Paylaş
Toplantının konusu Suriye. Büyük ihtimalle çok yakın zamanda yapılmış bir toplantı bu; ve yine büyük ihtimalle ya Ahmet Davutoğlu’nun bakanlıktaki makamında veya onun Ankara’daki konutunda yapılıyor toplantı.
Konuşmaların içeriğinden Hürriyet’in yayın ilkeleri nedeniyle söz etmiyorum; o yüzden içerikle ilgili görüşlerimi de yazmayacağım. Sadece şunu söylememe izin verin:
Türkiye bir Suriye uçağını düşürdü diye veya Süleyman Şah Türbesi, hem Kaide, hem de Suriye’deki rejimle bağlantılı savaşan IŞHİD adlı örgütün tehdidi altında diye Türkiye, Suriye ile savaşa girecek kadar aklını kaçırmadı.
Esas çirkin iddia olan, ‘Seçimi kazanmak veya kaybedileceği anlaşılan seçimi ertelemek için ülkeyi savaşa götürüyorlar’ şeklindeki eveleme-gevelemenin hiçbir mantığı yok. Çünkü ülkede ana muhalefet bile şu aşamada seçimi kazandığı iddiasında değil; iktidar partisi ise seçimi kazanacağına zaten inanıyor, daha fazla oy alma peşinde.
İç politika ile ilgili bütün bu lafazanlıklar bize Suriye sınırında oluşan ve epeydir de varlığını sürdüren güvenlik riskini unutturmamalı. Bu güvenlik riski bugün oluşmuş değil; yarın sabah da bir askeri harekâtla veya başka bir şeyle bir anda ortadan kalkacak değil.
Türkiye’nin Suriye’ye tankıyla, topuyla, piyadesiyle askeri müdahalesi ise bu riski daha fazla büyütmekten başka bir işe yaramaz; çünkü meselenin kilidi Suriye’deki rejimin hayatta kalmaya devam ediyor olmasında. Suriye’de rejim değiştirici bir savaşı da Türkiye uluslararası topluma rağmen tek başına yapacak değil; yapamaz da zaten.
Ancak meselemiz bu değil. Meselemiz Suriye veya Suriye sınırından kaynaklanan güvenlik riskleri hiç değil. Meselemiz içeriden kaynaklanan ve dün gördüğümüz gibi büyük bir cürete de sahip olan cemaatin yarattığı devasa güvenlik riski.
Böylesine kritik bir toplantının, savaş ihtimalinin ve senaryoların konuşulduğu bir toplantının yapıldığı odanın bile dinleniyor olması, bildiğimiz anlamda devletimizin sona erdiğinin de kanıtı.
Devletini çok seven, devletini kutsayan, her fırsatta onu haklı görmeye kalkan biri değilim; hatta bütün bunların tam tersiyim. Başımıza gelen bütün felaketlerin (bugün yaşanan hükümet-cemaat savaşı dahil) sebebinin devleti kutsayan, devleti önceleyen anlayış olduğunu düşünenlerdenim.
Ama dün dinlediğim bu kayıtlar beni bile bu devlet adına üzdüyse, geçmiş olsun diyorum.
Şeffaf devlete az kaldı...
BU denli önemli ve içeriği itibarıyla da gizli olması gereken bir toplantının dinlenmiş, kaydedilmiş olması, hayal etmesi bile zor bir rezalet.
Bu toplantı dinlendiyse, böyle müsteşarlar seviyesinde, bakanlar seviyesinde başka kaç toplantı dinlenmiştir acaba ve bu kayıtlar şimdi nerededir?
Belli ki bu kayıtları sızdıran iradenin hem kendine göre bir sızdırma planı ve sıralaması var hem de elindeki malzeme bol.
Bunu basit bir iç politika güç mücadelesi olarak algılamak artık giderek zorlaşıyor.
Devletin şeffaflaşmasını hep savunmuş bir kişi olarak bir yandan bu çeşit sırlar sızdığı için memnun oluyorum; ama öte yandan bu biçimde elde edilen bir şeffaflık beni hiçbir biçimde mutlu etmiyor.
Devlet, Cumhuriyet tarihi boyunca hiç bu kadar zavallı duruma düşmemişti.
YouTube’u da yasaklayan ülke...
AKŞAMÜZERİ saatlerinde devletimiz bu sözünü ettiğim kayıtlar yüzünden YouTube’u da kapattı.
Daha önce birkaç kez yazdığım akılsızlığın devam ettiğini söylemeliyim. Öğleden sonra saatlerinde bu kayıtları izlemiş, dinlemiş olanların sayısı birkaç yüz kişiden ibaretti. Ama bu yasaklama kararı, literatürde ‘Streisand efekt’ diye bilinen etkiyi yaratacaktır.
Şarkıcı Barbra Streisand, 2003’te Malibu’daki evinin fotoğraflarının internette görülmesini engellemek istedi ve mahkemeye başvurdu. O sırada evin resimlerini sadece 6 kişi görmüştü ama dava açılıp mesele duyulunca resmi görenlerin sayısı bir anda 400 bini aştı. YouTube yasak kararı da ancak bu işe yarayacaktır.
Haa, tabii bir de zaten iyice pekişmiş olan yasakçı/sansürcü halimizi eğer dünya üzerinde duymayan birileri kaldıysa artık onlar da durumu öğrenecektir.
Paylaş