Paylaş
Kızdığında, Yargıtay’ın önünde kendi kitabını yakacak kadar asabi. Ve “Türkiye bir hukuk devletiymiş gibi gösteriliyor ama değil. Hukuku ‘-mış’ gibi yaşıyoruz” diyecek kadar da farklı. Profesör Saba Özmen’le muhabbete kat mülkiyetinden girdik, Adalet Tanrıçası’ndan çıktık. Meğer doğru bildiğim ne çok yanlış, yanlış sandığım ne çok doğru varmış...
* Hocam size “deli profesör” deniliyor. Var mıdır bunun aslı astarı?
- Hayatımda duyduğum en güzel iltifat bana “deli” denilmesi. Bernard Shaw’ın “Bize birkaç deli lazım artık; şu akıllıların yol açtığı durumlara bakın” diye sevdiğim bir sözü var. İşte ben aranılan o deli olmaktan çok mutlu ve gururluyum.
* Beni kendine deli diyen bir hukuk adamı olarak şaşırtıyorsunuz... Biraz da küfürbazmışsınız galiba?
- Akıllıların bu kadar başarısızlığa koştuğu dönemde deli olmak iyidir. Pablo Neruda, bir şiirinde “Bilmek acı çekmektir” der ya, ben de bana acı çektirenlere karşı tepkimi böyle gösteriyorum.
* A-acayipsiniz yani...
- Küfür ruhun yelpazesidir İzzet Bey kardeşim. Ayrıca aynı olmak da bana hakaretmiş gibi geliyor. Öğrencilerime “Suskun hukukçulara benzediğim anda Ahmet Kaya’nın şarkısında olduğu gibi kafama sıkar giderim” diyorum.
* Hocam siz Halil Sezai’yi de geçtiniz! Göbek adınız “isyan” olabilir mi?
- Ne yazık ki Türkiye’de çok bilmek yorgunluktan başka bir şey getirmiyor. Ama ben bu durumu pozitife çevirmeyi başardım diyenlerdenim. Çünkü bıkkınlık yerine mücadele etmeyi seçtim. Beş kitap, 50’yi aşkın makale yazdım. “Asabı bozuk adam” olarak bilgilerimi gençlere aktarmaya çalışıyorum. Ha okunuyor mu diye sorarsan, maalesef okunmuyor derim...
* Ama siz inatla yola devam ediyorsunuz?
- Neden pes edecekmişim? Bana gayrimenkul hukukunda bir numara diyorlar, bunu hak ediyor muyum bilemem ama eksik olmasınlar kamçılanmama sebep oluyorlar.
* Yalnız delilik ve küfürbazlığınızla değil, aynı zamanda da okuduğunuz şiirlerle de literatüre geçmişsiniz...
- Evet, derslerimde çocuklara şiirler okurum. Mesela boşanma sürecinde mal paylaşımı nasıl olacak konusunu anlatırken işin insani tarafına inip konuyu Paul Geraldy’nin “Final” şiirine bağlarım ki, öğrenciler mevzuya daha hakim olabilsin. Çünkü adam karşısındaki kadından boşanmak istiyor mu istemiyor mu, ileride bu karardan bir pişmanlık duyar mı bilmek lazım.
ULUSLARARASI HUKUK ÖĞRETİLERİNDE YER ALAN HİÇBİR ŞEY TÜRKİYE’DE UYGULANMIYOR
* Sizin gibi duygusal düşünebilen bir adam nasıl oluyor da Yargıtay’ın önünde kitap yakma eylemi yapabiliyor?
- Dedim ya, haksızlığa tahammül edemeyen biriyim. Ayrıca kime ne, kendi kitabımı usule uygun yaktım.
* Usule uygun yakmak da nasıl oluyor hocam?
- Arkadaş, gösteri ve toplantı yürüyüş ihlali olmadan yaptım ben eylemimi. Kimseyi taşlamak istemem ama bugüne kadar yazdığım beş kitap da orijinal eserlerdir. Öyle Almanca’dan falan çevirip üzerine adımı yazdığım kitaplarım yok benim.
