Paylaş
Neredeyse 20 senedir evlerimize konuk oluyorsun. Biz seninle, sen de bizimle “büyüdün”. Gel istersen filmi başa saralım ve Acun’un çocukluk günlerine dönelim...
- O zaman bu filmi 1969’a kadar saracağız. Edirne’de doğdum. Efendi ama haylaz bir çocuktum.
Nasıl olunuyor hem efendi hem haylaz? O yaşta kişilik çatışması mı yaşıyordun?
- (Gülüyor) Tam anlamıyla yaramaz bir sokak çocuğuydum ama öyle milletin üstüne atlayan, bağırıp çağıran, etrafını rahatsız eden tarzda değil. Haylazlıklarım hep kendimeydi. Bir gün bisikletle E-5’te karşıdan karşıya geçerken neredeyse eziliyordum. Orada bisikletle ne işin vardı diye sorarsan inan ben de bilmiyorum.
Canına susamıştın herhalde...
- Kafama koyduğumu yapardım. Ama daha küçücüğüm, tecrübenin olmadığı yerde cesaret büyük risk. Kısaca acayip bir şeydim, kimseye bulaşmazdım ama gizli serseriydim.
İyi bir öğrenci miydin yoksa aklın “firarda” mıydı?
- Ben hep kendimi kötü öğrenci olarak hatırlıyordum ama yıllar sonra Edirne’de ilkokul öğretmenim Nurhan Hanım’ın elini öpmeye gittiğimde “Sen iyi öğrenciydin, sonra dağılmışsın” dedi bana (gülüyor). Bilmiyorum belki de 5 yaşında okula başladığım için kafamda net değil o zamanlar.
Neden o kadar küçük yaşta yolladılar seni okula? Süper zeka falan mıydın?
- Hiç zannetmiyorum (gülüyor). Benden 2 yaş büyük Ömer adında bir abim var. O, okula gidince kıskanmaya başladım çünkü evde oyun oynayacak kimsem kalmamıştı. Bizimkiler çareyi beni de okula yazdırmakta buldu.
GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK KOPYACI BENİM
Abin doktor değil mi?
- E tabii adam okula zamanında başlayınca doktor oldu, ben sisteme bile giremedim abi (gülüyor). Bir de üstüne 10 yaşında Kadıköy Anadolu Lisesi’ni kazandığımda, bizimkiler benim “dahi” olduğumu düşünüp İstanbul’a gönderdiler ama iyice dağıldım. Her yıl en az 10 dersten ikmale kalır, sene sonunda hepsini verip sınıfı geçerdim. Okulun en başarısızı bendim. Öğrenim hayatında gelmiş geçmiş en büyük kopyacı da benimdir herhalde...
Annen baban ne diyordu senin bu “efendi haylazlıklarına”?
- Herkesin anne babası özeldir ama benimkiler hakikaten çok farklıydılar. Düşünsene hiç haber vermeden 25 arkadaşımı toplayıp eve mantı yemeye götürdüğümde bile annem gıkını çıkarmazdı. Bir keresinde sabahın 4’ünde “yaprak sarma” diye tutturdum, kadın o saatte hiç üşenmeyip kalkıp mutfağa girdi.
Oğlunun bir dediğini iki etmemiş...
- İnanılmaz bir kadındı ya... Babam da her zaman benim arkamda duran adamdı. “Acun’un liberosuyum” diye espri yapardı hep (gülüyor). Çünkü ben hayatta devamlı saçmalardım, babam da arkamdan seken topları toplardı. Hiçbir zaman öyle abartılı isteklerim olmadı ama annem de babam da ne istediysem yaptılar. Çok zengin değildik ama standartların üstünde yaşıyorduk. Daha 18 yaşında altımda arabam vardı.
Derken hayat aniden ikisini birden elinden aldı...
- Kızım Banu o zamanlar daha 10 aylıktı, onunla birlikte Bodrum’a tatile gidiyorlardı. Yolda karşıdan gelen araçla kafa kafaya girdiler. Annemle babam orada rahmetli oldu. Banu’nun vücudunda 18 kırık vardı, 1 ay hastanede kaldı. O bize Allah’ın bir lütfu...
ANNEMLE BABAMIN ÖLÜMÜNDEN BERİ HİÇ AĞLAMADIM
Nasıl atlattın böylesi ağır bir travmayı?
