Atatürk’ün pek bilinmeyen manevi kızı Zehra Aylin’in trajik hikayesi

Genç kadın halsizdi...

Haberin Devamı

Londra’dan Fransa’nın Calais şehrine yaptığı gemi yolculuğu onu yormuştu...
Yolculuğun daha iki ayağı vardı. Trenle Paris’e geçecek, oradan da ver elini İstanbul...
Memleket hasretiyle yanıp tutuşuyordu İngiltere’ye gittiğinden beri.
Neredeyse her gün okuldan çıkar çıkmaz Londra’daki Türk Büyükelçiliği’ne gidiyordu, biraz olsun yurdunun ‘kokusunu duymak’ için...
Kardeşleri Sabiha ve Rukiye’ye “Ne olur babamızı ikna edin de yurduma döneyim” diye yazdığı mektupların sayısını hatırlamıyordu bile.
İlk dönemin bitmesine yakın psikolojisi iyice bozulmuş ve hastalanmıştı.
Babasının ilk göz ağrısıydı. Hastalık haberi üzerine Türkiye’ye dönüş izni hemen çıktı.
“Sık biraz daha dişini” dedi içinden, “Çok yakında sevdiklerine ve vatanına kavuşacaksın.”
Refakatçisiyle birlikte Paris’e gidecek trene bindiler.
Koltuğuna yerleşti ve gözlerini kapadı.
Sanki tren inadına yavaş gidiyordu... Fakat bu sadece onun sabırsızlığından kaynaklanan bir histi.
Sabaha karşı 04:20’de midesinin bulandığını ve başının döndüğünü söyleyip hava almak için kompartmandan çıktı...
Aradan dakikalar geçmesine rağmen genç kadın kompartmana dönmemişti. Bir aksilik olduğunu düşünen refakatçisi panik halinde trenin acil durum frenini çekti.
Acı ‘çığlıklar atarak’ tekerlekler Amiens şehri yakınında duruverdi.
Burası genç kadının ‘son durağı’ olacaktı. Çünkü iki görgü tanığının anlattıklarına göre saatte 120 km hızla giden trenden düşmüştü...
Ya da kendini boşluğa bırakıvermişti... 19 Kasım 1935’te gerçekleşen olayın bu kısmı hala bir muamma... Ve çözüleceğe de benzemiyor...
Efendim yukarıda bahsi geçen genç kadın Atatürk’ün manevi kızı Zehra Aylin...
Ölümünün arkasındaki sır perdesi bugün bile ortadan kalkmış değil...
Tren ‘kazasının’ olduğu günün ertesi, Fransız basını “Atatürk’ün kızı ve Osmanlı tahtının varisi kendini trenden atarak intihar etti” manşetleriyle çalkalandı. Zehra’yı varis olarak görmelerinin sebebi ise Fransızlar’ın Atatürk’ü padişah zannetmeleriydi.
Zehra’nın ölüm haberi önce Paris’e sonra da Ankara’ya ulaşır ulaşmaz Mustafa Kemal’in kesin talimatı şuydu: “İsmi açıklanmasın, tören yapılmasın, tahnit edilip hemen Ankara’ya getirilsin.”
Fakat nafile... Elçilik görevlisi Firuz Kesim, Amiens’e vardığında oradaki kilisenin şapeli çoktan çiçeklerle kaplanmış, neredeyse tüm halk ‘Osmanlı Prensesi’ sandıkları genç kız için düzenlenen törende yerlerini almıştı.
Kesim, münasip bir dille Aylin’in Müslüman olduğunu anlatarak etraftaki haçları kaldırttı ve sonra da genç kadının naaşını teslim aldı.
Cenaze Paris’e kadar gittiği her istasyonda törenlerle karşılandı. Hatta Paris garında Fransa Cumhurbaşkanı temsilcisi ve farklı farklı ülkelerin elçileri bile hazır bulunmaktaydı.
Marsilya’da özel bir vapura konup İstanbul’a doğru yola çıkan Zehra Aylin’in naaşı için, yine her limanda törenler yapıldı.
Vapur İstanbul’a vardığında ise limanda vali, birkaç devlet adamı ve tabutu taşıyacak dört hamaldan başkası yokmuş.
Aynı gün Teşvikiye Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Zehra, Maçka Mezarlığı’na gömülür.
Cenazede Atatürk’ü temsilen Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak bulunmuştur.
Fransa’daki manşetlerin yerini Türk gazetelerinin üçüncü sayfalarındaki ufak haberler almıştır.
Bugün Zehra Aylin’in mezarının yeri bile tam olarak bilinmemekte...
Maçka’daki mezar taşlarının hangisinin ona ait olduğu meçhul...
Atatürk Amasya’daki bir yetiştirme yurdundan aldığı, anne babasını ufacık yaşta kaybetmiş Zehra’nın ölüm haberini duyduktan sonra herkes gibi “Acaba intihar mı etti?” diye düşünmüş olacak ki, derhal Fransız polisinin raporunu görmek istemiş.
Raporda ‘kaza’ yazıldığını gördükten sonra da “Şimdi müteessir oldum. Çok zeki ve inatçı bir kızdı, severdim” demiş.
(Kaynak: Mustafa Müftüoğlu, Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
Buna rağmen Zehra Aylin’in arkasında pek çok soru işareti bıraktığı kesin.
Ölüm sebebi ve mezarının yeri bile belli olmayan bu ‘gizemli’ kadını biraz olsun hatırlayalım dedim.

