Paylaş
Herkesin aşk için inanılmaz çaba harcadığı ama yine de yalnızlıktan kurtulamadığı bir çağdayız. Bir bulaşıcı hastalığa dönen ve geçmeyeceğe benzeyen mutsuzluğumuzun gerçek sebebi sence nedir?
- Mutlu olmak için herkesin çaba harcadığından ben de eminim ama çabadan çabaya fark var. Mesela dingin ve farkındalıklı bir çaba suda rahatça yüzmeni sağlarken; farkındalıksız olan boğulmana neden olabilir. Ne tuhaftır ki, aşk içinde doğup yaşayan ve ölenlerin çoğu aşkta kalmayı başaramayıp burada boğulanlardır.
Ne demek yani şimdi bu, sen suda boğulan balık gördün mü ki hiç?
- Haklısın insanlar aşka doğarlar ama öfke içinde de boğulurlar. Bu yüzden başkalarının çaresizlik olarak baktığı yerde, ben çareyi görmeye ve insanlara da bunu göstermeye çalışırım. Unutma çırağın tırtıl dediğine, usta kelebek der. Biz İnsanagüven’de ustalık yolundaki çıraklar topluluğuyuz. En başta da aşkta kendimizi nasıl ifade etmemiz gerektiğini öğreniyoruz.
Niye, aşkın kendine özel başka bir dili mi var?
- Bu kadar insanın yaşayıp, çoğu başarısızlıkla sonuçlandığına göre kesin başka bir dili var. En basitinden insanların sandığı gibi bağırarak konuşmak aslında bir ifade şekli değildir. Keşke her şeyi açık açık anlatılabilsek...
AKLINDAKİNİ İÇİNDE TUTMAK SAMİMİYETSİZLİKTİR
Karşındakini kırmak pahasına bile mi?
- Al işte hep aynı mantık! Kurtulmamız gereken ilk yanılsama, işte tam da bu. Söylediğin sözlerle sevgilinin kalbini kırmak en büyük yalanlardan biridir. Aksine ifade etmeyip, aklındakini içinde tutarak yaşamaya devam edersen çok daha büyük bir samimiyetsizlik yapmış olursun. Ondan ayrılmayı düşünüyorsun ama üzülmesin diye de söylemiyorsun! Böyle bir şey olabilir mi? Bu zaten senin o ilişkide hiç olmadığını göstermiyor mu? Rol yapmaya devam edince daha büyük bir yıkım olmayacak mı? Karşısındakini aptal yerine koyarak kimse kendine ‘iyi niyetli’ payesi biçmesin.
Senin anlattığının Türkçe’deki karşılığı ‘bekara karı boşamak kolay’, farkındasın değil mi?
- (Gülüyor) Evet, bekarım ama zaten bunun kolay olduğunu da hiçbir zaman söylemedim. Fakat şunu da unutma, benim bahsettiğim onu kırmamak için yalan söylemekten daha zor değil. Çünkü susarak içine attığın her şey, bir süre sonra infilak noktasına gelir. O yüzden patlamadan önce ‘düdüklü tencere’ olabilmek lazım.
TENCERENİN PATLAMASINI DÜDÜK ÖNLÜYOR
Ama biz Osmanlı mutfağının bakır tencerelerine alışkınız be Metin!
- (Kahkahalar) Düdüklü tencerenin kapağını kapatıp, onun bütün söylemek istediklerini susturursan o tencere yüksek basınçla öyle bir patlar ki etrafındaki herkesi öldürür. Bunu önleyip, yakınındakilerin yaşamasına izin veren şey üzerindeki o küçücük düdüktür.
Tamam haklısın da, bu kişisel gelişimde sevdiklerini bırakmadan ilerlemenin bir yolu yok mu? Yıllarca devam etsin diye onca fedakârlık yapılan ilişkiler, sırf sen söyledin diye neden bitsin ki?
- Öyle bir şeyi tabii ki kimse istemez ama sorunun içinde cevabını da veriyorsun! ‘Fedakârlık’ sözünü bir erdem olarak kabullenme. Çünkü fedakârlık aslında bencilikle eş derecede hastalıklı bir zihin yapısıdır. Ne yazık ki her ikisinde de büyük egolar vardır. Ben de bir zamanlar sürekli acı çektiğim daha doğrusu alma-verme dengemin yitik olduğu yıllar yaşadım. Hepsinde de isyan ve şikâyet halindeydim. O dönemde herkese iyi davrandığım halde, neden haksızlığa uğradığımı ve düzgün insan ilişkileri kuramadığımı çok sorgulardım.
Hangimiz sorgulamıyoruz ki...
- Evrensel adalete olan inancımı kaybetmeye başlamıştım. Oysa insanın farkındalığının, evrensel adalete olan inancı olduğunu daha sonraları öğrendim. Şimdi görüyorum ki evrende her şey son derece adilmiş. Evrensel adalete güvenmeyen ve sürekli şikâyet halinde yaşayan insanlar, farkındalık körü olduklarından dolayı maalesef bu haldeler...