- Uzun süre atlatamadım. Dünyada bundan daha büyük bir acı olamaz herhalde. O kaza benim hayatımın kırılma noktasıdır. Bu olaydan sonra “Survivor” başladı benim için. Resmen hayata bağlanma mücadelesi verdim. Neredeyse 2 sene evden dışarı hiç çıkmadım, yakın arkadaşlarım dışında kimseyle görüşmedim.
Resmen inzivaya çekilmişsin?
- Dün gibi hatırlıyorum. İkisini aynı anda kaybeden bir insanın sağlıklı kalabilmesi hiç de kolay değil. Ahirette onlarla bulaşacağım inşallah. Ama kalbimdeki sızı bir türlü geçmiyordu. Arkadaşlarım eve geliyor, sürekli onlarla oyun oynayıp maç seyrediyorduk. Her şey öylesine üst üste gelmişti ki tam dibe vurmuştum. Aklımı kaybetmiş gibiydim.
Sen de bir trafik kazası yapmıştın yanlış hatırlamıyorsam...
- Ailemi trafik kazasında kaybedince bende ipler koptu. Üstüne Bağdat Caddesi’nde motorsikletle giderken büyük bir kaza yaptım. Arkada oturan yakın arkadaşım o kazada vefat etti. Benim de sol koluma 32 dikişli bir ameliyatla platin taktılar.
Bu acılar seni nasıl bir insan yaptı?
- Annemle babamın ölümünden beri hiç ağlamadım. Bunu asla iyi bir şeymiş gibi söylemiyorum inan. Moralim tabii ki bozuluyor bugün yaşadığım sıkıntılarla. Ama o acı olayla mukayese ettiğimde bir türlü ağlayamıyorum.
ÇOCUKLARIMIN ÜZERİNDE DE REYTİNGİM YÜKSEKTİR
Çocuklarına karşı nasıl bir babasın? Sen de onların her isteğini yerine getiriyor musun?
- Benim isteklerim ailemin o günkü şartları altında yapıldı. Çocuklarım için bu durum çok daha farklı. Ben onlar için “animatör baba”yım aslında...
“Animatör baba” da ne demek?
- Az görünen ama beraber olduğumuzda onları çok eğlendirip mutlu eden, böylece de çocukları üzerinde reytingini yüksek tutan bir babayım.
Reytingi yüksek tutarken kızlar biraz şımarmıyor mu?
- Banu benimle çalışıyor. Şımarıklık kelimesinin ne olduğunu bile bilmez. Kızlarımın hepsini çok seviyorum ama Banu benim için bir melek... O kazadan sonra hiç ağlamadı. Çocuk bir şey ister de ağlar ya, şu ana kadar benden tek bir şey istemedi. Ötekiler canavar. Sürekli boğuşacaksın. Birine bir şey alsan, diğeri caz yapar...
Dışarıdan biraz despot bir baba profili çiziyorsun...
- Asla, ben despot olmadan istediğimi yaptırırım. Mühim olan ceza vermeden sempatiyle çocukları doğru yola getirmek. Ters bir tarafım olduğunu mutlaka hissediyorlardır. Fakat babalarından kaynaklanan bir korku imparatorluğu yok çocuklarım üzerinde.
Bayramlarda el öptürüp harçlık verir mi Acun çocuklarına?
- Bayramlarda el öptürürüm, modern ama geldiği yeri unutmayan bir babayım. Erzurumluyum sonuçta. Erzurum tarzı her zaman çocuklarımda da olmalı.
EGOMU İÇİMDE YAŞARIM KİMSEYİ RAHATSIZ ETMEM
Arka arkaya gelen başarıların ardından ego şişmesine karşı nasıl önlem alıyorsun? Psikiyatriste falan gidiyor musun?
- Psikiyatriste gitmiyorum. Şimdi sana bende ego yok desem, en büyük ego bu diyeceksin. Ben egomu zaman zaman içimde yaşarım. Değiştiysem de, bu kimseyi rahatsız edecek derecede olmamıştır.
Her büyük başarının arkasında psikolojik destek olmalı aslına bakarsan...
- Katılıyorum.
Katılıyorsun ama uygulamıyorsun!
- Bu biraz emniyet kemeri takmalıyız deyip takmamak gibi oldu. “Baba niye takmadın?”... “Eh bugün öyle oldu” (Gülüyor)
Bir de senin İngilizce konuşman hep alay konusu... Ne diyorsun bu duruma?
