Paylaş
Daha önce Türkiye’deki demokrasi algısını kantitatif bir araştırmayla raporlaştıran İPC’nin bu seferki raporu, yeni anayasa yapım süreciyle bağlantılı.
‘Anayasa reformu aracılığıyla Türkiye’nin denge ve denetleme sisteminin güçlendirilmesi’ başlıklı raporu, İPC yöneticisi Prof. Dr. Fuat Keyman başkanlığında Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mithat Sancar, Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu ve Uludağ Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay hazırlamış.
Prof. Sancar, raporun yargı reformuyla ilgili bölümünün, Prof. Kalaycıoğlu yasama ile ilgili bölümünün, Prof. Sarıbay ise siyasi partiler ve seçim sistemleriyle ilgili bölümünün koordinatörlüğünü üstenmişler.
‘Koordinatörlük’ diyorum, çünkü raporda dört önemli bilim insanının yorumları veya kişisel görüşleri yer almıyor. Esasen bu raporun hazırlanması için siyaset dünyasından akademyaya ve sivil toplum örgütlerine kadar her kesimden 120’den fazla tartışmacı davet edilmiş ve rapor da her biri farklı siyasi görüşlere sahip bu kişilerin üzerinde ulaşmaya vardığı 100 öneriyi içeriyor.
Raporun tanıtımı için yapılan toplantıda Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun yeni anayasa yapım sürecine ilişkin bir eleştirisi benim dikkatimi çekti. Kalaycıoğlu, ‘Nasıl bir demokrasi kuracağımıza dair bir cümlemiz, bir tanımımız olmadığı için biz bazı varsayımlardan hareket ettik’ dedikten sonra demokrasi türleri arasındaki farkları, avantaj ve dezavantajları sıraladı.
Buna göre, dört temel tür ‘ileri demokrasi’den söz etmek mümkün. Birinci tür, ‘özgürlükçü’ demokrasi. Bu Amerika’da uygulanan model. İkinci tür ‘istikrar demokrasisi.’ Bu da, Birleşik Krallık modeli. Üçüncü tür, ‘Eşitlikçi demokrasi.’ Yani İsveç’in modeli. Ve son olarak ‘dayanışmacı demokrasi’. O da İsviçre’de uygulanan model.
Belki bizim Türkiye’de uygulayageldiğimiz yarı demokrasi veya ‘melez demokrasi’ modelini ‘vesayetçi demokrasi’ olarak adlandırabiliriz. Bundan kurtulup ‘ileri demokrasi’ olmak amacıyla yeni anayasa yazmaya başladığımıza göre kendimize bu dört modelden birini seçmeliyiz. Ama henüz bir seçim yapılmış değil, pek yapılacakmış gibi de gözükmüyor.
Zaten Prof. Dr. Mithat Sancar’ın yerinde gözlemiyle, biz yeni anayasa tartışmalarını ve yeni anayasa arayışlarını 1982 Anayasası’nı referans alarak yapıyoruz, kendimizi o ruhtan kurtaramıyoruz.
Bunu yapamadığımız için de elimizi tamamen serbest hissedip kendimizce ideal modeli aramak yerine, var olan anayasaya ilişkin itiraz ve eleştirileri giderecek bir yeni metin yazma eğilimine giriyoruz.
Benim kişisel görüşüm, ‘ileri’ demokrasi için baştan sona yenilenme gerektiği ve radikal olmaktan çekinmemek gerektiği yönünde.
Yeni anayasa önündeki bazı engeller
IPC ekibi ziyarete gidip bu raporu sunduğunda elbette yeni anayasa yapım sürecinin önündeki engeller de konuşulmuş.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek, birkaç seferdir medya önünde de söylüyor, gazete ve televizyonların konuya ilgisizliğinden yakınıyor. Çiçek’e göre, medyanın anayasa yapım sürecini yakından izlemesi, kamuoyunun da yakından izlemesi anlamına gelecek.
Kuşkusuz bu doğru bir gözlem ama sanıyorum yeni anayasa yapım sürecinin bir sonuç doğurmayacağı beklentisi toplumda olduğu gibi medyada da yaygın, ilgisizlik de böyle izah edilebilir belki.
Kaldı ki, esas ilgi komisyonun yeni anayasa yazımına başlayacağı mayıs ayından itibaren görülecek veya görülmeyecek, onu beklemekte de fayda var.
Buna karşılık Cumhurbaşkanı Gül, yeni anayasa yazımını engelleme potansiyeline sahip en önemli iki konudan birinin sahiplik meselesi olduğunu söylemiş. Siyasetin göbeğinden gelen biri olarak Gül’ün endişesi çok yerinde. ‘Bu anayasayı biz yaptık, ben yaptım’ deme güdüsü uzlaşma arayışlarını baltalayabilir.
Gül’ün ikinci endişesi, iktidar grubu dahil Meclis gruplarının yeni anayasa yazımı işine yeterince hevesle yaklaşmamaları.
Doğru yöntemle uzlaşma üretiliyor ama şeytan da ayrıntıda gizli
IPC Direktörü Prof. Dr. Fuat Keyman, raporu alıp Meclis Başkanı’na ve Anayasa Yazım Komisyonu’na götürdüklerini, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na sunduklarını, programları uygun olunca Başbakan dahil bütün liderlere de götüreceklerini söyledi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, değişik siyasi parti ve kesimlerden gelen katılımcıların 80’den fazla öneri üzerinde ittifakla uzlaşmasını önemsemiş.
Doğrudur, bu denli sert siyasi ayrımların olduğu ve giderek de sertleşen bir ülkede bazı konularda ittifak kurulması, hele hele bunun anayasada olması önemli.
Önemli ama raporun uzlaşılan önerilerine bakınca bunların daha çok temenni mahiyetinde şeyler olduğu görülüyor.
‘Hakimin mali bağımsızlığı sağlanmalı’ gibi, ‘Yargı kendi bütçesini hazırlamalı’ gibi, ‘HSYK kararları şeffaf olmalı’ gibi, ‘Yargı süreçlerinin her aşamasında etkin denetim sistemi kurulmalı’ gibi, ‘Meclis, milletvekillerine taslak ve teklif biçiminde gelen yasa önerilerini inceleyebilmesi için teknik destek sunmalı’ gibi, ‘Grup toplantılarında milletvekilleri de konuşabilmeli’ gibi, ‘Partilerde kadın temsili arttırılmalı’ gibi, ‘Yerel örgütlerin parti genel merkezleriyle organik ve sağlam bir
ilişkisi olmalı’ gibi, ‘Seçimlere katılacak adayların belirlenmesinde önseçim sistemi uygulanmalı’ gibi şeyler bunlar.
Bunlar öyle temel ilkeler ki, kimsenin tersini söyleyemeyeceği ama uygulamada hep tersinin yapılageldiği şeyler.
Ne olacak da, aynı siyaset sınıfı birden bire bu temel ilkelerin hayata da geçmesine karar verecek, belli değil.
Paylaş