Sana da vur dedik öldürdün! Baksana önce bencil, şimdi de farkındalık körü diyorsun hepimize...
- Ee öyle ama yalan mı? Bencillik aslında yoksunluk bilincinden gelir. Bencil insan aç kalma korkusuyla elindekileri kimseyle paylaşamaz. Bu zihin yapısına sahip kişiler, fakirlik korkusundan zenginliklerini yaşayıp bölüşemezler. Ama yine de asıl korkulacak kişiler fedakâr olanlardır. Çünkü iyilikleriyle sinsice işleyen, duygusal bir ticaret yaratmaya başlarlar. Fedakâr insanın amacı, iyilik yapıp üstelik de bunun karşılıksız olduğunu söyleyerek daha sonra yaptığı iyiliklerin bedelini karşı tarafa ödetme yoluna gidip, onu kendisine tutsak etmektir.
FEDAKÂRLIK SEVGİ DİLENCİLİĞİDİR
Yok daha neler... Ben fedakârlığın sonuçlarının bu olduğuna inanmıyorum!
- Sen bilirsin! Bu gerçeği bir an önce kabul etmen, sahip olman gereken dengeye daha çabuk ulaşmanı sağlar. Çünkü fedakârlık sevgi dilenciliğinden başka bir şey değildir. Fedakâr insanlar, er ya da geç terk edilip haksızlığa uğramaya mahkûmdur.
Fedakârlığın temsili olan annelerimiz için ne diyeceksin gerçekten acayip merak ediyorum.
- Fedakâr annelerin çocukları, hiçbir şeyi kendi başlarına yapamayacak kadar beceriksizlermiş gibi eksik gelişirler. Genel olarak bu tarz anneler yarattıkları cazip dramın içinden çıkmak istemezler. Çünkü eğer çocukları söylediklerinin tek doğru olmadığını öğrenecek olurlarsa, kendilerini çok aptal hissedeceklerdir. Unutma, yaratmakta kullandığın enerji bağımlılığa dönüşürse yıkım getirir.
Ama ben yine de insanların değişebileceğine olan inancımı korumak istiyorum.
- Kendin dışında hiç kimseyi değiştiremezsin. Sevgiline de, arkadaşına da iradeleri dışında hiçbir şey yaptıramazsın. Buna inanan insanlara da hayretle bakıyorum. Ben kendimi dönüştürmek için 20 yılımı vermiş ve hâlâ da bu dönüşümün başında olduğumu düşünürken, insanlar nasıl bu kadar güvenerek başkaları üzerinde değişim yaratmaya çalışırlar, kafam basmıyor. Bu ne büyük bir ego ve nasıl bir algı körlüğüdür! İşte bunların hepsinin en büyük nedeni beta zihin durumu...
Beta mı? Bir gün karşıma çıkacağını biliyordum bunların. Keşke lisedeki kimya hocamı daha dikkatli dinleseymişim!
- Aman be İzzet, en büyük pişmanlığın bu olsun (kahkahalar). Şaka bir yana baktığın her şey aslında senin algınla ilgili... Algı da beyin dalgasına göre değişir. Mesela bazı insanlara küçücük bir eleştiride bulunduğunda bile şiddetli tepkiler alırsın. Çünkü beyin betada kaldığı sürece kişi kendini olumsuz, kaygılı ve stresli hissedip, sürekli saldırıya maruz kaldığını düşündüğünden buna göre tepki verir. Sürü halinde yaşayan hayvanlar da çalıların arkasında bir yırtıcı gördüklerinde beyinleri hemen betaya geçer.
Binlerce yıldan sonra bu betayı hâlâ evrimleştiremedik mi yani?
- Maalesef hayır (gülüyor). Onu geç, tehlike bittiğinde bile bu hayvanlar kısa sürede rahatlayamazlar. Çünkü beta beyin dalgasındaki zihin, olumsuzluğa ve tehlikeye fazlasıyla odaklandığından sürekli negatif senaryolar arayıp, her şeyi bir saldırı olarak algılarlar. Betada yaşamda kalma korkusu varken, alfada ise yaşamın kendisi vardır.
EVREN, HİSSETTİĞİMİZ DOĞRULARA GÖRE ŞEKİLLENİR
Peki trafikte karşıdan karşıya geçmeyi beceremeyen bizler, betadan alfaya nasıl geçeceğiz?
- Alfa kaliteli yaşamın başladığı, keyfin ve mutluluğun olduğu beyin dalgasıdır. Bazen trafikte sana küfredip bağıran insanlara gülümseyip yoluna devam ederken, bazen de aynı kişiye belki levyeyle saldırmaya bile kalkabilirsin. Durum aynıyken tepkilerini farklı kılan şey ne olabilir sence?
Tabii ki aşk...
