Paylaş
Vakti zamanında İstanbul 2000 Olimpiyatları için başvurduğunda, yani 20 yıl önce çorbada azıcık tuzu bulunmuş biri olarak, olimpiyatın İstanbul’a çok yakışacağını ve ayrıca bu şehir için bir son kurtuluş fırsatı olduğunu düşünenlerdenim.
2000 için yapılan başvuru sayesinde bugün İstanbul’un çöp sorunu diye bir sorununun kalmadığını kaç kişi bilir? 80’lerde ve 90’larda İstanbul’da çöp dağlarında sık sık patlamalar yaşandığını, bu patlamalarda insanların öldüğünü, çöplerin günlerce yandığını, çöpün kokusunun bütün şehri sardığını kaçımız hatırlarız? İstanbul’un o zamanki SHP’li belediyesi olimpiyat konusunda pek bir gönülsüzdü ama yine de ‘katı atık projesi’ olimpiyat komitesinin gözünü boyamak için uygulamaya kondu, açık çöp depolama alanları kapatılıp rehabilite edildi ve İstanbul bu dertten kurtuldu.
Olimpiyat için yapılmış onlarca başka proje de vardı. Ulaşım projeleri gerçekleşmiş olsaydı, metrobüs gibi bir sistem çok daha önceden devreye girmiş olabilir, Halkalı, Bağcılar, Esenler ve Habipler bugünküne göre çok daha modern ve düzenli biçimde gelişebilir, olimpiyat stadı ile Başakşehir’e gidip gelmek bir işkence olmaktan çıkabilirdi.
2000’i alamadık. 2020’yi ise almaya çok yaklaştık. Ne var ki her yarışmanın bir kazananı olur; Tokyo kazandı, İstanbul kazanamadı.
İstanbul neden kazanamadı? Sportif, teknik ve siyasi pek çok sebep olabilir; ayrıca İstanbul mükemmel olsa dahi Tokyo belki de daha mükemmeldi, bu da olabilir.
Herkes benim gibi olimpiyatın İstanbul’da yapılmasını desteklemek zorunda da değil. Mesela Hıncal Uluç taa 2000 başvurusundan beri olimpiyatın İstanbul’da yapılmasına karşıdır. Onun fikri, elbette saygı duyuyorum.
Olimpiyat yapmanın milli bir mesele olduğunu da düşünmüyorum; bu devirde ve demokratiklik iddiasındaki bir ülkede herhangi bir milli mesele olabileceğini de sanmıyorum. Bir şeyin ‘milli’ olup olmadığını kim nasıl belirleyebilir ki?
Gezi eylemcilerinin bir bölümü, ki aradan onca zaman geçtiği için o eylemlere katılanların tamamı değil de hala aktif olan daha politize bölümü demek daha doğru, olimpiyat yapılamasın diye kampanya yürüttü.
Bu kampanyaları beğenmedim ve serd edilen görüşlere de katılmıyorum ama dedim ya, onların fikridir, saygı duyuyorum.
Uzun yıllardır olimpiyata aday olan bütün şehirler için böyle güçlü muhalefet sesleri yükseliyor. Mesela Madrid için Madrid’in içinden yükselen ve dünyada da yankı bulan kuvvetli bir ses vardı. Tokyo için yürütülen aleyhte kampanya ise bence bir hayli kuvvetliydi. Yani, olimpiyat söz konusu olduğunda muhalefet, üstelik uluslararası desteğe sahip muhalefet kaçınılmaz bir şey.
Olimpiyatı kazanamadıktan sonra söylenenlere bakıyorum. Bir kısım insan sevincini gizlemiyor; bu normal, çünkü onlar olimpiyata karşı olduklarını da gizlemiyorlardı. Buradan kendilerince hükümete muhalefet çıkarıyorlar, ‘Hükümetin kazanç hanesine bir şey yazılacağına kayıp hanesine yazılsın’ diye düşünüyorlar.
Ama bir de, olimpiyatı milli bir mesele haline getirip bunun kazanılmasını hükümetin hanesine yazmaya hazır olanlar var; şimdi onlar bütün suçu ‘Gezi eylemcileri’ dedikleri tarifi mümkün olmayan amorf bir kitleye atıyorlar.
Bu tabii değirmenlere karşı verilen bir savaş. Orada değirmen yok, olsa bile değirmen işte, senin düşmanın olamaz...
İstanbul ileride olimpiyatı almak istiyorsa önce bu yılki yarışı neden kaybettiğini gerçekçi bir gözle analiz etmeyi başarmalı. ‘Değirmenler yüzünden kaybettik’ deniyorsa, daha kaybetmeye devam ederiz.
Olimpiyat ruhunu hatırlatan yok mu?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, olimpiyatı İstanbul’a kazandırabilmek için ciddi çaba sarf etti. Kendisi de bakanları da hep olimpiyat düzenleme komitesinin arkasında oldular, her aşamada destek verdiler.
Başbakan, olimpiyatla ilgili nihai kararın verileceği Buenos Aires’teki toplantıya da gitti, burada etkileyici bir sunum ve konuşma yaptı. Bu konuşmanın Türkiye’nin final turuna kalmasına ciddi katkısı oldu büyük olasılıkla.
Ama aynı Başbakan Buenos Aires dönüşü yolda gazetecilere İstanbul’un haksızlığa uğradığını söyledi.
İşte bu olmadı. Olimpiyat ruhu ve sportmenlik, kaybederken de başı dik olmayı, dış faktörlerden şikayet etmek yerine kendine odaklanıp bir sonraki yarışta daha iyi olmak için çalışmayı gerektirir. Kaybetmesini bilmek gerekir.
Paylaş