* İyi güzel de neden yaktınız?
- “Kat İrtifakı” kitabımla ilgili görülen bir davada mezhep lobisi işbaşındaydı. Sığındığım son kale olan Yargıtay’a sunduğum savunmamdaki “Dosyayı okumayan hakimlerle hukukun nereye varacağı malumdur” sözleri hakaret olarak kabul görülüp, tazminat ödemeye mahkum edildim. Bunun üzerine Yargıtay’daki lobiye kızıp kitabımı yaktım.
* Ne dersiniz; bizdeki adalet terazisi her geçen gün biraz daha sebze meyve tartmaya doğru mu gidiyor?
- Ne yazık ki bizde hem kral çıplak hem de halkımız kör. Bak ben Ankara Hukuk Fakültesi’ni dereceyle, yüksek lisansı birincilikle bitirmiş, 40 yaşında özel hukuk profesörlüğü payesi almış biri olarak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim; uluslararası hukuk öğretilerinde yer alan hiçbir şey Türkiye’de uygulanmıyor.
TÜRKİYE BİR HUKUK DEVLETİYMİŞ GİBİ GÖSTERİLİYOR AMA DEĞİL!
* Desenize adalet ölmüş ağlayanı yok...
- Türkiye bir hukuk devletiymiş gibi gösteriliyor ama değil. Hukuku “-mış” gibi yaşıyoruz. Pek çok hakim ve savcı meslektaşımın bu işi nasıl bir dürüstlük ve özveri ile yapmaya çalıştığını çok iyi biliyorum. Ancak bir şişe tertemiz suya bir damla arsenik atarsan içen herkes zehirlenir. Adalete de aynı şişedeki su gibi bir damla arsenik karışırsa, tek bir kişi dahi mağdur olursa “Adalet var” diyemeyiz.
* Aklıma Metallica’nın “...And Justice For All” albümü geldi...
- Evet adalet herkes için olmalı ama maalesef oldurulamıyor. Bu bakış açısına sahip birçok hakim ve savcının hafta sonları evlerine dosyaları götürüp çalışmak zorunda kaldıklarını biliyor musun? Yargıtay’da dosya başına üç dakika düşüyor. Allah aşkına üç dakika içinde hangi hakim, hangi savcı dosyaya vakıf olup, konuyla ilgili karar verebilir? Ne yazık ki bu yüzden dilekçeler layıkıyla incelenemiyor. Bak sana bu konuyla ilgili çok bilinen bir hikaye anlatayım...
* Buyrun hocam dinlemedeyim...
- Türk heyetinin İsviçre ziyareti sırasında, içlerinden biri kendini tutamayıp “Beyefendi, sizde deniz yok ki neden Denizcilik Bakanlığı kurdunuz?” diye sorar. Adamın
cevabı adeta yaşadıklarımızın yansımasıdır; “Sizde adalet var mı ki Adalet Bakanlığı kurdunuz?”
PARTİLERLE İŞİM OLMAZ DEVLETE HİZMET EDERİM
* Son dönemde davalar biraz yazı tura atılır gibi mi sonuçlanıyor?
- Ne yazık ki yapılan anketlerde halkın güven duyduğu kurumlar arasında yargı en sonlara düştü. Bunun en büyük sebeplerinden biri de iş yükünün fazla olması ve hakkaniyetli bir süreç geçirmeden davaların sonlandırılması. Çıkarılan torba yasalarla da kanun yapma işinin cılkı çıktı.
* Aman hocam şimdi durduk yere gümbürtüye gitmeyelim...
- Sana bir bilim adamı olarak açıkça şunu söyleyebilirim; benim siyasi partilerle asla işim olmaz. Bugüne kadar hep tarafsızlığını koruyan biri olarak ben sadece devlete hizmet ederim.
ADALET TANRIÇASI’NIN GÖZLERİNİN AÇIK OLMASI KEPAZELİKTEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL!
* “Adalet hamili yakin kartlarla değil, kanunla sağlanır” diyorsunuz...
