Paylaş
İyi işleri olan sinek kaydı traşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, yolları kırık adamları. İlgimi çekerler. Küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar. Adi kadınlardan da hoşlanırım; çorapları sarkmış, makyajları akmış, sarhoş ve küfürbaz kadınlardan. Toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam.”
Bu pazar, yukarıdaki sözlerin sahibi Charles Bukowski’nin ölümünün 20. yılıydı.
Hayatını kafayı çekmek, hır gür çıkarmak, bütün siyasi görüşlere nanik yapmakla geçiren bu küfürbaz, geçimsiz adamın ellisinden sonra çağın en büyük yazarlarından biri olacağını kim tahmin edebilirdi ki...
Sartre, onun için “Dünyanın en büyük şairi” demişti.
Sean Penn ve Madonna ona deli gibi hayrandı. U2’’nin solisti Bono bir konserini Bukowski’ye ithaf etmişti.
Bizde ise kamuoyu onu ‘Kasabanın en güzel kızı’ hikayesinin sansüre takılmasıyla tanımıştı.
Lafı fazla uzatmayıp; sizleri ‘Amerikan tarzı ayak takımının bir numarası’ diye anılan Bukowski’den bir demet aforizmayla baş başa bırakıyorm.
Twitter’cılara selam olsun...
* İnsan, geçmişin hasretçisi, geleceğin özlemcisi, yaşadığı anın şikayetçisidir.
* Afrika’ya ilaç göndermeye karar vermiştik; fakat hepsinin üzerinde ‘Tok karnına’ yazıyordu...
* Hep kalıplara uymayı reddettim. Geldiğim nokta şu: Diğerlerinden daha mutsuzum, ama kafam hepsinden daha güzel.
* Benim de kalbim boş artık, Tıpkı sizin beyniniz gibi...
* Gülmenin moda olduğu bir devirde ağlıyorum... Genç olmanın moda olduğu bir devirde yaşlıyım... Seni sevmenin daha az cesaret istediği bir devirde, senden nefret ediyorum...
* Siz dünyayı kurtarın ben de nasıl kurtardığınızı yazayım.
* Yeterince dürüstsen, fazlasıyla aşık ve gerçekten seviyorsan hazırsın demektir... Artık mutsuz olabilirsin.
New York’tan notlar
“Kalabalık bir caddenin ortasında soğuktan donarak ölsen, kimsenin cesedini farketmeyeceği şehirdir New York.”
Bob Dylan şehri böyle tanımlamış...
New York hala ‘müdanasız’ ve ‘kayıtsız’ ama bugünlerde mutlaka birkaç kişi durup instagram’a koymak için cesedin fotoğrafını çeker en azından.
Karmaşadan beslenip, karmaşayla ‘güzelleşen’ New York’un bir misafiri de bendim geçen hafta.
Aslında iş için gittim ama hazır oralardayken size bir valiz dolusu da haber getirdim.
Buyrun birlikte açalım valizin kapağını...
Bir
Greenwich Village’daki İtalyan restoranı Carbone’ye girdiğinizde yerdeki fayanslardan, personelin kıyafetlerine kadar her şey ‘Baba’ filminden bir sahneyi anımsatıyor adeta. Ancak klasik İtalyan restoranı konseptinin ‘yeni sürümü’ olduğundan, müthiş lezzetli bir menüye sahip Carbone’de yan masanızda Don Corleone değil ama New York’lu bir sosyetik ya da ünlü bir yıldız oturabilir.
İki
Rock’n Punk turuna 35 dolar bayılıp mutlaka katılın derim. Bu turda Rock’n Roll, Punk ve Glam ‘furyalarının’ doğduğu mekanları gezerken Madonna’nın evinde, Andy Warhol’un her gün takıldığı yerlerde bol bol instagram fotoğrafları çekebilirsiniz.
Üç
8 Mart’ta Ethel Barrymore Tiyatrosu’nda ön gösterimi yapılan A Raisin in the Sun için “Bu sezon Broadway’de tek bir oyuna gidilecekse o da bu olmalı” deniyor. Yıllardır bir çok versiyonu yapılan bu oyunun başrolünde 14 haftalığına Oscar ödüllü aktör Denzel Washington var. Denzel, Broadway sahnesine yabancı sayılmaz ama bir başka efsane siyahi aktör Sidney Poitier ile özdeşleşen bu rolün hakkını vermek için çok çalışacağı kesin.
