Paylaş
- 30 yıl aralıksız uyuyoruz.
- 5 ay boyunca hiç kalkmadan tuvalette oturuyoruz.
- 72 saat aralıksız ağrı çekiyoruz.
- Tırnaklarımızı kesmekle 6 gün uğraşıyoruz.
- Hayatımızın 15 ayı kayıp eşyalarımızı evde veya ofiste aramakla geçiyor.
- Tam 18 ay kuyruklarda bekliyoruz.
- En az 2 yıl, araba, otobüs veya uçak penceresinden dışarı bakıyor veya havaalanında bekliyoruz.
- 1 yıl kitap okuyoruz.
- Duş yapmaya, yıkanmaya 200 gün ayırıyoruz.
- Birisinin adını unuttuğumuzu fark ettiğimiz 1 saat yaşıyoruz.
- 3 hafta boyunca yanıldığımızı anlıyoruz.
- Hayatımızın 2 günü yalan söylemekle geçiyor.
- Trafikte yeşil ışık beklemeye 6 haftamızı veriyoruz.
- Tam 7 saat kusuyoruz.
- En saf haliyle sevinç ve neşe yaşamaya 14 dakikamız var.
- 3 ay boyunca çamaşır yıkıyoruz.
- 15 saat boyunca imza atıyoruz.
- Ayakkabılarımızı bağlamaya 2 gün ayırıyoruz.
- Hayal kırıklığı anlarımızın toplamı 67 gün.
- Yolumuzu kaybedip boşa dolaşmalarımız 5 hafta.
- ‘Bugün ne giysem’ sorusuna 51 günümüz gidiyor.
- Sohbet sırasında neyin konuşulmakta olduğunu biliyormuş gibi yapmalarımız 9 gün.
- 2 hafta boyunca para sayıyoruz.
- Buzdolabının kapağını açıp bakmalarımız 18 gün.
- 6 ay reklam seyrediyoruz.
- ‘Şu an daha iyi bir şey yapıyor olabilirdim’ diye düşünmeye 4 hafta.
- Yemekleri yutmak için 3 yıl.
- Düğmelerimizi ve fermuarlarımızı açıp kapamaya 5 gün.
- Kendi evinizin önünde arabanızı park etmeye uğraşmanıza 2 ay.
- Sevişmeye 7 ay.
* * *
Bu rakamlar, ortalama Batılı insana ait rakamlar.
Böyle şeylerin dökümünü yapmaya Amerikalılar nedense pek bir meraklıdır. Benim kaynağım da bir Amerikalı, David Eagleman isimli bir yazar.
Dikkat ettiyseniz burada sayılanlar rutinlerimiz.
Geriye kalan zaman da var; çalışmakla, okulda öğrenci olmakla, Tv seyretmekle, ayaklarını uzatıp boş boş oturmakla vs geçen zaman.
Hepsinin toplamına da ‘hayat’ diyoruz.
Ölümün üç aşaması...
Ne zamandır okuyacağım diye kenarda tutuyorum, Mehmet Ali Birand’ın ölümü haberini alınca farkında olmadan elim gitti, bir solukta da okudum.
Daha önce burada ‘Incognito’ adlı kitabından uzun uzun söz ettiğim Amerikalı nöro-bilimci David Eagleman’ın ‘Sum- Forty Tales from the Afterlife’ (Toplam - Ölümden Sonradan 40 Masal) adlı kitabı bu.
Uzun süre Amerika’da satış listelerinde en üst sıralarda yer alan bu kitabı ‘Öldükten sonra bize ne olacak’ diye soran herkese tavsiye ederim. Neler olabileceğiyle ilgili bence çok öğretici, düşündürücü ve zaman zaman da eğlendirici denemeler var kitapta.
Bu denemelerden bir tanesinde, ölümün üç aşamasından söz ediliyor. Birinci ölüm, vücudumuzun fonksiyonlarının sona erdiği an. İkinci ölüm, cenazemizin toprağa verilmesi. Üçüncü ve son ölüm ise, gelecekte bir gün bizim adımızdan son bir kez söz edilmesi.
Bir daha adın dahil hiçbir şeyin anılmamaya başlayınca mutlak anlamda ölmüş oluyorsun bu denemede dile getirilen ‘fantezi’ye göre.
O güne kadar ölenler, bir havaalanının terminal binası gibi bir yerde bekliyorlar. Bekledikleri, dahili anons sisteminden isimlerinin söylenmesi. Böylece dünyada birisinin onların adını son bir kez andığını ve bekleme sürelerinin bittiğini anlıyorlar.
Bu dünyadan bakınca, adının uzun süre anılması güzel gibi gözüküyor olabilir. Ama bir de bekleyen açısından bakalım. O, uzayan ve uzayan bekleme süresinden çok da memnun olmayabilir.
Paylaş