- (Gülüyor) Abi bunun nedenini hiç anlamıyorum, Türk aksanıyla İngilizce konuşuyorum diye beni sürekli eleştiriyorlar. Neymiş efendim Amerikan aksanıyla konuşmam gerekiyormuş. Buna o kadar çok gülüyorum ki... Fransız’ı, İtalyan’ı kendi aksanlarıyla konuşuyorlarsa, Türk de Türk gibi İngilizce konuşabilir.
ILLUMINATICI MİYİM GÜLENCİ Mİ, ARTIK KARAR VERSİNLER
Sence bir televizyon sahibinin Cumhurbaşkanı’na duyduğu sempatiyi bu kadar açıkça ifade etmesi doğru mu?
- Doğal olmayabilir belki ama benim neyim normal ki zaten? Çok uç noktalardaki insanlar dışında herkes bana hoşgörüyle bakıyor. İyi niyetli olduğumu karşı tarafa hissettiren biriyim. Ayrıca herkesin aynı düşüncelere sahip olmasını da bekleyemeyiz.
Fethullah Gülen’in manevi oğlu olduğu şehir efsanesi için ne diyeceksin?
- Oğlu mu? Nasıl oğlu? Ben hayatımda hiç görmedim bile kendisini. Benim konumumda biri için bu tip yakıştırmalar olması normal. Başka bir grup da “Illuminatici” diyor. Tamam da ben hangisiyim? Bir karar verirlerse sevinirim.
Bu tarz siyasi polemiklerin parçası olmaktan korktuğun için mi kaldırdın televizyonundaki haber bültenlerini?
- Televizyon haberciliği benim işim değil, herkes uzman olduğu işi yapmalı. Kanalımda eğlendirme misyonunu benimsedim.
Hem animatör babasın hem de animatör televizyoncu yani...
- Aynen öyle İzzet... Hayatım oyun oynamakla geçti. Lisede bir Zülfü Hocamız vardı. Sürekli “İfade ediyorum” derdi. Ben onun derslerinde, kaç kere bu lafı tekrarlayacak diye sınıfta toto oynatırdım. Üniversitedeyken de bizim ev resmen oyun salonuydu. Üç masada king dönüyordu sürekli.
Bildiğin kaçak kumarhane...
- Yok yaa ne kumarı? Parasına oynamazdık. Amaç şampiyon olmaktı. Hayatım boyunca kazanma duygusu üzerinden yürüdüm hep.
İhtiraslı bir adamsın yani?
- İhtiraslı demeyelim de, çok hırslıyım. Kazanmaya o kadar istekliyim ki, eğer kumarı seven bir adam olsaydım bugün burada oturuyor olamazdım herhalde.
EKİBİMDE AKP’Lİ DE VARDIR CHP’Lİ DE, SORGULAMAM
Özel hayatınla ilgili konuşmuyorsun ama hiçbir şeyi de gizlemiyorsun. Ne yaparsan yap fazla tepki de almıyorsun. İnsanlar seni bu kadar seviyor mu gerçekten?
- Orasını bilemem ama hayatım boyunca hep insanlara yardım etmeye çalıştım.
Niye abi? Melek misin?
- Annemle babamdan öyle gördüm. Sonuçta pek çoğumuz ebeveynlerimizin ufak birer kopyalarıyız.
Dini bütün bir insan olduğun söyleniyor...
- Ailemden gelen dini bir tarafım var açıkçası. Belli bir kesimin çabasına rağmen ben kendimi bu konuda herhangi bir yerde konumlandırmıyorum. Ayrıca da kendimi din konusunda çok eksik buluyorum.
Şirketinde senden farklı görüş ve inançları olan insanları çalıştırıyor musun?
- Bu şirkette kimsenin görüşünü bir kez olsun sorgulamadım. Ve eminim ki aramızda inanan da inanmayan da, AKP’li de CHP’li de vardır. Tek istediğim ayrı düşünsek bile uyumu yakalayabilmek... Ayrıca sorarım sana! Dindar birinin, az dindar birinden daha iyi olduğunu kim iddia edebilir? Ben edemem doğrusu. Kimin içinde ne yaşadığını hangimiz bilebiliriz ki?
