Paylaş
Ama maalesef ki başımızda nöbet tutan menajeri için aynı şeyi söylemem imkansız... Eski Doğu Alman kadın güllecilerini andıran Michelle, söyleşinin sonunda fotoğraf çektirmemize bile izin vermedi. Allah’tan Hugh devreye girip pozitif enerjisiyle ortamı yumuşattı da, askerlik hatırası gibi olsa da bir kare fotoğraf çektirebilirdik. Ben de arkandan kulaklarını az çınlatmadım Michelle!
* Annenin karnından “Hollywood celebrity”si olarak doğmadın elbette. Şöhret olmadan önceki Hugh neler yapıyordu?
- Maalesef ünlü olarak dünyaya gelmedim (kahkahalar). Profesyonel ilk aktörlük işimi 26 yaşımda aldım. Ondan önce garsonluk yaptım, palyaço kıyafetleri giyip çocuk partilerine gittim, benzin istasyonlarında pompacı olarak çalıştım. Geriye dönüp baktığımda “iyi ki de bunları yapmışım” diyorum, çünkü aktörlük için hepsinden yararlanıyorum.
* Benzin istasyonunda pompacı olduğunu gören kadınlar “Depoyu fulle!” mi diyordu?
- Şimdi olsa belki derlerdi ama ne yazık ki geçmişte hiç de öyle düşünmüyorlardı (kahkahalar). Bazen bana “Dünyanın en seksi erkeği olmak nasıl bir duygu?” diye soruyorlar. Ben de “Eğer öyle olsaydı benzincideki hayatım çok farklı olurdu” diye cevap veriyorum. İnan ki eskiden kimse bana o gözle bakmıyordu. Üzerimdeki bu güzel bakışların bir pazarlama stratejisi olduğunun ve popülerliğimle gerçeküstü bir algı yaratıldığının farkındayım. Aa bu arada şunu da söyleyeyim, üniversitede gazetecilik eğitimi aldım.
TASARLADIĞIM NİŞAN YÜZÜĞÜ OKYANUSUN DİBİNİ BOYLADI
* Eyvah; baştan söyleseydin ya ona göre daha dikkatli olurdum!
- Rahat ol, seni korkutmak için söylemedim. Zaten bu konuda iyi olduğumu da hiçbir zaman düşünmedim. Ama başarılı gazetecilere karşı her zaman büyük bir hayranlığım var. Eğer karşımdaki çok iyi bir gazeteci değilse, bak işte o zaman onunla empati yapabiliyorum (kahkahalar)!
* Umarım benimle de empati yapmak zorunda kalmazsın. Tüm bunların yanında sanırım bir de tasarımcı yönün var...
- Eşimin nişan yüzüğünü tasarlamamdan mı bahsediyorsun?
* Evet, o kadar seçenek varken niye illa sanatımı konuşturacağım diye tutturdun?
- Benimki tamamen zorunluluktandı! Yüzük seçmeye dev bir mağazaya gitmiştim. İçeriye adımımı atar atmaz dehşete düştüm. Her taraf, çeşit çeşit yüzüklerle doluydu. Ne yapacağımı şaşırmış bir haldeydim. Üstüne üstlük ben biraz kararsız bir tipimdir. Karım ise tam tersine, ne istediğini her zaman çok iyi bilir.
* Yerinde olmak istemezdim!
- Kim ister ki! Ben de soluğu hemen kuyumcu bir arkadaşımın yanında aldım. Bir alyansın nasıl olması gerektiği, üzerindeki taşların ne kadara mâl olabileceği konusunda inan ki en ufak bir fikrim yoktu. Bildiğim tek şey, kime alacağımdı. “Karımı anlatacağım ve sen de ona göre bir tasarım yapacaksın” dedim. 45 dakikanın sonunda ortaya tam da eşimin sevebileceği bir yüzük çıktı.
* Böylece daha da ucuza gelmiştir...
- O noktaya kadar para hiç aklıma gelmemişti. Tam dükkandan çıkarken, dönüp “Bunlar ne kadar tutacak?” diye korku içinde sorduğumu hatırlıyorum. O zamanlar en nihayetinde kendi halinde bir tiyatro oyuncusuydum...
* O kadar zahmete girdiğin yüzükleri hâlâ kullanıyor musunuz?
- Nerdeeee! O ve sonra yaptırdığım birkaç alyans daha okyanusun dibini boyladı. Suya dalıp çıkınca, bir bakıyordum parmağımda yüzük yok (kahkahalar).
İKİ YILDA DÖRT KEZ KANSER TEDAVİSİ GÖRDÜM
* Keşke suyla haşır neşir olduğun kadar, güneş kremi de sürmeyi unutmasaydın...
- Keşke... Deri kanseri oldum ama bu aslında tamamen engellenebilir bir hastalık. Son iki yılda dört kez kanser tedavisi gördüm. Daha önce hiç güneş kremi kullanmıyordum, bunun için şimdi çok pişmanım.
* Üç kez burnundan, bir kez de omzundan olmak üzere tam dört ameliyat geçirmişsin!