- Aynen! Aşkı hissediyorsan sevgidesindir. Sevginin olduğu yerde de öfke, güvensizlik, korku, geçmiş ya da gelecek kaygısı yoktur. An içinde tam ve bütünsündür. Evren söylediğimiz yalanlara göre değil, hissettiğimiz doğrulara göre şekillenir. Yaşamındaki hiçbir şey için hem seviyorum hem korkuyorum diyemezsin. Sevgi duyduğun şeylerle ilgili kaygı duymaya başladıysan, devreye zihin girip, kalbinle kurduğun temas artık zihin ile kurduğun bağımlılık ilişkisine dönüşmüştür çoktan.
BETADAKİ BÜTÜN AŞKLAR BAĞIMLILIKTIR
O zaman alfada olmayan kişi aşık olamaz mı?
- Betada yaşanan bütün aşklar birer bağımlılıktır. Ondan kurtulmadan da varoluş nedenini yeniden bulamazsın. Çünkü acı içinde bağımlı olduğun şeyler seni illa ki bir gün terk edecektir. Aşkı zihninle yaşarsan karmaşa, gönlünle yaşarsan huzur bulursun.
Aşk sanıp da acısını çektiğimiz şey ne o halde?
- O yaşadığın dışarıdaki kıvılcımla mutlu olup, içerideki güneşe körleşmekten başka şey değil!
Yaşam seni yeterince strese sürüklemiyor mu?
Kitabında nefesi doğru alıp vermediğimizi de iddia ediyorsun...
- Evet ama öncelikle nefes ve soluk arasındaki farkı doğru olarak anlamak çok önemli. Soluk, burundan ya da ağızdan alınıp yine burundan ya da ağızdan verilerek bedenin oksijen gereksinimini karşılamakla ilgiliyken, nefes işin enerji kısmıdır. Çünkü nefes, ruh demektir. Ve o enerjiyi daha güçlü hissetmek için sufi nefes tekniğini de kullanabilirsiniz.
Onu nasıl yapacağız peki?
- Bu yöntemde hedeflenen şey, kalbin hareketlerini yavaşlatıp, onu besleyen damarları genişleten, broşları daraltan ve bağırsak hareketlerini hızlandıran parasempatik sinir sistemini uyarmaktır. ‘Sufi nefesi’ ise dik ve rahat bir oturuşla, burnundan sakince aldığın nefesin yine burundan daha ağır bir tempoyla geri verilmesi yöntemidir. Günde ortalama 10 dakika, dört birimde aldığın nefesi sekiz birimde vererek uygulanmalıdır.
Tamam da Metin, neye yarayacak tüm bunlar?
- Bu teknikle, beyin dalgalarını alfaya çekerek hayatındaki gerçek dönüşümü başlatmış olacaksın. Kalbin atmaya devam ettiği sürece de ‘sufi nefesi’ yapmak için gayet uygunsundur. En önemli detay, her gün 10 dakikanı bunun için ayırıp, ayırmayacağındır. Dördüncü haftanın sonunda, sana şimdi mucize gibi gelse de, verdiğin tepkilerden kaynaklanan güzel deneyimler yaşamaya başlayacaksın. Ama bütün bunların etkisini görebilmek için kafein kullanımından vazgeçmek zorundasın. İnan ki sana bu yöntemle bir kahvenin verdiği mutluluktan çok daha fazlasını vaat ediyorum İzzet. Yaşam seni yeterince strese sürüklemiyor mu zaten? Üzerine bir de kafeinle kendini strese sokmanın ne gereği var...
Abdest bir topraklama metodudur
Abdestin amacı, elleri ayakları temizlemek değil, bedendeki enerjiyi sıfırlayıp nötralize etmektir. Bu yüzden de su bulunmadığı takdirde teyemmüm ile toprak kullanılarak abdest alınılır. Abdest aldığın el, ayak, kulak, burun ve yüz bölgelerinin negatif temasa en açık alanlar olması da tesadüf değildir. Bu topraklama işlemi ile bedenin işittiği, gördüğü, dokunduğu, bastığı ya da muhatap oldukları olumsuzlukların suyla ya da toprakla nötralize edilmesi hedeflenir. Boy abdestinin cinsel arınmayla ilgili olmasının altında yatan neden de yine enerjiyi sıfırlamaktır.
Gerçek aşkı kendin yaratırsın!
Eğer bir akvaryumun içine iki balık koyarsan onlar sevgili olmak zorunda kalırlar. Orada artık bir seçim yoktur, kader vardır. Fakat koskocaman bir okyanusun içinde iki balık birbirlerini eş olarak seçerse işte asıl o zaman aşk olur! Çünkü bunda ne zorlama vardır, ne de mecburiyet... Gerçek aşkı, koşullar bunu gerektirdiği için yaşamazsın, kendin yaratırsın!
Nefretle yaşayacağına aşkla öl!
Affetmek, öyle telaffuz edilerek hayata geçirilebilecek bir eylem değildir. Affetmek, karşındaki kişiyle değil, seninle alakalıdır. Çünkü bir gönül işidir. Sen ondan özgürleşmek istiyorsan, onu bağışlamak çabasına girmezsin... Zaten bağışlarsın. Unutma “Nefret eder, aşk yaratır. Nefret yaşayacağıma, aşkla ölürüm!”
Paylaş