ÜNİVERSİTE İMTİHANINA BİLE GEÇ KALMIŞ BİR ADAMIM
Senin geç kalmaların çok meşhur...
- (Gülüyor) Artık mizah konusuyum. Bu konuda kendimi hep eleştiriliyorum ama üniversite imtihanına bile geç kalmış bir adamım.
Sınavına geç kaldın peki üniversiteyi vaktinde bitirebildin mi?
- Vaktinde değil hiç bitiremedim. Yıllarımı verdim abi üniversiteye ama sonuç ne; ikinci sınıftan terk... Kısaca, hayatta geç kalmadığım yer yoktur abi. Eğer bir randevuya zamanında gittiysem bil ki kazayla olmuştur.
Ama röportaja vaktinde geldin...
- Diyorum ya yanlışlıkla olmuştur işte! Bu arada geç kalan kimseye de kızmam çünkü kızacak yüzüm yok (gülüyor). Ayrıca kimseye de saygısızlık etmem, ben kendi işime de geç kalırım. O yüzden o konuda çok ölçülüyüm.
Bu psikolojik bir sorun olabilir mi?
- Ya aslında ben zaman konusunda biraz “Pollyannacılık” oynuyorum. Sürekli “Yetişirim, yetişiriz abi sakin olun” modundayım.
İNSANIN ABİSİ BU KADAR ÇALIŞKAN OLMAMALI!
Sen lise mezunu “televizyonların dahi çocuğusun”, abinse doktor. “Ulan onca sene boşuna okumuşum” diyor mudur sence?
- Kesinlikle demiyordur çünkü abimin dünyasında para ve şöhret gibi kavramlar yok. Biz zıt kardeşlikte son noktayız. O Türk Müziği dinlerdi, ben pop... O ders çalışırdı, ben gezip tozardım. Düşünsene yurtdışına tatile gidiyoruz, adam sürekli müze geziyor. Tamam ona lafım yok ama aynı müzeye niye tekrar tekrar gider ki abi bir insan? Yeni baskısı mı çıkıyor müzenin?
Hiç mi benzer tarafınız yok?
- Tek ortak noktamız futbol. Beraber maçlara gideriz. Tabii bizimki maça gittiğimiz şehrin tarihi yerlerini de gezer, öğrenecek ne varsa öğrenir gelir. Zaten şu anda da üniversitede tarih okuyor.
Doktorluğun üstüne mi?
- Tabii canım. Hayatım boyunca eve getirdiği notlarla beni ezdi. Ben tembel olabilirim ama bir insanın abisi de bu kadar çalışkan olmasın yaa! (Gülüyor)
Hiçbir şeye kızmayan bir adam gibi görünüyorsun ama bana sanki tepen atınca karşındakini idam edebilirmişin gibi geliyor...
- (Gülüyor) İdam olmasa bile tersim hakikaten çok terstir. İyilikleri hiçbir zaman unutmam fakat aynı şekilde kötülükler de hep aklımda kalır. Ağır kindarımdır.
12 YILDIR ŞORT TERLİKLE GEZİYORUM
Sıra yine bir U dönüşü sorusuna geldi. Ferit Şahenk’le toplantıya giderken üstünü arabada değiştirdiğin doğru mu?
- Nereden duydun bunu? (Gülüyor) Genelde girdiğim ortamlarda limitleri zorlarım. Şortumu ve terliğimi çıkarmamak için elimden geleni yaparım. Ortam buna izin vermiyorsa bir şekilde arabada duruma müdahale ederim. Ferit Bey’e giderken de son anda arabada şortumu çıkarıp pantolon giydim. Superman gibi düşün...
Nedir peki bu “plaj kıyafeti” takıntın?
- Abi “Acun Firarda”dan beri 12 yıldır şort terlikle geziyorum. Alıştım bu kılığa. Rahat ediyorum. Ayrıca kıyafetimle karşımdakine imaj yapayım diye bir çabam da yok. İyi giyinmiş bir kadın veya adam gördüğümde “Aa ne güzel” diyorum ama bende o güdü yok. Halk beni zaten kucaklıyor. Takım elbise giymek benim için zırh giymekten farksız. Ayağımda makosen ayakkabı olursa yürüyüşüm bile değişiyor, palet giymiş gibi hareket ediyorum.
Artık patronlar ligindesin, takım elbiselere alışsan iyi olur...
- Yok abi yok, ben giyinemem öyle.