- Tam üzerine bastın. Adalet Tanrıçası’nın (Themis) işte bu yüzden gözleri kapalıdır. Roma döneminde Themis’in gözü açıkmış. Günlerden bir gün çok güzel bir kadın hırsızlık suçundan yargılanmaya başlanmış. Kadının avukatı çıkış yolu olmadığını anlayınca savunma sırasında sanığın üzerindeki elbisesini tamamen yırtarak, “Sayın jüri, böylesine güzel bir kadının sizce hırsızlık yapma ihtimali var mı?” diye sormuş. Jüridekilerin güzelliğinden etkilenip beraat kararı vermesi üzerine Adalet Tanrıçası Themis’in açık olan gözleri olaylara tarafsız ve adil bakabilmesi için kapatılmış. Heykeldeki kitap onun kanunlara göre hareket edip dil, din, cinsiyet, ırk ayrımcılığı yapmadan karar vermesini, altındaki yılan kötülüğü, elindeki kılıç adaletin caydırıcı gücünü, terazi de tarafsızlığı temsil eder.
* Bizdeki Themis’in terazisi ve kılıcı yerli yerinde ama gözlerindeki bağın altından yargılananın kim olduğuna bakıyor sanki...
- Bırak gözlerinin altından bakmayı, resmen açıldı! Ankara’daki Anayasa Mahkemesi ile Samsun’daki İdari Mahkeme’nin önünde yer alan heykellerin gözlerinde bağ yok, bildiğin açık. Adalet Tanrıçası’nın gözlerinin açık olması kepazelikten başka bir şey değil.
* Hocam iyi hoş söylüyorsunuz da bir caniyi savunmak da vicdana ters değil mi?
- Ama toplum nezdinde cani olarak görülen biri de savunmaya ihtiyaç duyabilir. Bununla ilgili de bir hikaye anlatayım sana. Milano’nun yakışıklı berberi bir gün komşusu kasap tarafından vahşice öldürülmüş. Tüm şehir ayaklanmış, katil komşunun idamını talep ediyorlar. Milano’nun avukatları adamı savunmak istemeyince son çare Roma’nın en ünlü avukatına gidiyorlar. O da davayı inceleyip savunmayı kabul ediyor.
* Şehirdeki bütün avukatlar karşı çıkarken, bu hangi akla hizmet kabul etmiş?
- Hukukta her durumda savunulacak bir yön vardır. Neyse efendim duruşma günü gelince, bizim avukat savunmaya başlıyor. “Değerli Milano halkı! Değerli Milano hakim ve savcıları, değerli Milano avukatları! Size değerli Roma halkının, değerli Roma barosunun selamını getirdim” deyince salonda alkış kıyamet... Sonra yine “Değerli Milano halkı! Değerli Milano savcıları, değerli Milano avukatları, size değerli Roma halkının, değerli Roma hakimlerinin ve değerli Roma savcılarının selamını getirdim” diye devam ediyor. Tam üçüncü kez tekrarlayacakken salonda “Yuuuhhh” sesleri yükseliyor. Avukat o an, tek cümlelik savunmasına geçiyor; “Siz Tanrı’nın selamını üç kez dinlemeye tahammül edemediniz. Oysa ölen kişi her sabah müvekkilime ‘Sen dünyanın en çirkin adamısın. Yaşamaya ne hakkın var, intihar etmelisin’ diyordu. Bu aşağılamayı aylarca dinlemiş birinin sabır taşının çatlaması normal değil mi?” diyor. Bunun üzerine haksız tahrik indiriminden yararlanan sanık giyotinden kurtuluyor. Hikaye, hukukçulara bu tarz eleştiri getirenlere güzel bir cevaptır.
BUGÜN HAPİSHANEDE TUTUKLU SAVCI VE HAKİMLER BULUNMASI TAM BİR AKIL TUTULMASIDIR
* Sizin de işiniz çok zor be hocam... Peki son dönemde hukuk camiasında yaşanan depremler için bir çift lafınız var mı?
