Paylaş
İki hafta önce TRT 1’de yayınlanan Enine Boyuna programında Adalet Bakanı Sadullah Ergin’i konuk ettik.
Mustafa Karaalioğlu, Taha Özhan ve Hatem Ete ile benim sorularımı yanıtlayan bakan, bitirmekte olduğumuz bu haftayı kastederek ‘4. yargı paketi’ adıyla bilinmekte olan yasa değişiklikleri paketini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a sunacaklarını anlattı.
Adalet Bakanı, bu paketin hazırlanma nedeninin Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki kötü sicilini düzeltmek, AİHM’den alınan mahkumiyet kararlarını azaltmak olarak açıkladı.
Böyle olduğu için de, paketin esas işlevi Türkiye’de ifade özgürlüğünün sınırlarını genişletmek olacaktı.
‘Genişletmek’ kelimesi bana ait ve özellikle kullanıyorum; çünkü nedense Türkiye’de bir türlü ‘Uygar batı demokrasilerinin ifade özgürlüğü ile ilgili standartlarını aynen uygulamak’ diye bir şey söz konusu olamıyor; biz ha bire o standarda doğru ‘GENİŞLİYORUZ’ ama bir türlü tam o kadar geniş de olamıyoruz.
Her neyse, bizde sorun sadece yasalardan kaynaklanmıyor. Yargı sistemi, elindeki yasalar ne olursa olsun ifade özgürlüğünü daraltmaktan, özgürlükleri dar ve baskıcı yorumlamaktan çekinmiyor.
Tabii bir yandan yargıdaki zihniyet sorununu çözmemiz gerekiyor, bunun için zamana ihtiyaç var; bir yandan da yasalarımızdaki zihniyet sorunundan da kurtulmalıyız.
Bu hafta Başbakana sunulan 4. paket yasalarımızdaki zihniyet sorunlarının sadece bir bölümünden kurtulmamıza yardımcı oluyor. Küçümsenmeyecek önemde bir değişiklik ama maalesef yetersiz.
Dün Taha Akyol paketin içeriğini çok güzel anlattı. Buna göre, mahkemelerimizin ‘örgüt propagandası’ diye toptancı bir bakışla yaklaştığı sorunlar bir ölçüde ortadan kalkacak; eğer propagandası yapılan şeyin şiddetle bir ilişkisi yoksa ortada suç da olmayacak. Böylece vatandaşlarımız temel insan haklarından birine biraz daha fazla kavuşmuş olacaklar.
Ama pratikte, ‘örgüt amaç ve hedefleri doğrultusunda propaganda yapmak’ denen şey tek başına bir suç değil. Önemli siyasi içerikli davalarda basit bir tarama yapmak bile bunu bize gösterir: Propaganda yapmakla suçlananların önemli bir bölümüne ikinci bir suçlama daha yöneltiliyor: ‘Örgüt üyesi olmak.’
Malum bu yasadışı örgütler dernek veya siyasi parti gibi üye kayıt defteri tutan, üyelerine kimlik kartu veren kuruluşlar değiller. Öyleyse bir kişinin bir örgüte üye olup olmadığını mahkemelerimiz nasıl biliyor?
‘4. Yargı Paketi’nin eksik bıraktığı konu tam da bu.
Kişi şiddete bulaştıysa, örgüt adına bir silahlı eylem gerçekleştirdiyse sorun yok; örgüt üyeliği ortada... Ama ya kişi hiçbir şiddet eylemine karışmamış, şiddet çağrısı yapmamış, nefret söylemi geliştirmemişse onun örgüt üyeliğini nasıl bileceğiz? Veya ona yine de ‘örgüt üyesi’ diyecek miyiz?
Eğer kişi, şiddete bulaşmış kişilere ilişki içindeyse, o örgütün ‘amaç ve hedefleri doğrultusunda propaganda’ yapıyorsa, örgüt tarafından düzenlenen eylemlerde (barışçıl protestolar) bulunmuşsa, bugün dahil mahkemelerimiz tarafından ‘örgüt üyesi veya yöneticisi’ olarak mahkum ediliyor.
Daha önce basına sızan bilgiler eğer doğruysa, 4. Yargı Paketi ‘örgüt üyeliği’ konusunu da ‘şiddet’ ölçütüne bağlıyordu, aynen propaganda konusu gibi. Ama paketin Başbakana sunumundan sonra çıkan haberlerde örgüt üyeliği ile ilgili düzenlemelerden hiç söz edilmiyor. (Güncel konu hapisteki komutanlar olduğu için
Taha Akyol yazısını eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan hareketle yazmış, ‘Paket onu kapsamıyor’ demişti ama örgüt üyeliği sorununun kapsama alanı aslında çok daha geniş.)
Eğer paket sahiden örgüt üyeliğini kapsamayacaksa, o zaman Türkiye’nin AİHM nezdindeki sicili de ancak kısmen düzelebilecek demektir.
Yani, yarın öbürgün bir 5. Yargı Paketi için yeniden haberler gazetelerde çıkmaya başlayacak ve bizler de hiç şaşırmayacağız.
Paylaş