Yahu bırak şimdi, Cumhurbaşkanı çağırsa şort terlikle mi çıkacaksın karşısına?
- Bir keresinde Tayyip Bey’e o kılıkta yakalandım zaten. Milli maç sonrasıydı, beni görünce “Hayırdır Acun, sen de mi top oynayacaksın?” diye dalga geçti (gülüyor). Mecbur kalınca tabii ki takım elbise giyiyorum ama aklımda sadece üzerimdekilerden ne zaman kurtulacağım oluyor. O kadar nefret ediyorum.
YURTDIŞINDA BİR KANAL ALIP ONU DA BİRİNCİ YAPINCA RAHATLARIM
Bir röportajında “Fazla büyümek istemiyorum, butik kalmak en iyisi” demişsin. Ne oldu da butik birden AVM’ye döndü?
- Ne AVM’si abi biz hâlâ butiğiz. Bizim çapımızda bir prodüksiyon şirketinde senede 15 program yapılır, biz üç işle yılı tamamlıyoruz.
Bugünleri o zamandan görebiliyor muydun?
- Hayatımda hiçbir zaman kendime kesin bir hedef koyup, “Şu olacağım” demedim. Zaten gençlere tavsiyem; bir rota çizip onun üzerinde gitmesinler, mutlu olacakları tercihleri yapıp hayatın onları nereye götüreceğine baksınlar.
Kadercisin yani...
- Hem de en üst derecesinden... Genelde hayat görüşüm “Her işte bir hayır vardır”...
Tevekküle inanıyor musun?
- Elhamdülillah... Butik kalma konusuna geri dönersek, prodüksiyon anlamında bu değişmedi. Televizyon almaya gelince, o bambaşka bir olay, yepyeni bir yatırım.
Peki deli misin şu üç günlük ölümlü dünyada kazandığın parayla gidip televizyon kanalı satın aldın?
- Neden deli olayım ki?
Riskli bir iş değil mi? Yetmedi mi yaptıkların?
- Yaptığım işlerle yetinmeyen bir adamım. Eğer yetseydi şu anda iyi bir muhabirdim. Benim gibi bir televizyon yapımcısı için oynama alanımın bütün bir kanalı kapsaması inanılmaz rahatlatıcı. Bu konunun parayla pulla alakası yok.
Tamam parayla pulla işin yok da yatın, katın, evin, araban her şeyin var. Rahat mı battı sana da gidip kanal aldın?
- Rahat durmak batar abi bana... Ben rahatı seven bir adam değilim. “Adama bir rahat dur” derler ya, işte ben duramıyorum...
Peki ne zaman tam olarak rahatlayacaksın?
- (Gülüyor) Yurtdışında bir kanal alıp onu da birinci yapınca. Çünkü “Acun Türk izleyicisinin nabzını tutmayı iyi biliyor” diye bir geyik var ya; ben buna katılmıyorum. Bizim izleyicimiz de çok kaliteli, yurtdışındakilerden farkı yok. Bunu kanıtlamak istiyorum.
SÜPER BİR TV GÜCÜ OLMASA HÜLYA AVŞAR’LA ÇALIŞMAZDIM
Yeni projelerinden bahsetsene biraz...
- “Ütopya” bizim bu seneki en iddialı projemiz... Ormanlık bir alana, çok farklı hikayeleri olan 15 insanı koyuyoruz, sonra da “Kural yok, alın size kendi dünyanızı kurma fırsatı, hayalinizi gerçekleştirin” diyoruz.
Canlı canlı Sim City mi oynayacaklar yani? Başka neler göreceğiz çiçeği burnunda patronun kanalında?
- “Ver Fırına” diye bir yemek yarışmamız daha var. Haftanın 5 günü gündüz kuşağında yer alacak. Bunun yanında beni mutlu eden bir başka proje de “Erol Evgin’le Aileler Yarışıyor”...
Hülya Avşar’ı sürekli “joker” yapmanın sebebi nedir?
- İlk nedeni, daha önce de söylediğim gibi bana yapılan iyilikleri asla unutmamam. Hülya’yı muhabirlik dönemimde tanıdım ve bana o zamanlar çok destek oldu. Bunu bir yere yazmıştım. Jürinin olduğu programlar yapmaya karar verdiğimde, yanımda sevdiğim insanların olmasını istedim. Ama Hülya’nın süper bir televizyon gücü olduğunu düşünmesem, onunla çalışmazdım. O yüzden Hülya Avşar ile yola çıktım ve yaptığımız her program bir numara oldu.
