Paylaş
Daha önce defalarca yazdım; Türkiye’de ana siyasi bölünme, başat iki siyasi/kültürel kimlik arasında, yani ‘İslamcılık’ ile ‘Türkçülük’ arasında.
Bu iki kimliğin dışında siyaset alanında mücadele veren başka kimlik yok mu? Var elbette ama bu ikisi başat kimlikler.
73 gün sonra yapılacak seçim için ‘İslamcı’ kimliğin Cumhurbaşkanı adayı belli. Dün Ahmet Hakan da yazdı, ‘o olmazsa yerine kimin aday olacağı’ da belli.
Peki rakip başat kimliğin, ‘Türkçü’lerin adayı kim?
Burada birinci zorluk, ‘Türkçü’ kimliğin birden fazla siyasi partide temsil edilmesi ve bütün bu partilerin kendilerine göre az veya çok oy alıyor olması. Ancak yine de Cumhurbaşkanı seçimi için çıkarılan kanun sayesinde ‘Türkçü’ kimliğin partilerinden sadece ikisi, yani Cumhuriyet Halk Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi Cumhurbaşkanı adayı çıkarabilecek.
Ama durum değişmiyor, iki ayrı aday söz konusu. Ve bu adayların kim olacağını, o partilerin genel başkanları dahil kimse bilmiyor. (‘Çatı aday’ konusunu ve muhalefetin muhtemel en iyi stratejisini cuma günü yazacağım.)
Oysa Cumhurbaşkanı seçiminin 2014 Ağustos ayında yapılacağını ve AK Parti’nin ya Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı ya da mevcut Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü aday göstereceğini hepimiz 2012 yılından beri biliyoruz.
Siyasi muhalefet konumundaki Türkçü kanadın iki partisinin bu süreyi daha iyi değerlendirmesi beklenirdi ama yapmadılar. Acaba Cumhurbaşkanlığı seçimini ciddiye mi almadılar, yoksa 30 Mart yerel seçiminde iktidarı yenilgiye uğratamamış olmanın hayal kırıklığından mı bir türlü çıkamadılar?
Oysa, 30 Mart yerel seçimleriyle birlikte birbirine zincirleme bağlı iki seçim daha yapılacağını da yıllardır biliyoruz. Bir nevi bayrak yarışı bu. İlk bayrağı AK Parti rakiplerinden hayli önde devredecek ikinci yarışçıya.
Bayrak yarışlarında elbette her bayrak değişimi dönemi önemli, o dönemi iyi bir dereceyle geçmek çok faydalı ama en önemlisi son bayrak. Bizim metaforumuzda son bayrak en geç 2015 Haziran’ında yapılacak olan milletvekili genel seçimi.
Dediğim gibi 30 Mart’ta AK Parti bayrağını önde devretti. Muhalefetin ciddiyetsizliğine ve stratejisizliğine bakınca Cumhurbaşkanlığı seçiminde de AK Parti’nin bayrağı hayli önde devredeceği şimdiden anlaşılıyor. Ve bu hızla zaten en önde başlayacağı yarışta AK Parti’nin son bayrağı da önde bitirmesi, finale ulaşması sürpriz olmaz.
Bu da muhalefetin iktidara gelme umudunu 2019’a kadar ertelemesi demek en azından.
2019’da yine bir seçim üçlemesi olacak. Yerel ve genel seçimi o yılın mart sonunda bir arada yapacağız; sonra da ağustosta yine Cumhurbaşkanı seçeceğiz.
Sizce bu muhalefetin 2019 için bir ümidi var mı?
AK Parti kendi ayağına çelme takmadıkça...
GÖRÜLEBİLİR bir siyasi gelecekte bir başka siyasi partinin gelip seçimlerde AK Parti’yi geride bırakacak bir performans sergilemesini beklemiyorum.
Bizde bu durum geçmişte de yaşandı; ‘İslamcı’ kimliğin partilerinin (DP’den AP’ye ve oradan ANAP’a) aslında en büyük düşmanı bizzat kendileridir.
‘Halkı temsil etme ve halktan korkmama’ temalarıyla iktidara gelirler, bir zaman sonra esas temsilcisi oldukları kesimden kopup çok daha dar bir kesim için (ve kendi ceplerini doldurmak için) siyaset yapmaya başlarlar.
AK Parti, son zamanlarda giderek artan bir biçimde halk için değil dar bir kesim için siyaset yaptığı algısını yaratan eylemlerde bulunuyor. Son örnek Soma’da yaşandı; Başbakan madende ölen (ve kendi seçmeni de olan) vatandaşlar yerine ölümlere sebebiyet veren şirketin çıkarını öne aldı.
17 ve 25 Aralık’ın ardında cemaatin yer aldığı anlaşılıyor ama bir cemaat komplosunun var olması yolsuzluk suçlamalarının da yalan olmasını gerektirmiyor. Halktan kopmanın bir başka belirtisi bu; parayla ve bazı işadamlarıyla fazla iç içe olma hali yani.
Şimdi Cumhurbaşkanlığı seçimi ve üç dönem kuralı AK Parti’ye kendini yenileme, dar kesimler yerine geniş kitleler için siyaset yapmaya geri dönme fırsatı veriyor.
Bu fırsat iyi kullanılmazsa ne olacağını biz AP’den ve ANAP’tan biliyoruz.
Paylaş