir de ne göreyim? Bu bizim Küçük Ağa’dan başkası değil!
“Sette yönetmen ‘Ye’ deyince ne yapıyorsun?” diye her zamanki gibi üstüme vazife olmayan şekilde konuya hemen dahil oldum. Emir Berke’nin “Sen ne karışıyorsun?” diyen bakışlarına maruz kaldıktan sonra annesi Sevgi Hanım “O konuda çok disiplinli. Bakın burada yemek bile yediremiyorum ama sabah ‘Setin var’ desem, erkenden kalkar koşa koşa gider. Yaptığı işi çok seviyor” diye cevapladı.
Muhabbet sırasında masalarına da dahil oldum ve başladık sohbete...
9 yaşındaki Emir Berke’nin vergi mükellefi olduğunu öğrendiğimdeki şaşkınlığımı tahmin edebiliyorsunuzdur herhalde.
“Anne babası çocuklarını kullanıyor gibi bir imaj oluşuyor insanların kafasında” diye patavatsız bir laf ettim. Fakat ne yapayım? Herkesin aklındaki benim dilimde işte.
Sevgi Hanım oğullarının kazandığı her kuruşun Emir Berke’nin hesabına yattığını söyledi. “Bizim bir babamız var. Ailenin tüm masraflarını o karşılıyor. O bize bakar. Niye oğlumuzun, Emir Berke’nin parasına ihtiyacımız olsun?” dedi.
Ufaklığın aldığı arabanın ruhsatında ve evin tapusunda bile Emir Berke Zincidi yazıyormuş. Geri kalan para ise ilerideki yurtdışı eğitimi ve geleceği için onun adına açılan bankada tutuluyormuş.
“Bir gün ‘Anne ben sıkıldım, artık oyunculuk yapmak istemiyorum’ derse ‘Nasıl istersen oğlum’ diye cevap veririm” diyor Sevgi Zincidi.
İşte o sırada lafa karışıyor Emir Berke “Bunları benimle neden konuşmuyorsun?” diye... Hakikaten özel bir çocuk. Bu yaşta, tanıdığım pek çok yetişkinden daha fazla neyin ne olduğunu biliyormuş gibi bir hali var ama çocukluğunu da istediği gibi yaşıyor. Konuşurken çoğu zaman “O benim dünyam” dediği iPad’inden gözünü ayırmıyor. Heyecanla en son gittikleri lunapark gezisini anlatıyor.
“Tamam o zaman, kanka olalım seninle Emir” diyorum.
“Önce adımı doğru söyle, sonra kanka olalım ben Emir Berke!”
Vay vay vay... Küçük müçük değil, bildiğin ağa beyefendi.
“Senin dizinin reytingleri Kıvanç’ınkiyle ‘düello’ halinde. Ne diyorsun bakalım bu işe?” diye soruyorum.
Tatlıtuğ’la kanalların ortaklaşa yayın yaptıkları Van Depremi özel gecesi programında tanıştığı andan bahsetmeye başlıyor bizim ufaklık. “Sen daha mı yakışıklısın yoksa?” diye takıldığımda, Emir Berke “Eee yaniii görmüyor musun?” diyerek bütün masayı gülmekten kırıp geçiriyor. Kıvanç Abisini çok sevdiğini de hemen ardından eklemeyi unutmuyor.
“Seviyorsun ama reytinglerde Kurt Seyit’i açık arayla geçti senin dizi” diyorum, bizimki yine patlatıyor bombayı: “İş başka, arkadaşlık başka!”
Annesine dönüp “Korkarım kızlar peşinde koşmaya başlayınca çok çekeceksiniz Emir Berke’den” diyorum.
Sevgi Zincidi gülümseyerek bana bakıyor ve “O kızları şimdiden uyarayım. Oğlumu çok seviyorum, inanılmaz zor bir kaynana olacağım” diye cevap veriyor.
Bu sırada Emir Berke, en sevdiği restoranın Nusret olduğunu söylüyor. “Bir gün bizim kafeye de bekleriz” deyince “Nusret Abi’ye ayıp olur. Hem sen şişman ve çirkinsin. O senden daha yakışıklı” diye lafı gediğime oturtuyor.
Böyle güle oynaya bitiyor kısa muhabbetimiz. Emir Berke yaşına göre çok akıllı bir çocuk, şöhret “hastalığına” kapılacağını da pek sanmıyorum açıkçası. Arkasında belli ki bilinçli bir anne baba var. Önyargılara rağmen oğullarının mutlu olmasından başka temennileri yok onların.
Emir Berke’ye gelince... O bu gidişle büyük ağa da olur, oyunculuğun ağababası da...
Nefretlik klişeler 3
- Bir Keşke biraz daha otursaydınız... (Aman çok şükür gidiyorlar)
- İki 1-2 kilo fazlam var, onu da versem rahatlayacağım. (Boy-kilo endeksi 35)
- Üç İnan sadece sarılıp uyumak istiyorum. (Pantolonunu çoktan indirdi)
- Dört Seni çok iyi anlıyorum. (Yine zırvalıyor, tüyelim)
- Beş 10 yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz. (Şu an senin oturduğun koltukta)
- Altı Aslında çok temiz kalpli biridir. (Kaç, kaç, kaç)
- Yedi Dar kesim size çok yakışıyor. (Düğmeleri patlamazsa iyidir)
- Sekiz Hem göze hem kulağa hitap etti. (Hem çirkin hem kulak tırmaladı)
- Dokuz Komşularımızla sıfır sorun. (Bütün komşularla selamı sabahı kestik)
- On Bir arkadaşa bakıp çıkacağım. (Gün ağarana kadar dans etti)
Paylaş