Sevdiklerine torpil geçiyorsun yani...
- Yahu ne alakası var? Eğer birinin ekran ışığına inanmazsam, isterse dünyalar kadar seveyim, onunla çalışmam.
Hem ışık göreceksin hem de seveceksin öyle mi? Ya pırıl pırıl parlıyorsa fakat gıcık oluyorsan...
- Öyle biriyle çalışmam mümkün değil abi... Gıcık olduğum bir adamı reyting rekorları kırsa bile programıma koymam. Ben başarıyı da başarısızlığı da kalbime yakın insanlarla paylaşmak istiyorum.
Ya seçtiğin jüriler arasında ego savaşları yaşanırsa? Murat Boz’un Gökhan’ı kıskandığı dedikoduları doğru mu mesela?
- Böyle komik bir şey olabilir mi? Murat Boz’da sence birini kıskanabilecek elektrik var mı? Murat’ın bırak birini kıskanmayı, hayatta kimseyi üzdüğünü bile düşünmüyorum. “Yetenek Sizsiniz”i daha kuvvetli yapmak için Murat’ı o ekibe kattım.
FATİH TERİM BİR VURDU, TOP LEVENT’TEN AKMERKEZ’E GİTTİ
Alaaddin’in lambasına bile gerek duymadan her istediğini yapabilecek konumdasın. Bu durum bazen “ters tepip” seni mutsuz ediyor mu?
- İnsanın her istediğini yapabiliyor olması psikolojisi üzerinde çok büyük bir sorun yaratıyor. Ancak ben ruhumu hiçbir zaman maddiyatla doyurmaya çalışmadım. Eğer öyle yapsaydım, kelimenin tam anlamıyla boşluğa düşerdim. Uçağım var, daha neyim olabilir ki modundayım. Ufak oyunlardan oluşan bir hayatım var, bana şimdiye kadar maddi hiçbir şey onlar kadar zevk vermedi.
Neymiş bu küçük oyunlar? Monopoly falan mı?
- (Gülüyor) Geç dalganı bakalım... Mesela şirketin yan tarafındaki kış bahçesini yıktırıp halı saha yaptırdım. Bugünlerde orada sabahlara kadar ayak tenisi oynuyoruz.
Ayak tenisi ne Allah aşkına? Raketi nasıl tutuyorsun?
- Bu oyunda raket ayakların... Sahanın ortasına file çekiliyor. Voleybol topu gibi bir topla da oynuyorsun. İşini bitiren eş dost ahbap buraya geliyor. Arada Fatih Hoca da (Terim) ziyaret ediyor sahamızı. Fatih Terim’in neden Fatih Terim olduğunu anlaman için bizimle ayak tenisi oynamasını seyretmen gerek. Geçen gün bir vurdu, top Levent’ten Akmerkez’e gitti. Bir daha da bulamadık...
BANA BAKIP HASETİNDEN ÖLENLER OLDUĞUNU BİLİYORUM
Şanın şöhretin arttıkça özgürlük duygunu yitirdiğini düşünüyor musun?
- Tam aksine, şu an kanal sahibi olduğum için kesinlikle bütünüyle özgürüm.
Yahu özel hayatından bahsediyorum, aklın fikrin işte...
- (Gülüyor) Ah o manada soruyorsan, şöhret olduğum için özel hayatımda yarı yarıya tutuklu gibiyim diyebilirim. Sokaktayken asla halktan kopmamaya çalışıyorum ama bayramda gidip Bebek’te rahat rahat dondurma yiyemiyorum. Ama şikayet de edemem, Allah’ın verdiği nimetlerden bu kadar yararlanıp “Bu da niye böyle?” diye yakınırsam nankörlük olur...
Kıskanıldığını düşünüyor musun?
- Hem de fazlasıyla... Hasetinden ölenler olduğunun ve bunların çoğunun bizim sektörün içinde bulunduklarının farkındayım. Fakat kıskanç insanların nefreti beni daha çok motive ediyor.
“Hayatımda hayal edebileceğim yerin 3 tur önündeyim” demişsin eski bir röportajında...
- O zaman 3’tü, şimdi 5 tur önündeyim (gülüyor).
Paylaş