- Vay! Seninle empati yapmama gerek kalmayacak, çünkü bu soruyla sınavı geçtin!
* Sağol, buna sevindim! Peki kanser olduğunu evlat edindiğin çocuklara nasıl anlattın?
- Evlat edindiğim iki çocuğum var ama onları asla evlatlık olarak görmüyorum. Çünkü onlar benim çocuklarım. Kanser meselesine gelince, olabildiğince açık ve dürüst davrandım. Bu hastalıktan sonra onlara “Bakın, güneş kremi sürmek sıkıcı olabilir ama eğer
kullanmazsanız neler olabileceğini görün. Benim düştüğüm hataya düşmeyin!” deme fırsatım oldu. Şimdi de onlar “Baba güneş altında durma, gölgeye geç, kafana bir şey tak, krem sürdün mü” diye peşimden koşuyor (gülüyor).
* Kanser olduğunun farkına nasıl vardın?
- 2013’ün kasım ayında setteki makyajcım, burnumda bir leke gördüğünü söyledi. O sırada çekimlerine devam ettiğimiz “X Men”deki dövüş sahneleri nedeniyle yara olmuştur dedim, önem vermedim. Ertesi hafta makyajcım yine uyardı ve eşim kontrole gitmem için
baskı yapmaya başladı. Doktora gittiğimde kanser gerçeğiyle yüzleştim.
* Neden ben diye isyan etmedin mi?
- İngiliz aileden gelen bir Avusturalyalı olmamın üstüne Osmanlı-Türk köklerim ve açık tenimi eklersek, kanser çok da uzak bir ihtimal değildi. Bu yüzden büyük bir şok yaşadığımı söyleyemem. Sadece biyopsi yapılmadan önce ne tip bir kanser olduğunu bilmediğim
için korkmuştum. Neyse ki o kadar agresif değildi benim hastalığım. Yaşadıklarımı başkaları yaşamasın diye de bir güneş kremi markası çıkardım. Amacım bu hastalığa dikkat çekip, insanları uyarmak...
* Şimdi nasıl sağlığın?
- Kanserli hücreleri aldırdığım için şu an görünürde bir sorun yok ama devamlı tetkik altında yaşamak zorundayım. Üç ayda bir doktor kontrolünden geçiyorum. Motivasyonumu yüksek tutmaya çalışıyorum ve tabii ki güneş kremimi sürmeyi ihmal etmiyorum.
* Bazı internet sitelerinde...
- Oralarda okuduğuna göre doğru değildir, hiç sorma.
* Bu kadar da tez canlı olma! İslam’la ilgili kitaplar okuduğun yazıyor diyecektim...
- İşte bu doğru! 19 yıl önce, Fethiye’ye tatile geldiğimde saçım sakalım birbirine karışmış halde elimde Osmanlı ve Atatürk hakkında iki koca kitapla dolaşıyordum. Bu konulara karşı ilgim hep vardı. Okulda o kadar tarih dersi vermelerine rağmen Osmanlı İmparatorluğu’yla ilgili hiçbir şey öğretmemiş olmalarına öfkeliyim.
* Hakkında kitaplar okuduğuna göre Atatürk’le ilgili ne düşünüyorsun?
- Bence o şahane bir adam! Gerçekten de vizyoner ve sıra dışı bir lider. Ayrıca dine karşı da büyük bir merakım var. Mesela en büyük hayallerimden biri buradaki Türk-İslam Eserleri Müzesi’ne gitmek... Dünyanın en iyi koleksiyonlarından olduğunu biliyorum. Bir gün mutlaka gidip, o muhteşem eserleri doya doya inceleyeceğim.
* Bir elinde kitaplar, diğerinde Türk kahvesi...
- Evet, Türk kahvesine bayılıyorum! Gele gide bütün batıl inançlarınızı da öğrendim. Herkes kahve falı kapatıyor, tahtaya vuruyor, kem gözlerden korunmak için nazar boncuğu takıp yeri geldiğinde de poposunu kaşıyor. Zaten şov sırasında da bu yaşadıklarımı bol bol anlatıyorum...
* Peki İstanbul’a gelmeden önce yakın arkadaşın Mehmet Öz’den ne gibi tavsiyeler aldın?
- Mehmet gerçekten yakın dostlarımdan. Zaten anne ve babası da cumartesi beni izlemeye geldi. Aslında iptal edilen gösteriye geleceklerdi ama beni bulamamışlar. Şaka bir yana, iki saat önce gösteriyi iptal etmek zorunda kalınca önce onları arayıp, “Hemen U dönüşü yapın!” dedim.
* Ben Doktor Öz’ün, İstanbul hakkında kulağına neler fısıldadığını sormuştum?