- Yurtdışına kaçan savcılar veya tutuklanan hakimler, Türkiye açısından tam bir akıl tutulmasıdır. Eğer iddialar doğruysa o dönemde bu savcıların görevlendirilmesi bir zuldür. Yok haksız yönde iddialara muhatap olmaları sonucu kaçıyorlarsa, bu da apayrı bir zuldür. Konuyla ilgili tabii ki bir fikrim var, ancak görülmekte olan bir dava ile ilgili beyanda bulunmama yükümlülüğümün de bilincindeyim.
* Yargı tarafsızlığını askeri darbelerle mi kaybetmeye başladı?
- 12 Eylül darbesiyle birlikte yargı tarafsızlığına da darbe vuruldu. HSYK’ya Adalet Bakanı’nın başkanlık ederek, müsteşarı ile birlikte açık oylamaya kendilerinden başlanması, yargı bağımsızlığı ile hiçbir şekilde bağdaşmaz. Ne Özal, ne Ecevit, ne Demirel hükümeti, ellerinde imkan olmasına rağmen yargının bağımsızlığını yitirmemesi için bu yönde ağır girişimlerde bulundu. Montesquieu’nin “Kanunların Ruhu” adlı eserindeki “Yürütme, yasama ve yargı aynı elde birleştiğinde orada özgürlükler kaybolur” sözü bize bir tokat gibi ders vermelidir.
* Bu kadar farklı ülkeden kanun ithal etmek sakıncalı değil mi?
- Başka ülkelerden yasa almak yani iktibas etmek sakıncalı değildir. Çünkü Roma hukukunun muhteşem zeka ürünü kuralları bugün dünyanın tüm çağdaş hukuk devletlerine rehberlik etmektedir. Öte yandan Atatürk, içinde bulunduğumuz durumu muhteşem analiz etmiş, yaptığı hukuk devrimi ile çağdaşlaşma yolunda modern Türkiye’nin temellerini atmıştır. Bak sana Zülfü Livaneli’nin köşesinde okuduğum bir hikaye anlatayım. Atama hayranlığımı artıran bu olayı hiç unutamadım.
* Can kulağıyla dinliyorum...
- Atatürk ve Latife Hanım, Konya’da tertiplenen Cumhuriyet Balosu’na katılacaklardır. Latife Hanım’ın baloya hazırlanmak için bir kuaföre ihtiyacı olur. Kuaför bulunur, ücreti beş kuruş Konya Belediyesi’nin bütçesinden ödenir. O dönemin acar gazetecilerinden biri vaziyeti öğrenince; “Vay efendim belediye bütçesini nasıl kişisel işleriniz için harcarsınız” diye kallavi bir yazı döşenir. Ertesi gün yazıyı okuyan savcı, gazeteciye Atatürk’e hakaret gerekçesiyle dava açar. Konuya bakan sulh ceza hakimi ise yazının hakaret teşkil etmediğine hükmederek, gazetecinin beraatine karar verir. Savcı bu duruma sinirlenip, dönemin Adalet Bakanı’na hakimi şikayet edince, hakim Doğu’ya tayin edilir. Bu olay Atamızın kulağına gidince, Adalet Bakanı’nın derhal istifasını ister. Çünkü kendisi de gazeteciye hak vermiştir...
* Atatürk’ün devlet adamlığına hayran olmamak ne mümkün!
- İşte bu gerçek hukuk devleti olmaktır. Oysa şimdikiler karikatüre bile tahammül edemiyor. Bu yüzden öğrencilerime hep şunu söylerim: Ateist, şeriatçı ya da komünist hiç fark etmez, hangi düşüncede olursanız olun sizinle karşılıklı, çok keyifli sohbetler yapabiliriz. Voltaire’in dediği gibi “Fikirlerinize katılmıyorum ancak onları savunma hakkınız uğruna seve seve ölmeye hazırım!” Ama buna karşılık Türk diye ayırmıyorum, bu toprağın insanı olup da Mustafa Kemal’le ve fikirleriyle problemleri olanların, zekalarıyla sorunu olduğunu düşündüğümden hiçbir ortamda beraber olmam...
Paylaş