Paylaş
Gönderen, Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi CERN’di. ‘Birazdan bakarım’ deyip yazımı yazmaya devam ettim. Yazı bitince de, önce mailime bakmak yerine twitter’a baktım, son gelişmeleri öğrenmek için...
O da ne, ortalık birbirine girmiş, benim izlediğim bilim blogları ve çevrelerinden neredeyse herkes CERN’den yapılan OPERA deneyi hakkındaki açıklamayı konuşuyor.
Müsaadenizle önce hatırlatmalar yapayım.
CERN’in bir İtalyan araştırma kurumuyla ortaklaşa düzenlediği deneylerden birinin adı OPERA kısaltmasıyla anılıyor. Bu deneyde, görece yeni keşfedilmiş ve yine yakın zamanda bir de kütleye sahip olduğu ispatlanmış olan ‘nötrino’ adlı atom altı parçacık araştırılıyor.
* * *
Nötrino, bir kütleye sahip olmasına rağmen sahiden çok küçük bir şey ve o sayede de hemen hemen her şeyin içinden geçip gidiyor. Şu an, siz bu yazıyı okurken bile vücudunuzdan onbinlerce nötrino geçti gitti.
Yapılan nötrino deneyi de şu: CERN’den nötrino demetleri ‘ateşleniyor’ ve dünyanın eğiminden, aradaki dağlardan vs yararlanılarak 732 kilometre ötedeki İtalya’nın Gran Sasso dağının altındaki bir labaroruvardaki bir havuzda da ‘yakalanıyor’ o nötrinolar. Yani yerin altından, dağları delerek gidiyor atomaltı parçacıklar ve özel tasarlanmış bir sıvıyla dolu olan havuzda da yakalanıyorlar.
Son derece hassas saatler, nötrinonun ‘ateşlendiği’ anı ve yakalandığı anı saptıyor. O kadar hassas ki bu saatler, araştırmanın yanılma payı saniyenin trilyonda biri kadar.
Ve deneyin sonunda açıklandı ki, bu hassas ölçümler sonunda nötrinoların ışıktan hızlı hareket ediyor.
Tabii bilim dünyası bu sonucu şüpheyle karşıladı; çünkü sonuç, Einstein’ın görelilik teorisini neredeyse temelini oluşturan ışık hızı bariyerinin yıkılması anlamına geliyordu.
Deneyi yapanlar gelecek bu tepkileri biliyordu, kendileri de belki inanamıyordu sonuçlara, o yüzden hem verileri herkesin incelemesine açtılar hem de deneyin bütün sürecini yeniden kontrola giriştiler ve bu arada deneyi de tekrarlama kararı aldılar.
Deney tekrarlanmazdan hemen önce CERN’den yapılan açıklama, iki muhtemel arızayı son derece diplomatik ve kapalı bir dille duyuruyordu işte.
Olası arızaların ikisi de zamanın ölçülmesiyle ilgiliydi. Buna göre ya nötrinolar ‘ateşlendiğinde’ o anı saptayan osilatörlerde ya da nötrinonun yolculuğuyla ilgili zamanı esas saptayan araç olan GPS uyduları ile OPERA deneyinin ana saati arasındaki bağlantıyı sağlayan fiber optik kabloların doğru takılmamasıyla bir arıza doğmuş olabilirdi.
Arızalardan biri, nötrinoların açıklandığından da hızlı gittiğini, diğeri ise ışık hızı bariyerinin aşılamadığını gösterebilirdi.
Tabii ki herkes, açıklamadaki ‘Kablo iyi takılmamış olabilir’ bölümüyle ilgiliydi ve bu konuda dünya çapında bir dizi alay etme seansı yaşandı.
Koskoca Einstein yoksa bir ‘kablocu adam’a mı feda edilmişti?
Deney yakında bu ‘arıza’lat giderildikten sonra tekrar edilecek. O zaman göreceğiz nötrinolar ışıktan hızlı mı, değil mi?
Umalım ki bu sefer kabloları doğru dürüst takacaklar.
Işıktan hızlı olması neden önemli?
NÖTRİNOLARIN, hem de kütle sahibi nötrinoların ışıktan da hızlı hareket etmesi, eğer ispatlanacak olursa, son derece önemli sonuçlara neden olabilecek bir şey.
Birincisi, Einstein’ın görelilik teorisinde yer alan ışık hızı bariyeri, yani kütlesi olan hiçbir nesnenin ışık hızına kadar hızlanıp sonra da onu geçemeyeceği varsayımı, bize gündelik hayattan çok iyi bildiğimiz nedensellik ilkesini veren şey.
Görelilik teorisi, uzay ve zamanın aynı şey olduğunu söyler; zaman tek başına bağımsız bir şey değildir. Işık hızına yaklaşıldıkça zaman da yavaşlıyor, ışık hızında giden nesneler içinse duruyor.
Eğer bir nesne ışık hızından da hızlı hareket ediyorsa, o zaman zamanda geri gitmeye başlıyor. Bu da nedensellik ilkesini ihlal ediyor; yani diyelim bir insan, henüz yola çıkmamışken ışık hızından hızlı giderek varacağı yere varıyor.
Nötrinoların ışıktan hızlı hareket ettiklerinin kanıtlanması, modern fiziğin temeli kabul edilen görelilik teorisinin baştan sona gözden geçirilmesi sonucunu doğurabilir.
Vehip Paşa kitapları
GEÇEN hafta bu köşede ‘Vehip Paşa’nın adını duymuş muydunuz?’ diye genel bir soru sordum. Ooo, kaynak yağdı, bir de ‘E biz yazmıştık, sen de okusaydın’ diyenler çıktı.
Birincisi benim derdim, şu dergide veya bu gazetede çıkmış yazılarla değil. Genel olarak Türkiye’nin bugünkü Doğu Anadolusunun geri kazanılmasında önemli rolü olan bir Osmanlı paşasının adının okul kitapları dahil neredeyse hiçbir yerde hakkınca geçmemesinden söz etmeye çalıştım.
Ama neyse ki, yapıcı yaklaşanlar da vardı. Bu sayede son derece değerli bir kitaptan haberdar oldum, hatta sahip oldum ona. Bu, Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı döneminde Çankaya’da Dışişleri Başdanışmanlığı ve özel kalem müdürlüğü yapmış, daha sonra Japonya’ya Büyükelçi olarak gitmiş olan Büyükelçi Sermet Atacanlı’nın Çankaya arşivindeki belgelerden de yararlanarak yazdığı ‘Atatürk ve Çanakkale’nin Komutanları’ adlı eser.
Atacanlı’nın 2006 yılında MB Yayınları’ndan çıkmış olan eseri ‘Atatürk ve Çanakkale’nin Komutanları’nı bu konulara ilgi duyan herkese şiddetle tavsiye ederim.
Bu kitap sayesinde, Vehip Paşa’nın Cumhuriyet ve Atatürk aleyhtarı faaliyetlerini, Türkiye’ye dönmek için Atatürk’e yazdığı el yazısı mektupları vs. de görmüş oldum.
Geçen hafta bu köşede çıkan yazının bana ikinci büyük faydası, Fatih Üniversitesi’nden Yüksel Nizamoğlu’nun yayınlanmak üzere olduğunu öğrendiğim Vehip Paşa ile ilgili doktora tezini edinmem oldu.
Bir hayli kapsamlı ve kalın bir çalışma olan bu doktora tezinde Vehip Paşa’nın hayat hikayesi gayet güzel anlatılıyor. Pek yakında yayınlanacak olan bu kitabı da, o devri merak eden herkese tavsiye ederim.
Paylaş