Paylaş
Hem tek tek vatandaşlarımızın hem de toplu halde ülkemizin refahını sağlamanın bilinen, garantili yegâne yolu bu.
Bunun için de eğitim sistemimize, okulöncesinden üniversite sonrası yüksek lisans ve doktoraya kadar belli bir bütünlük içinde bakmamız, toplamı 20 yıla varan bu süreci baştan sona elden geçirmemiz gerekiyor.
Gerekiyor ama Türkiye’de bugün doğan bir bebeğin ortalama eğitim beklentisi OECD’ye göre hâlâ 14-16 yıl arasında. Yani 20 yıl değil.
Türkiye’de 25-35 yaş arası nüfusta üniversite ve dengi okul mezunlarının (yani en az 16 yıl okula gidenlerin) oranı yüzde 17, buna karşılık mesela Güney Kore nüfusunda aynı yaş grubunda olanların yüzde 65’i üniversite mezunu. O yüzden Güney Kore yapımı yüksek teknoloji ürünlerini evimizde ve cebimizde kullanıyoruz. Bugün üniversite yaşında olan nüfusumuzun sadece yüzde 40’ı üniversitede. (Yine OECD rakamları.)
Fazla rakama boğmak istemiyorum ama şunu da eklemem gerek: Her yıl kabaca 1 milyon çocuğumuz ilkokula başlıyor. 12 yıl sonra bunları liseden mezun ediyoruz. Ve onların sadece 100 binini, yani yüzde 10’unu G. Koreli veya Fransız veya Amerikalı veya İngiliz akranlarıyla rekabet edebilir bir bilgi ve beceri düzeyinde mezun edebiliyoruz. Geri kalanların 250-300 bin kadarı ‘Türkiye için iyi’ denebilecek seviyede; 600 bin kadarı ise Türkiye için bile yetersiz bilgi ve beceri seviyesinde liseden çıkıyor.
‘Dünyanın en iyi 500 üniversitesi’ listesinde bazen yokuz bazen de bir veya iki üniversitemiz listeye girebiliyor. 500 iyi üniversiteye en çok iki üniversitesini sokan Türkiye nasıl olacak da ‘Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri’ olacak? Olamaz!
O yüzden sorunumuz tek başına ilköğretim, tek başına liseye giriş sistemi, tek başına üniversite sınavı falan değil. Sorunumuz eğitimin baştan sona bütün süreciyle ilgili.
Bu sürecin üniversite ve üniversite sonrası eğitimiyle (ve bilim üretimiyle) ilgili bölümü için önceki akşam bir grup gazeteci sahiden kafa açan ve köklü bir reform öneren bir raporun sunumunu dinledik.
Rapor, bir kısmı eski rektör bir kısmı eski YÖK üyesi dokuz önemli bilim insanının imzasını taşıyor ve en temelde de üniversitelerimizi ve onların yönetimini tepeye bir YÖK koyup aşağı doğru değil, en aşağıya öğrenciyi koyup yukarı doğru tasarımlıyor.
Sistemin tasarımına nasıl başlandığı ve neyin tercih edildiği çok önemli. Öğrenci odaklı başlayınca, ona en yakın noktaya kürsüyü, onun hemen üstüne anabilim dalını, sonra bölümü ve sonra da fakülteyi yerleştiriyor, yani önceliği hiyerarşik yönetim kademelerine değil bilime ve akademik özerkliğe/özgürlüğe vermiş oluyorsunuz.
Sistem içinde rektörün rolü küçülüyor, buna karşılık kürsü ve anabilim dallarının rolü artıyor.
http://yuksekogretimdeyapilanma.org/rapor-2014-06-19.pdf web adresinden tamamını okuyabileceğiniz bu çok önemli raporun benim açımdan kafa açıcı bir başka yönü, merkezi bir yönetim birimi olarak YÖK’ü yok ederken en tepeye bir koordinasyon birimi ile bir akreditasyon birimini getirip monte etmesi. Üniversitelerimizin, fakültelerimizin ve tek tek bölümlerimizin ulusal ve uluslararası çapta akredite edilmesi, bu akreditasyonların da belli aralıklarla yenilenmesi Türkiye’deki üniversite eğitimini Batı’ya yaklaştıracak, zamanla onunla aynı seviyeye de getirecektir.
Benim de bir reform önerim var
-YÖK, mevcut halinden çok farklı, daha küçük ve daha icrai bir kurum haline gelmeli.
-25 yerli yabancı akademisyenin üyesi olacağı bir ‘üniversite akreditasyon kurulu’ oluşturulmalı; hangi kurumun ne kadar üniversite olduğuna bu kurul karar vermeli.
-Mevcut üniversitelerimiz A, B, C, D adı altında dört farklı sınıflamaya sokulmalı; A sınıfı akreditasyon almayı başaran üniversitelerimiz derhal akademik ve mali olarak yüzde 100 özerk hale getirilmeli.
-B sınıfı akreditasyon alanlara yeni YÖK en çok 5 yıl vermeli ve bu kurumların en çok 5 yıl içinde A akreditasyonunu alması temin edilmeli. Yeni YÖK’ün görevi bu üniversiteye gerek her yardımı yapmak olmalı.
-C sınıfına en çok 15 yıl verilip onların da önce B’ye sonra da A’ya yükseltilmesi sağlanmalı. Yine yeni YÖK tarafından.
-D sınıfı için ise 20 yıllık bir süre öngörülebilir A’ya yükselmek için. Yükselene kadar yeni YÖK bu kurumların elinden tutmalı.
-Amaç ve hedef bütün üniversiteleri A sınıfı olan ve dolayısıyla tamamen özerk hale getirmek olmalı.
Paylaş