Dört
Fifth Avenue’deki Seks Müzesi’nde (hemen aklınızı kötüye yormayın, gayet ‘edepli’ bir yerden bahsediyorum) “Pornonun Havva’sı: Linda Lovelace” adlı sergi uzun zamandır pek çok kişinin dilinde. 1972 yılında vizyona giren, Jackie Kennedy’den Jack Nicholson’a kadar pek çok kişinin özel gösterimine katıldığı ünlü film Deep Throat (Derin Gırtlak)’un yıldızı Lovelace’in daha önce hiç görülmemiş fotoğrafları sizleri bekliyor.
Beş
Nordstrom mağazasında Sex and the City’nin Carrie’si Sarah Jessica Parker’ın kendi tasarladığı ayakkabıların satıldığı bir ‘pop-up’ dükkan açılmış. Dükkanın önü ana baba günü, ayakkabıları giyince birdenbire Carrie’ye dönüşeceklerini sanan ‘saf ve umutlu’ kadınlar sırada... İçimden “Helal olsun Sarah’ya” dedim “Şu Carrie denilen ‘ineği’ sağa sağa bitiremedi.”
Altı
2007’de yarattığı Chobani yoğurt markasıyla ABD yoğurt piyasasını ele geçiren ve milyar dolarlık servetiyle Forbes dergisinin küresel milyarderler listesine giren Amerika’da “yoğurdun Steve Jobs’ı” olarak bilinen Hamdi Ulukaya dükkanlarında şimdi de labneli simit satmaya başlamış. Üstelik menüde de ‘Turkish bagel’ yerine bildiğimiz ‘simit’ yazmış. Dükkanın önünde sıraya girmiş onlarca Japon turiste bakılırsa Ulukaya, yoğurttan sonra ‘simit kralı’ olma yolunda ilerliyor. Ayrıca Hamdi Bey Soho’daki dükkanında Güneydoğu’daki lezzetlerimizi aratmayacak mezelere de yer vermiş.
Yedi
Dominique Ansel Bakery’deki ‘cronut’ denen tatlı muhteşem... Kruvasan ile donut’ın ‘aşkından’ doğan bu ‘meret’ için sıraya girdim, beklerken küfür ettim, ama yedikten sonra “Bir daha, bir daha” dedim.
Acun’un yeni ‘ütopyası’
TV8’i aldığı günden bu yana yapacağı ataklar merakla beklenen Acun Ilıcalı sonunda ilk bombasını patlattı. Dünyanın konuştuğu Ütopya adlı program, yeni sezonda TV8 ekranlarında olacak.
Bir sosyal deney programı Ütopya... 15 yarışmacı sadece boş bir ahırın bulunduğu ıssız arazide inekleri, tavukları ile birlikte kendilerine mini bir toplum, yeni bir dünya yaratma ütopyasının peşinde koşacaklar. Şu sıralarda Acun’un bütün ekibi harıl harıl Şile civarında yarışma için uygun arazi arıyor.
Hani bir dönem hepimizin müptelası olduğu Farmville gibi bir yarışma olacak anlayağınız. Yarışmacıların, dış dünya ile bağlantıları sadece tek bir telefonla olacak ve bu yaşam savaşı 365 gün sürecek.
Yüzlerce kamera ile 24 saat aralıksız izlenecek olan yarışmacıların mücadelesi, internet üzerinden naklen yayınlanacak, zaman zaman da canlı yayında televizyon ekranlarında olacak.
İşin ilginç yanı, peşinde onlarca yapımcı koşarken formatın sahibi John De Mol, bizzat kendisi istemiş Acun’un bu yarışmayı yapmasını...
Ve geçen hafta sözleşmeyi Hollanda’da imzalamışlar. Bu, aslında bir tesadüf değil çünkü Mol da, Acun gibi dahi bir televizyoncu...
Yaklaşık 25 yıl önce George Orwell’in 1984 adlı romanından esinlenerek yarattığı ‘Big Brother‘ (Biri Bizi Gözetliyor) ve The Voice (O Ses) formatı ile televizyon dünyasını kasıp kavurdu.
John de Mol, geliştirdiği formatlar sayesinde kurduğu Endemol TV’yi 5.5 milyar Euro’ya İspanyol Telefonica’ya sattı.
Şirket daha sonra da, İtalya eski Başbakanı Berlusconi’nin patronu olduğu Mediaset’e satıldı.
Ütopya, yayınlandığı ilk gece fikir babasını mahçup etmedi, Hollanda’da son altı yılın en büyük izlenme rekoru olan 1.6 milyon seyirci sayısına ulaştı. Bugünlerde ülkemizin bir BBG evine döndüğünü düşünürsek yeni formatın da zamanı gelmişti zaten…
Paylaş