- Tabii ki önce buranın yemekleri ve insanlarından bahsetti. Bu arada beni baştan uyarıp “Babam sana ‘gerçek Dr. Öz benim, oğlum değil’ diyebilir, buna hazırlıklı ol” dedi (kahkahalar). Biliyor musun İstanbul’da rahatsızlanıp, sesim kısılınca Mehmet’in babasını aradım. Ona hâlâ borcum var, çünkü muayene ücretini ödemedim. “Param nerede?” diye beni kovalayabileceğinden de hiç şüphem yok, çünkü gerçekten çılgın bir adam Mustafa Öz (kahkahalar)!
SADAKATİ VE BAĞLILIĞI KAYA GİBİ SAĞLAM BABAMDAN ÖĞRENDİM
* Aktör Hugh Jackman tam puan alır; peki ya baba Hugh Jackman?
- Mümkün olduğunca adil bir baba olmaya çalışıyorum. Çocuklarım da aktör olmamdan çok, nasıl bir baba olduğumla ilgileniyor. Kendimi sürekli geliştirmeye gayret ediyorum. Hatta bu yüzden “Supernanny” isimli programı oturup deli gibi izliyorum. O dadıdan öğrendiğim çok şey oldu (gülüyor).
* Süper baba, küçükken süper çocuk muydu?
- Maalesef ben kolay bir çocukluk geçirmedim. Annem, 8 yaşımda bizi terk etti. Gittiği günü dün gibi hatırlıyorum. Bizi okula gönderirken başında bir havlu vardı. Geri geldiğimde ise evde kimse yoktu. Ertesi günkü telgrafla annemin İngiltere’de olduğunu öğrendik. O travmayı atlatmam inan ki hiç kolay olmadı. Bana sadakati ve bağlılığı kaya gibi sağlam bir adam olan babam öğretti.
* Geçmişte yaşanan o travmadan bugüne kalan psikolojik bir miras var mı?
- Hayattaki her şeyin insanları fazlasıyla etkilediğine inanıyorum. Çocukluğumda yaşadığım zorlukları benim çocuklarım da yaşamasın diye elimden geleni yapıyorum. Ama hâlâ bazı hasarlar kalıyor. Mesela ne kadar yoğun çalışırsam çalışayım, evden iki haftadan fazla ayrı kalmamaya özen gösteriyorum ki, çocuklarım dönmeyeceğimi düşünmesin.
İLK FIRSATTA ÇANAKKALE ŞEHİTLİĞİ’Nİ ZİYARET EDECEĞİM
* Bizim gazeteden Savaş Özbey’e yaptığın “Osmalı torunuyum” açıklaması hepimizi şaşırttı. DNA’nda Türk olduğunu kanıtlayacak ne gibi özellikler var? Mesela trafikte bizim kadar iyi kavga edebiliyor musun?
- Aslında çok sakin bir insanımdır. Ama özellikle New York trafiğinde bu sakinliğimi kaybediyorum. Böyle bakınca İstanbul trafiği bana çok baştan çıkarıcı ve heyecan verici geliyor (kahkahalar).
* “Yaklaşmayın çarparım” mı diyorsun?
- Trafikte fazlasıyla asabi olduğumu söyleyebilirim. Bu arada dün İstanbul’da benim de içinde olduğum arabaya neredeyse çarpacaklardı. Adam arabadan çıktı, birbirlerine baktılar ve “Tamam, uzatacak bir şey yok” deyip ayrıldılar. New York’ta asla böyle olmaz, çoktan yumruklar konuşurdu.
* Aa ayıp etmişiz, halbuki trafikte kavga etmek bizim ata sporumuz sayılır!
- Gerçekten mi? Demek ki bana denk gelmemiş. Süper, o zaman şehir tam benlik!
* Uzaktan akrabaların seni burada nasıl karşıladı?
- Söyleyeceklerim sana tuhaf gelebilir ama tüm dünyada gösteri yapan biri olarak gecede ortalama 2 bin kişiyle tanışıyorum. Eğer bu insanları yolda görsen, tanımak için yıllarını harcaman gerekir. Ama sahnedeyken direkt bir ilişki kuruyorsun. Türk seyirciye baktığımda ne kadar rahat olduklarını ve eğlendiklerini görebiliyorum. Sanki arkadaşlarım, oturma odama benimle laflamaya gelmişler gibi (gülüyor). Mesela New York’ta seyirci dimdik, ne olacağını merak ederek oturur. İngilizler ise kollarını kavuşturur. İşte bu yüzden Türk samimiyetini gerçekten çok seviyorum.
* “Son Umut”u (The Water Diviner) izlemediğini söylemiştin. Umarım bu sefer dersine çalışıp gelmişsindir...
- Evet filmi izledim, tek kelimeyle muhteşem! Türkler, İngilizler ve Avustralyalılar için anlatılması gereken önemli bir hikayeyi son derece başarılı biçimde canlandırmışlar. Bundan yıllar önce Atatürk’ün, çocukları ölen Avustralyalı annelere söylediklerini duyunca gözlerim dolmuştu. Filmi izlerken aklıma tekrar o kelimeler geldi. Bu ülkeyle aramda gerçekten hiç bozulmayacak özel bir bağ var. En yakın zamanda da Çanakkale Şehitliği’ni ziyaret edeceğim...
Paylaş