Ülkede siyasi mücadele var mı?

GÜN boyu sosyal medyanın başında oturan klavyeşörler var olduğunu sanıyor olabilir ama gelin bir bakalım:Reza Zarrab, Amerika’da tutuklanıyor. Daha tutuklandığı anda neyle suçlandığı somut olarak belli.

Haberin Devamı

Ama bir anda Türkiye’de yüz binlerce insan birden bu durumun Türkiye’de hükümeti yerinden edebileceğine, hatta AK Parti’yi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı iktidardan indireceğine inanıyor, bununla ümitleniyor.

İşin tuhafı bu ümitlenenler arasında memleketin ana muhalefet partisinin lideri de var.

Oysa Zarrab’la ilgili Amerikalı savcının sahip olduğundan çok daha fazlasını içeren, üstelik son derece çekici ayrıntılarla (kol saatinden ayakkabı kutularına kadar) dolu bir dosya bundan iki yıl önce tam da yerel seçim öncesinde aynı muhalefet tarafından doyasıya kullanılmış; Türkiye’de dosyanın ayrıntılarını öğrenmeyen kalmamış.

Ama aynı toplumsal muhalefet hâlâ bu dosyadan siyasi sonuçlar alma ümidinde. (İşin hukuki boyutu ve bu davanın kapatılmış olması ayrı bir konu; ben bu davanın eninde sonunda mahkeme önüne çıkacağına inananlardanım.)

Demek toplumsal muhalefetin ümitlenebileceği pek bir şey yok bugünlerde iç gündemimizde.

Hoş, zaten seçime üç yıl var; iktidarı değiştirmek isteyenlerin bu hedefe odaklanması ve bugünlerde daha gündelik işlerle uğraşması son derece doğal.

Ama seçime daha çok zaman olsa bile, ülkedeki mevcut toplumsal muhalefet enerjisi, başta ana muhalefet partisi olmak üzere bütün muhalefet partilerini gündelik siyasi mücadelelerinde bile enerjik olmaya itmeli, öyle değil mi?

Peki bunu görebiliyor muyuz?

Kimse kusuruma bakmasın ama son birkaç aydır memlekette ‘siyasi mücadele’ adını verebileceğim yegâne şey, iktidar ile muhalefet arasında değil, iktidar partisinin kendi içinde gerçekleşiyor. Ve hem muhalefet partileri hem de en genel manasıyla toplumsal muhalefet, aslında bu iç siyasi mücadelenin şu veya bu sonuçla neticelenmesini bekliyor.

O sözünü ettiğim, yakından izleyenlerin neredeyse elle tutulacak kadar somut gördükleri iç çekişmenin konusu da şu:AK Parti, Başbakan Ahmet Davutoğlu açıkladı, kendi anayasa önerisini bu yaz başına kadar ortaya koyacak.

Başkanlık sistemi içerecek olan bu öneri yaz boyunca tartışılacak; büyük olasılıkla ekim ayında Meclis’in açılışıyla birlikte de son şeklini alıp Meclis’e sunulacak.Eğer bu öneriye AK Parti en az 330 milletvekilinin oyunu bulamazsa, iç çekişme o noktada devreye girecek: Meclis’ten geçmeyen bu anayasayı geçirebilmek için milletvekili seçimi erkene alınsın mı, alınmasın mı?

AK Parti içinde kuvvetli bir görüş, mevcut anketlerde HDP ve MHP’nin baraj altında, AK Parti’nin ise yüzde 55’ler seviyesinde görülmesinden hareketle “Seçimde 367’yi bile aşar geliriz” diyor. Diğer görüş ise daha seçimden yeni çıkıldığını hatırlatıyor.

Kabaca bir yıl memleket siyaseti esas olarak böyle şekillenecek.

Meraklısına duyurulur.

'ANNEMİN YARASI'
GEÇEN yaz temmuz sıcağında Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun uçağıyla Bosna-Hersek’e, Srebrenica soykırımının seneyi devriyesi törenlerine gittiğimde, 20 yıl öncesinin acı hatıralarının bu ülkede nasıl hâlâ elle tutulur bir somutlukta durmakta olduğunu da görmüştüm.

Üzerinde kimsenin yüksek sesle konuşmak istemediği en fena hatıra, Sırp canilerin tecavüzüne uğrayıp hamile kalan genç kadınların dramıydı.

Doğan çocukların büyük çoğunluğu yetimhanelere bırakılmıştı ve onlar artık büyümüş, delikanlı veya genç kadınlar olmuşlardı. Savaşın yaşayan hatırlatıcıları olarak o çocukların üzerinde inanılmaz bir yük vardı.

Saraybosna’da bir kahvede otururken iki Boşnak’la bu durumu ve Bosnalı Müslümanların gündelik hayatına yansımasını sorduğumda derin bir sessizlikle karşılaşmıştım.

İstanbul’da sinemalarda gösterilmekte olan ve kaçırmamanızı önerdiğim bir film var: ‘Annemin Yarası’.

Ozan Açıktan’ın yönettiği film, bu tecavüz çocukları konusuna son derece insani bir açıdan ve büyük incelikle yaklaşan evrensel dili yakalamış çok güzel bir film.

Hiç kimsenin mutlak kötü veya mutlak iyi olmadığı, unutmanın ise hiçbir yarayı kapatmadığı bir öykü bu.

Ozan Güven’in, Meryem Uzerli’nin, Okan Yalabık’ın ve Belçim Bilgin’in oyunculukları da, karakterlerine kattıkları derinlik de gerçekten kayda değer ama haddim olmayarak bir son cümle edeyim: Filmin gerçek başrol oyuncusu olan ve rolünün hakkını da mükemmelen veren Bora Akkaş’ın adı keşke jenerikte en öne yazılsaydı.

Yazarın Tüm Yazıları