Haberin Devamı


Metin Arolat’a benden 7 soru

Haberin Devamı

Bir
O kadar insanın katıldığı toplantıda, Başbakan’la bir dakikadan uzun yüz yüze gelemeyeceğini ve ‘özel mülakat’ yapamayacağını bilmeyecek kadar saf mısın?
İki
O kadar sanatçı arasında bir tek sen mi ‘zorla’ gittin?
Üç
Demokrasiyi ve her görüşte insanın bir arada olabilmesi gerektiğini düşünen bir sanatçıysan, bu toplantıya katıldığın için neden kendini savunmak zorunda hissediyorsun?
Dört
Başbakan sana gülümsediğinde karşılık vermediğini söylüyorsun, peki o zaman neden her fotoğraf karesinde seni sırıtırken görüyoruz?
Beş
Başbakana yaptığını söylediğin ‘monoloğu’ kitap imzalatırken mi, elini sıkarken mi, yoksa fotoğraflanıp kameraya çekilemeyen bir anda mı yaptın?
Altı
“Davet edildim, gittim. Size ne?” demek yerine Jean D’arc’lığa soyunmanın altında ‘kahraman olma’ hırsı mı var?
Yedi
‘Çapulcuların sözcüsü’ olma hakkını sana kim verdi?
İşin aslına bakarsanız benim Metin’le hiçbir alıp veremediğim yok.
Hatta tam da tersine çok da sevdiğim bir arkadaşımdır.
Metin’in Vizyon Toplantısı’na gidip gitmemesi beni ilgilendirmiyor. Sadece kafama takılan sorular yukarıdakiler.
Kendisini Başbakan’a “Ben Çapulcu Metin Arolat” diye tanıttığını söylemesi de bana hiç inandırıcı gelmiyor.
Tabii bunlar benim aklımdan geçenler... Bu yazıyı yazarken kafamda nostaljik bir melodi yankılandı... “Olsun varsın ah çekinme, sen yine yalanlar söyle...”

Haberin Devamı


Türk şöhretlerin ortak özellikleri

Bir
Şöhret basamaklarını tırmanmaya başladıkları günlerde tuvalete bile giderken gazetecileri arayıp haber verirken, ‘ünlü’ olduktan sonra her fırsatta magazini kınayıp, muhabirlerden köşe bucak kaçarlar.
İki
Hep aynı ‘arkadaş çetesiyle’ dolaşırlar. İçlerinden biriyle araları bozulduğunda, onun bütün kirli çamaşırlarını ortaya dökerler.
Üç
Yabancı sanatçıların konserlerine gidip “Bize de bu imkanlar verilseydi, neler neler yapardık” diye hayıflanırlar.
Dört
Kadın şöhretler evlenip çocuk yapmayı ‘kutsal bir görev’ olarak benimserken, erkekler bunun tam tersi ‘istikamette’ ilerlerler.
Beş
Gerçek hayatta hiç okumasalar da sosyal medyada bıkıp usanmadan Mevlana, Nietzsche ve Nazım’dan alıntılar paylaşırlar.
Altı
Hepsi dizi veya filmlerinin ‘sezona’, albümlerinin de ’yaza damgalarını vuracağını’ iddia ederler.
Yedi
En ‘gizli’ yaşadıkları ilişkilerini, en popüler mekanlarda ulu orta gözler önüne sererler.
Sekiz
Kilo almalarından kimse bahsetmesin isterlerken, kilo verdiklerinde herkesin bunu konuşmasını tercih ederler.
Dokuz
Övgüleri seve seve kabul ederler ama tek bir eleştiriye bile tahammülleri yoktur.
On
Geldikleri yeri ‘bir başarı öyküsünün’ başlangıç noktası olarak göstermek yerine, unutmayı- unutturmayı tercih ederler.

Yazarın Tüm Yazıları