İfade özgürlüğü ile imtihanımız

BAĞIMSIZ Türk yargısının medarı iftiharı, sarsılmaz kurumumuz, biricik Yargıtay’ımız eliyle yerleştirilmek istenen yeni bir ifade özgürlüğü içtihadımızda son aşamalara girilmiş bulunuyor.

Haberin Devamı

Belki farkındasınız belki değilsiniz, vatanı yurt dışında sattığı için milyon dolarlık kirli Nobel parasıyla da ödüllendirilen yazar Orhan Pamuk’un bu aziz millete attığı en büyük iftiralardan biri için (burada o iftirayı bir kez daha yazmak istemem ama siz anladınız hangisi olduğunu) bazı fedakar vatandaşlarımız “Bana hakaret edildi” diyerek, ceplerinden para harcayıp astronomik mahkeme harcını yatırmak pahasına dava açmışlardı.
* * *
Maalesef mahkeme bu davayı kabul etmedi.
Gerekçesi komikti doğrusu: Davacıların dava açma ehliyetinin bulunmadığını öne sürüyordu.
Elbette cesur vatandaşlarımız haklarını Yargıtay nezdinde aradılar, bu kararı temyiz ettiler.
Ve medarı iftiharımız Yargıtay’ımız mahkemeye doğru yolu gösterdi, “Davacıların dava açma ehliyeti vardır, hatta bütün Türk milletinin bu yazar müsveddesine dava açma ehliyeti vardır, görün davayı” dedi.
Yerel mahkeme kararında ısrarlı olup Yargıtay’ımızı dinlememeye kalktı.
Tabii bu kez Yargıtay’ımızın medarı iftiharımız genel kurulundan tokat yedi. Onlar da aynı şeyi söyledi, Orhan Pamuk denen densizin hakaretlerine bütün milletin maruz kaldığını söyleyip herkesin dava açma ehliyetinin bulunduğunu söyledi.
Bu sefer yerel mahkeme çaresiz kaldı ve Orhan Pamuk’u tazminat ödemeye mahkum etti.
Şimdi inşallah Orhan Pamuk’un avukatları bu kararı da temyiz edecekler ve bu sefer en büyük daireler genel kurulundan bir tokat daha yiyecekler. Ve böylece Yargıtay kararı artık bütün mahkemeleri bağlayan bir içtihat haline gelecek.
Bu, kutlu bir gün olarak tarihe geçecek.
* * *
Şakası bile fena. Ama işin kötüsü ortada bir şaka yok.
Kendimi bir ‘düşünce polisi’nin yerine koyup yukarıdaki cümleleri yazmaya çalışırken bir tuhaf oldum.
Ancak benim yazarken fena bulduklarımı bizzat uygulayanlar var, bir de onların destekçileri. Durum vahim.
Bu ‘dava açma ehliyeti’nin genişletilmesi konusu çok mühim.
Çünkü bu durumda, isteyen herkes, istediği her yazıya, düşünceye, kitaba tazminat davası açabilecek.
Memleketimizin ifade özgürlüğüyle imtihanı bitmek bilmiyor ve bize düşünceleri ifade özgürlüğü bir türlü gelmek bilmiyor.

Haberin Devamı

Her şey bir önkabulle başlar

Haberin Devamı

KEŞKE vakti olan birisi otursa, Türkiye’de ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamaların tarihini kaleme alsa.
O zaman göreceğiz ki, Türkiye’nin ifade özgürlüğüne katı sınırlar getirme konusunda en hevesli kurumu aslında yargıdır.
Bu, dün de böyleydi, maalesef bugün de böyle. Yargı, hükümetlerden ve parlamentodan biraz olsun yüz görmesin, hemen başlar yazarların, gazetecilerin, görüş açıklayanların cezaevi yolculuğu.
2004-2007 arasında kısa bir bahar yaşadık bu ülkede.
Sonra? Sonra yargı hükümetten yüz buldu ve yine aynı şey yaşanmaya başladı.
Bugün cezaevinde 100 yıl hapis cezası almış bir gazeteci var, farkında mısınız?
Türkiye’nin en uzun süre hapis yatmış düşünce suçlularından İsmail Beşikçi daha yeni bir hapis cezası daha aldı, farkında mısınız?
Esasen her şey bir varsayımla, hatta bir önkabulle başlar. Eğer düşünceyle, düşüncenin ifade edilmesiyle, yazıyla, kitapla, konuşmayla suç işleneceğine inanıyorsanız, gerisi çorap söküğü gibi gelir.
Bu inanca sahipseniz, kanunlar araçsallaşmaya başlar.
İşte son günlerde görüyoruz, sadece yargıçlarımız ve savcılarımız değil, işi düşünce ifade etmek olan meslektaşlarımız bile bu inanca sahip. O yüzden düşünce polisliğine soyunuyor, düşünceyle suç işleneceği inancıyla Ahmet Şık’ın kitabının daha yazımı tamamlanmadan toplatılmış olmasına kulp takmaya çalışıyor, bu durumu meşru kılmak için bin dereden su getiriyorlar.
Düşünceyle suç işleneceğine inanıyorsanız eğer, geriye tek bir şey kalır: Hangi düşüncenin suç olduğuna karar vermek. Bugün bu kararı siz verirsiniz, yarın başkası. Bugün bu düşünce suç olur, yarın ötekisi.
Her şey, bir önkabulle başlar. O ön kabulü sorgulamadıkça da biz başkalarına imrenen ülke olmaya devam ederiz.

Haberin Devamı

TÜSİAD: Tarih tekerrürden ibaret

ZAMANINDA Bülent Tanör’ün demokratikleşme raporunun başına gelenler bugün de Ergun Özbudun ve Turgut Tarhanlı’nın eşbaşkanlığındaki 22 kişilik akademik kurulun yazdığı anayasa raporunun başına geliyor.
TÜSİAD tarafından, üstelik de kurumun 40. yıldönümüne denk getirilerek tanıtılan rapor için üç-beş gün sonra kurum, “Raporda yazılı görüşler bizim görüşlerimiz değil” diye açıklama yapıyor.
Aslında teknik olarak da doğru söylüyorlar. TÜSİAD bir grup akademisyene bir konuda görüşler oluşturmalarını isterken bir sipariş vermiyor, “Bizim görüşümüz budur bu doğrultuda yazın” demiyor. Demiyor ama raporu da basıyor, raporun tanıtım toplantısını düzenliyor.
Burada TÜSİAD’ın fonksiyonu, sadece bir tartışmayı başlatmak, yapılacak tartışma için de akademik malzemeyi bir araya getirmek.
Evet ama eğer durum buysa o zaman “Bunlar bizim görüşlerimiz değil” demeye gerek kalmayacak bir ortamın da yaratılması gerekirdi.
Önce sahiplenir görüntü çizip sonra kendini tartışma üstü kılmaya çalışmak koca TÜSİAD’a geçmişte de yakışmamıştı, bugün de yakışmıyor.

Yazarın Tüm Yazıları