Paylaş
Bana soracak olursanız, Türkiye iktidarıyla muhalefetiyle bundan sonrasını tasarlamaya bu cümledeki soruyla başlamalıdır.
Bugün sahip olduğumuz ve bir vaizin önderliğinde 40 yıl önce yola çıkmış bir inanç grubu tarafından neredeyse ele geçirilmiş olan devletimizin temel yapısı esasen 19. yüzyıldan kalmadır.
Merkezi yönetimimizi, bürokratik oligarşimizi örnek aldığımız Fransa kendi kamu yönetim modelini yenilerken biz zahmet edip bunu yapmadık.
Memurlarımızın yargılanmasını türlü şarta bağlayan kanunumuz bile Cumhuriyet öncesine ait.
Başta ordumuz olmak zere bu kamu kurumlarımız hiçbir biçimde demokratik hesap verebilirlik ilkeleriyle çalışmayan, aşırı gücün tek elde toplandığı kurumlar. Darbeciler o gece Hulusi Akar’ı korkutup bildiriyi imzalatmayı başarmış olsaydı bugün bu yazı dahil hiçbir şey yazılamıyor olacaktı. Akar’ı korkmadığı için kutlayalım ama insan bu ve can tatlı gelebilir, yarınki Genelkurmay Başkanı’nın korkmayacağından emin olamayız.
Ordumuzun toplam subay-astsubay mevcudu içinde aslında küçük bir gruptan, ordudaki toplam tuğgeneral mevcudu içinde de küçük bir gruptan söz ediyoruz ama bu kadar küçücük bir grup devleti ele geçirebilecek güce ulaşmak üzereydi. Ve unutmayın, onlarla sokakta vatandaş ve polis savaştı, ordunun geri kalanı değil.
Türkiye’nin önündeki büyük sorun, bütün bu devlet kurumlarının, evet Maliye’den Milli Eğitim’e, Tarım Bakanlığı’ndan TSK’ya, Hazine’den Dışişleri’ne ve en önemlisi polisi dahil mülkiye teşkilatından yargısına, tepeden tırnağa yeni baştan yapılandırılması ihtiyacı.
Bu kurumların demokratik hesap verebilirliğini sağlayabilmeliyiz. Bunun için liyakati ve kanunlara sadakati ön plana çıkarabilmeliyiz.
Bunu başaramazsak bugün on binlerce Fetullahçıyı tasfiye ederiz, yarın öbür gün başka bir grup çıkar bu kez onu tasfiye etmek için yine elimize baltaları almamız gerekir.
İktidar ve muhalefetin kafa kafaya verip yapması gereken ilk iş budur.
OHAL ÇOK GÜZEL GELSENE!
GECEDEN beri Olağanüstü Hal rejiminin aslında ne kadar güzel, ne kadar ‘normal’ ve ne kadar demokrasi gereği olduğuna ilişkin sözler dinliyoruz; anlaşılan daha da dinleyeceğiz.
Madem o kadar güzel ve pratik hareket etme imkânı veren bir düzendi, 15 Temmuz sabahı neden ‘olağan’dık?
Sabah Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’i dinledim NTV’de, ‘Gündelik hayat etkilenmeyecek, biz bunu kanun gücünde kararname yetkisi için çıkarıyoruz’ diyordu.
Bu sözlere sevinmeli mi üzülmeli mi bilemedim.
Dileyelim ki hükümet işini 3 ayda bitirsin, 80 ve 90’larda Güneydoğu’da olduğu gibi OHAL normal hale dönüşmesin.
ÖMER DİNÇER’İN KAMU REFORMU
GELİN 2000’lerin başına, AK Parti’nin sahiden devlette reform yapmak istediği yıllara geri dönelim.
O zaman daha sonra bakanlık ve milletvekilliği de yapacak olan Ömer Dinçer, Başbakanlık Müsteşarı’ydı ve yanlış hatırlamıyorsam toplam 4 kanundan oluşan bir kamu yönetimi reformunun hazırlanmasında büyük rol oynamıştı.
AK Parti bu reformları Meclis’ten geçirdi ama Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer veto etti, sonra da bu kanunları büyük ölçüde unuttuk.
Kanunlardan biri, siyasi memurluk imkânı getiriyordu hükümetlere. Yani bir iktidar geldiğinde devlet yönetiminin belli seviyeleri tamamen boşalacak, yeni iktidar o seviyelere kendi gönlüne göre insanları atayabilecekti.
Ömer Dinçer bugün Habertürk gazetesinde yazılar yazıyor ve zaman zaman bu yazılarında ‘iyi yönetim’in nasıl olması gerektiğini de söylüyor.
Zamanında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la aralarında ne geçti de Dinçer oradan uzaklaştı bilmiyorum ama bugünler Ömer Dinçer’in bilgisine başvurmak için en uygun günler sanki...
Paylaş